Allah azze ve celle doğrunun yardımcısıdır. Ben de O’nun dostlarını savunurken O’ndan yardım dilerim. Bir önceki yazının finalinde dile getirdiğim bir hakikatin tekrar altını çizerek bu yazıya başlamak istiyorum: Sahabe bütünlüğünü parçalamak, onlardan birisini/birkaçını sahabelikten 'aforoz' etmek veyahut onlardan birisinin/birkaçının duruşunu (diğerlerini gözden düşürecek şekilde) öncelemek, tarih boyunca 'fırka-i dâllenin/sapkın fırkaların' takındığı bir tavır olmuştur.
Şianın Ehl-i Beyt radyallahu anhum ecmain ekseninde yaptığı da budur. Daha ahir bir dönemde FETÖ'nün Ebu Zerr radyallahu anh üzerinden yaptığı da budur. Evet. O dönemin şahitleri olanlar anlatırlar ki: Gülenciler Nurculardan kopuşlarını Ebu Zerr Hazretlerinin sahabenin geneline göre aykırı bir görüşe sahip olup uzlete çekilmesiyle açıklamışlardır. Sonra bu genelden kopuşun, aykırı duruş sahibi oluşun, kendini daha özel görüşün işi nereye getirdiği ise malumdur. Allah tekrarını bir daha bu millete yaşatmasın. Âmin.
Yani özetle demek istediğim o ki: Bu 'dışarıya atmalar' da 'aşırı parlatmalar' da aslında maksadlı şeyler. Denge dini olan İslam'ın ahengini bozan şeyler. İşte bu yüzden ümmetin istikametli ana omurgasını teşkil eden Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat sahabeyi birbirine tercih etmemeyi bir şiar olarak edinmişler. Büyük resimde görünen hakikatin daha küçük resimler üzerinde yapılan manipülasyonlarla bozulmasını böylece engellemişler.
Bunun yanında şunu inkar etmiyoruz: Elbette sahabiler içerisinde derece farkları var. Fakat onların içinde hain yok. Düşman yok. Münafık yok. Ajan yok. Hepsi, Bediüzzaman'ın da altını çizdiği üzere, 'adalet sahibi' kişiler. Bununla beraber şunun da uyarısını yapmak isterim ki: Böyle sahabeden birini/birkaçını diğerlerini gözden düşürmeye eşdeğer bir şekilde vurgulayan bir ekole rastladığınızda onlardan hemen uzaklaşmalısınız. Zira muhtemelen sizdeki manevî muvazeneyi bozmaya çalışıyorlardır.
Şia bunu en fazla Ehl-i Beyt vurgusu üzerinden yapar. Her müslümanda Kur'an'ın emriyle bulunması gereken Ehl-i Beyt'e karşı muhabbeti kendi kanallarına doğru akıtmaya çalışırlar. Safevîliğin ilk kurulduğu dönemde Sünni bir tarikat olduğu fakat ilerleyen zamanda tarikatlerde hep varolagelmiş Ehl-i Beyt muhabbeti suistimal edilerek şiiliğe saptırıldığı bilinen bir gerçektir. Şia bunu bugün de yapıyor. İran'ın devlet desteğiyle/imkanlarıyla finanse edilen organizasyonlar dünyanın her yerinde Ehl-i Sünnet müslümanları Şialığa döndürmeye gayret ediyorlar. İşte ben bu yüzden Muaviye radyallahu ahn ismi üzerinden yaşadığımız gerilimi önemsiyorum. Ve korkuyorum. Zira bu gerilimde oluşan saflar bizim üzerimizde de bir operasyon yürütüldüğünü ve epeyce de başarılı olduğunu gösteriyor. Yoksa Nurcular, Ehl-i Sünnet müntesibi müslümanlar olarak, Muaviye radyallahu anh hakkındaki bu düşmanlığı kendi kaynaklarından ders almıyorlar. Yok ki ders alsınlar. Bu fikirler içlerine dışarılardan sokuluyor. Görememek körlüktür.
Şimdi, bu fazla kaçırdığım girizgâhın ardından, bir önceki yazıya gelen bazı yorumları/soruları cevaplamaya çalışayım. Belki bir-iki yazı daha bu soruları cevaplamaya gayret edeceğim. Keşke âlim olsaydım. O zaman daha yerinde cevaplar verebilirdim. Lakin ahirzamanda mü'minlerin bildiklerini saklamaları da hadisçe men edilmiş. Ben de bildiğim kadarını yazarım. Allah azze ve celle dilimizi doğrusuna döndürsün. Ağzımızdan hakikatlerini döktürsün. Âmin.
1) Halil Bey, yazımın altına şu metni bırakarak, muhtemelen bir itirazda bulundular: "Amma Hazret-i İmam-ı Ali'nin Vak'a-i Sıffin'de Hazret-i Muaviye'nin taraftarlarıyla muharebesi ise hilâfet ve saltanatın muharebesidir. Yani, Hazret-i İmam-ı Ali, ahkâm-ı dini ve hakaik-i İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara feda ediyordu. Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler."
Burada hemen şu noktayı belirginleştirmek istiyorum: Çok nadir ifrat düşünüşler dışında Ehl-i Sünnet'in umumu ihtilaflarda 'İmam Ali radyallahu anhın haklı olduğunu' belirtmişlerdir. Bu konuda hiçkimsenin bir çekincesi yoktur. Benim yazımda itiraz ettiğim şey: Bu hatanın Muaviye radyallahu anhı 'sahabeliğin gerektirdiği hürmet ve sevgiden mahrum edemeyeceği'dir. Muaviye radyallahu anh Aleyhissalatuvesselamın vahiy katiplerindendir. Dualarına mazhar olmuştur. İdareciliği bizzat Ömer radyallahu anh gibi 'adam seçmekte çok hassas' kişiler tarafından dahi takdir edilmiştir. Zaten onu Şam'a vali olarak atayan da odur. Hilafeti boyunca orada vali olarak kalmıştır. Alınmamıştır. Osman radyallahu anh da bu durumu devam ettirmiştir. Zaten kendisi hakkında 'Arabın on dehasından birisi' olduğu yönünde bir şöhret de yayılmıştır. O böyle birisidir.
Şunun da altını çizelim: Ebu Zerr radyallahu anhı, Müslim'de geçen bir rivayette "Ey Ebu Zer, kendim için istediğimi, senin için de isterim. Fakat, sen zayıfsın, iki kişinin bile başına geçme! Vazifesini hakkıyla yürüten kimseler hariç, âmirlik, kıyamet gününde pişmanlıktır!" diyerek idarecilikten men eden Aleyhissalatuvesselam, aksine, Muaviye radyallahu anha 'birgün müslümanların idaresi ona geçerse merhametli olmasını' tavsiye etmiştir. Yani onu men etmemiştir. Bu işe layık olduğunu düşünmüştür. Zaten âlimlerimiz de durum hakkında derler ki: "Muaviye radyallahu anh bu gibi hadis-i şerifleri kendisinin yöneticiliğine işaret/onay olarak da yorumluyordu. Bu yorum, Allahu'l-a'lem, hata değildi. Yalnız şu noktada hata etti: Ali radyallahu anh sağken bu iş ona düşmezdi. Onun liyakat sırası daha gerilerdeydi. O bu sıraya riayet etseydi hakka isabet edecekti." Nitekim Mektubat'ta İmam-ı Rabbani rahmetullahi aleyhin görüşü de bu yöndedir. Muaviye radyallahu anhın hilafete liyakati vardır. Fakat ondan büyükler sağken değil.
Benim anladığım: Halil Bey gibi kişiler saltanat-hilafet meselesini düşünürken bir parça yaşadıkları konjonktürden etkileniyorlar. Hatta cumhuriyet Türkiye'sinin saltanata biçtiği 'hain-satıcı-sömürücü' yaftasını o döneme de taşıyorlar. Hayır. Bu tuzağa düşmeyelim. Ne yakın tarihte Osmanlı saltanatı ne de uzak dönemde Muaviye radyallahu anhın yönetimi büsbütün 'zaleme' dönemler değildi. Biz biliyoruz ki: Osmanlı padişahları genel anlamda âdil padişahlardı. Zaten devlet-i âliyenin 600 senelik ömrünün başka bir açıklaması da olamaz. Hatta içlerinde Fatih Sultan Mehmed Han gibi hadisle müjdelenenler dahi bulunmaktaydı. Şimdi, neden toptancılığın tuzağına düşerek, "Kim ki saltanat sürmüştür o haindir!" veya "Kim ki saltanat sürmüştür o zalimdir!" veyahut "Kim ki saltanata talip olmuştur o sömürücüdür!" gibi şeyler söyleyelim? Süleyman aleyhisselam da Davud aleyhisselamın sultan oğlu sultan evladı değil miydi? Bundan, böyle haksız genellemelerden, Allah'a sığınırız.
Tarih bize aksi birçok örneği göstermiştir. Evet. Emeviye saltanatından gelmekle Ömer bin Abdülaziz rahmetullahi aleyh gözden düşer mi? Hâşâ. Kişileri başa gelişlerindeki sistemle değil idareciliklerindeki tasarrufla yargılamak gerekir. Hitler seçimle başa gelmiştir de insanlığa çok büyük faydalar mı dokundurmuştur?
Saltanat bir sistemdir. Cumhuriyet de bir sistemdir. Demokrasi de bir sistemdir. Meşrutiyet de bir sistemdir. Bunların herbiri bir yönetim sistemidir. Kur'an'da ve sünnette "İslam devleti şu şekilde yönetilecek!" diye belirgin bir emir yoktur. Emredilen şeyler vardır: Adalet, meşveret, merhamet vs. Dört halifenin başa geçişleri dahi farklı farklı şekillerde olmuştur. Muaviye radyallahu anh da kendi bilgisince o dönem için bir içtihadda bulunmuştur. Ha, hatalıdır, o ayrı. Fakat bunu 'güç tutkusundan' falan yapmış gibi anlamak, hâşâ, sahabeyi anlamamaya işaret eder. Bunu böyle söyleyen "Ashabım yıldızlar gibidir!" buyuran Aleyhissalatuvesselamın sırrını da anlamamıştır.
Neyse. Yazı çok uzadı. Bir dahaki yazıda da soruları cevaplamaya devam edelim. Halil Bey'in sorusuna da 'ruhsat'ı hatırlatarak veda edelim: "Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler."