Cemil Yüzer’in röportajı - RisaleHaber
(Röportajın ilk bölümü için TIKLAYINIZ)
FATİH SULTAN’IN AYASOFYA’YI CAMİ YAPMASI ÇOK ULVİ BİR İŞ
Fatih’in Ayasofya’yı Cami’ye çevirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir kere 1789 tarihine kadar… Bu tarih nedir?
Fransız ihtilali…
Evet. O tarihe kadar insan tebaadır. Yani bağlı bulunduğu yönetimin malıdır. Bu derebeylik olur, imparatorluk olur, ne olursa olsun. Bu tarihten sonra bir işçi sınıfı çıkıyor. Neden? Çünkü insanlar artık özgürleşmek istiyor. Bundan sonra da insanlar emeğe saygı gösteriyor, ürüne emeği kadar para veriyor. O tarihe kadar savaşlar ganimettir. Yani bir savaşı kazandığınız zaman, yendiğinin ülkenin malı, mülkü, kadınları, çocukları sizin olur. Fatih, böyle büyük bir yere girmiş, böyle büyük bir ibadethane görmüş. Demiş ki “Ben Müslüman’ım, Ayasofya’yı cami yapıyorum.” Bakın ne kadar ulvi bir iş yapmış. İyi ki de ahır yapmamış, yapabilirdi. İsterse yıkardı, hakkı… O dönem bunu yapması mubah ve hakkı… O dönem bunlar için kimse kendisine bir şey diyemez. Çünkü o toprakları ele geçirdiği zaman tümüyle mülkü olur. O mülkün tasarrufu, o dönemde en üstteki yöneticiye aittir. Ama bakın, kilise olarak muhafaza etmiş, camii yapmış. Adını da değiştirmemiş, Ayasofya Camii demiş. Özünü kaybettirmemiş. Fatih çok erdemli davranmış. Yıksaydı onu Ayasofya diye bir şey olmazdı bugün. Peki biz neyi paylaşamıyoruz.
Ayasofya’nın geleceği için ne düşünüyorsunuz?
Ayasofya hem kilisedir, hem camidir. Ama öyle bir kimliğe sahip ki dünyadaki inanç kültürlerinin birbirlerine şiddet kullandığı bir dönemde ibadethane olarak açamazsınız. Ama illa açmak mı istiyorsunuz, o zaman hem kilise olarak açarsın, hem de camii olarak açarsın… Söylemim bu çağ için… Çünkü demokratik bir ülkeyiz, egemen olan inanç kültürlerimiz değil demokratik hak ve özgürlüklerimizdir.
AYASOFYA CUMHURİYET’İN DEĞİL, OSMANLI’NIN MİRASIDIR
Bediüzzaman Adnan Menderes’e yazdığı mektupta, Ayasofya’nın ibadethane olara açılmasını istiyor…
Doğrudan cami olmasını da talep edebilirdi. Bu onun doğal hakkı. Müslüman olan biri için oranın cami olarak açılması doğal bir durumdur. Orası 1453’ten beri camii olarak kullanılmış. Tek başına cami olarak açılabilir ama bu küresel dünyanın ihtiyaçlarına cevap vermez. Ama bir Müslüman orada ibadet etmek istiyorsa etsin, aynı zamanda bir Hıristiyan’da orada ibadetini yapabilmeli. Yani manevi bir hak paylaşımı olması lazım. Ayasofya kilise olmalı veya Ayasofya camii olmalı diye aykırı bir şekilde bunu dile getirmeye gerek yok. Müslümanların ibadet edecekleri binlerce camii var, Hıristiyanların ibadet edecekleri yüzlerce kilise var, bırakın o bizim ortak anıtımız olsun. Ayasofya bizim için Meryem Ana’nın hikmetidir. Orada 2 dini birleştirmiş Fatih Sultan Mehmet. Orda ulvi bir şekilde kalsın Ayasofya… Ayasofya bize Osmanlı’nın mirasıdır ve bizim ortak değerimizdir. Cumhuriyet’in değil Osmanlı’nın mirasıdır. Bediüzzaman’ın Ayasofya’yla ilgili fikrine saygı duyuyorum. Her Müslüman’ın hayalinde orada ibadet etmek hayali vardır. Ama resmi bir kilise veya camii olarak açılması gerekli değildir.
BEDİÜZZAMAN’A MÜTEŞEKKİRİM
Ben inançla inanç kültürünü birbirinden ayıran bir insanım. İnanç, insanla Tanrı arasındaki yol güzergâhıdır. İnanç kültürü, o yol güzergahında elde ettiğiniz gelenek, görenek, yaşam biçimi vesairedir. Bediüzzaman Hazretleri, kendi yaşam felsefesi içinde –bakın inancı içinde demiyorum- başka dinleri de irdelemiş, öğrenmiş, okumuş eğitilmiş, kendini geliştirmiş bir insan. Bu fikirler çerçevesi içinde onlara kendi yaşam düzeni içinde bir hoşgörü, bir tolerans tanımış. Hıristiyanlığa da çok sıcak bakan bir zat-ı muhterem olarak biliyorum, kitaplarını okudum. İsevilik konusunda bizim bir ortak noktamız olduğunu keşfettim. Şimdi, İsevilik dediğim, Hz. İsa’nın Peygamberlik vasfıyla iniltili değil. Ama temelinde felsefesiyle ilgilidir. Bu inanç değil, inanç kültürüdür. Eğer siz benle bir ortak bağ kurmak istiyorsanız ve bu bağın bir sevgi yolu olmasını istiyorsanız, o bağın içinde ben de varım demelisiniz. Tabii ben Bediüzzaman’a müteşekkirim. İyi ki de böyle bir zat-ı muhteremi öğrenmişim, bilmişim, çıplak gözle yorumlama hakkına sahip olmuşum.
BEDİÜZZAMAN’IN ŞU SÖZÜNÜ ÇOK SEVİYORUM
Bediüzzaman, hakiki Hıristiyanlarla hakiki Müslüman dindarlarının, o dönemde Komünizm ve materyalizm; geniş manada da inançsızlık için ittifak etmesi gerektiğini dile getiriyor. Bu birliktelik fikri için ne düşünüyorsunuz?
Dünyadaki inançlı insanlar, yani Allah’a inanan insanlar mutlaka bir ortak eylem noktasında buluşmalılar. Ben Bediüzzaman Hazretlerinin bir sözünü çok seviyorum ve sürekli de kullanıyorum. “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyor. Şimdi, sizin sorduğunuzun cevabı, bu sözün içinde var. Neyi kastetmiş? Ben diyor aç kalırım dünyada, sefil olurum ama özgürlüğümü kimseye vermem. Bu çok önemli. Özgür olan insan, vicdanı hür insandır. İnanç bağlamında da buna sahip olan insandır. Ama Bediüzzaman’ın “Hakiki Hıristiyan”dan kastı tam olarak nedir, bilmiyorum.
HZ. MUHAMMED BENİM PEYGAMBERİMDİR
Allah’ın tek olduğunu, Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu değil de peygamberi olduğunu ve Hz. Muhammed’in de yine Allah’ın hak peygamberi olduğunu kabul eden diye biliyorum…
Hz. Muhammed’in Peygamberliği tartışılmaz. O, hepimizin ve çağdaş dünyanın kabul ettiği bir Peygamberdir. Tüm insanlık ona saygı gösteriyor. Diğer taraftan, inançların varoluş gününe baktığınızda, tek Tanrılı dinlerde sırasıyla Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık var. Böyle bir süreç izlenmiş. Biz, Yahudilikten sonra gelen dine inanıyoruz. Onsan sonra Müslümanlık ortaya çıkmış. Peygamberlik payesi Hz. İsa’ya göğün üstünde verilmiş, Ruhu’l Kudüs yani. Eğer teslis meselesi ise üçleme yani, baba, oğul ve kutsal ruh; Hıristiyan felsefesini, inancını demiyorum, bilmeyen bir insan bunu yanlış yorumlar. Üçü birdir, tek özdür. Baba, seküler anlamda kullanılan bir kelime değil, Rab anlamında, Tanrı anlamında, ata anlamındadır. Hepimizin ortak atası kimdir? Hz. Adem… Dinlerimizin ortak babası kimdir? Hz. İbrahim… Hz. İbrahim’in iki tane eşi var, biri Hz. Sara, diğeri Hz. Hacer… Hz. Hacer, Hz. İsmail’in annesidir ve Hz. Muhammed’in soyunun bağlandığı toplumun neslidir. Hz. İshak, Yahudilerin ve Hıristiyanların atası olarak kabul edilir. Şimdi baktığınızda, ikisi de Hz. İbrahim’in oğludur. Bunu seküler olarak söylemiyorum, manevi olarak, bir bağ olarak söylüyorum. Demek hepimizin ortak atası Hz. İbrahim’dir. Ta Hz. Adem’e kadar. Yani Tanrı’nın bizi varediş sürecine götürdüğü kadar. Ben Hz. Musa’ya Peygamber değildir diyebilir miyim? Haşa… Hz. Musa hepimizin peygamberidir, hepimizin kitaplarında geçiyor. Hz. İsa benim peygamberimdir. Hz. Muhammed, benim inancımdan sonra gelen inancın Peygamberidir. Ben şahsi olarak söylüyorum, benim Peygamberimdir. Şimdi bana sorarsan, sen hangi dindensin? Ben hem Yahudi’yim, hem Hıristiyan’ım hem de Müslüman’ım… Neden? Hepimizin ortak babası Hz. İbrahim’dir… Ama ben, Tanrı adına eğer bir ritüel yapmak gerekiyorsa, ben Hıristiyan Ortodoks’um, o ibadet ritüelini yaparım. Ama her üç dine karşı saygım ve sevgim sonsuzdur. Çünkü bir zincir bağlamında birbirimize bağlıyız. Kur’an-ı Kerim’de Meryem Suresi var. Ben bir cenaze evine girdiğimde, mutlaka onu okurlar. Çok hoşuma gider. Yasin suresini okurlar, çok hoşuma gider. Bir bağ veriyor bana, el veriyor. Eğer sen bana bir gönül eli veriyorsan, benim gönül bağım oluşur seninle… Sana hayır diyemem ki… Hayır diyen insan, inançsızdır, ateisttir, vicdansızdır veya değerlerini kaybetmiştir.
Hıristiyanlık inancını benimsemiş biri olarak, teslis hakkındaki net düşünceleriniz nedir?
Üçleme bir özdür. Sufizm İslamiyet’te de vardır. Sufizm bir felsefedir, akımdır. İnanç felsefesi akımıdır. Bu bir inanç değil inanç kültürüdür. Ama siz bir şeye inanıyorsanız bitti, benim ona müdahale etme hakkım yok. Eğer edersem, o zaman ben vicdanımı kullanmamış olurum. İşte baba, oğul ve kutsal ruh… Baba, atamız demektir. Oğul onun soyu demektir. Kutsal ruh Tanrı’nın onlara bağışladığı ruhi mekandır.
Peki, tüm Hıristiyanlar böyle mi düşünüyorlar? Yoksa “Oğul” diye tabir edilen Hz. İsa’yı, “Baba” diye anılan Rabbin cismen oğlu olarak mı biliyorlar?
Hayır, bedensel hiçbir düşüncemiz yok bizim, kesinlikle… Seküler olarak, dünyevi olarak düşünmeyin. Eğer Baba, oğul ve kutsal ruhu biz manevi olarak düşündüğümüzde anlayabiliriz. İncil’de Kur’an’da ve Tevrat’ta bazı mevcut ortak sureler var. 10 Emirle ilgili öldürmeyeceksin, anne babaya saygı göstereceksin, hırsızlık yapmayacaksın diyor. Şimdi bakıyorsunuz, dogmatik düşüncenin içinde temel ahlak yasalarıdır, Tanrı’nın bizlere sunduğu temel ahlak değerleridir. Biz bu değerlere saygı gösterdiğimiz ve uygun olduğumuz müddetçe inançlı insan olabiliriz. Eğer bunlara saygı göstermiyorsak bizim o inancın içinde yer almamız mümkün değil.
Müslümanlar genel olarak İncil’in çok defa değiştirildiğini ve aslından uzaklaştığını düşünüyorlar. Bunun için neler söylersiniz?
İncil, Hz. İsa’nın birlikte yaşadığı havarilerindir. Onların yazdıklarıdır. İncil’i birçok insan yazmış, 300-400 tane İncil var. Konsil’le 4’e indirilmiş. 5.si Barnabas diyorlar. Ben Barnabas’ı hiç görmedim. Sonuç olarak bunları biz, Hz. İsa’nın sevgisi ve o zaman yaptıklarını öğrenmek için okuyoruz. Bu nedenle mademki tek Tanrı’ya bağlıyız biz, bu öğretinin hepsini öğrenmemiz lazım. Öğrendiğimiz zaman, aramızdaki sorunlar aza iner. Yaklaşık 1,5 milyar Müslüman, 2 milyar Hıristiyan ve 15-20 milyon Museviler arasındaki uzlaşı daha çabuk ve kolay sağlanır. Ben de bu çabanın içindeyim. Bunlar benim için vazgeçilmez değerlerdir.
Müslüman-Hıristiyan diyaloğu için ne düşünüyorsunuz?
Tabii olması lazım. Biz bir dünyayı paylaşıyoruz. Bu dünya hepimizin ortak değerlerinin ve sevginin paylaşılması gereken dünya… Önce insan benim için, önce insanın mutluluğu, huzuru… Her insan özgür doğar, özgür ölmeli. Bu iki çizgi arasında inancından tutun, hukuk, sağlık, eğitim sistemine kadar özgürce yararlanmalı. Eğer Hıristiyanlar ve Müslümanlar, ortak eylem planlarında bunu yapıyorlarsa, yalnız kendileri için değil, 6,5 milyar için de hizmet ediyorlarsa, hep birlikte, elbirliğiyle bunu devam ettirmeleri lazım. Bu bir diyalogsa diyalogdur, uzlaşıysa uzlaşıdır, ortak çalışmaysa ortak çalışmadır.
İSLAMİYET’İN EN ÇOK SEVDİĞİM YÖNÜ, PAYLAŞIMCILIĞI
Müslüman-Hıristiyan ittifakı veya diyalogu için, Antakya’da yaşayan Hıristiyanlar olarak yaptığınız herhangi faaliyetler var mı?
Geçmişte biz çok faaliyet yaptık. Bütün inanç gruplarını aynı masada topladık. Hatta o inanç gruplarının içindeki farklı mezheplerin de bir araya getirdik. Müslümanlar arasında 2-3 farklı cemaat temsilcisi, Alevileri, Hristiyanlıkta; Protestan, Ortadoks ve Katolikleri, ayrıca Yahudileri aynı masada buluşturduk ve oturduk konuştuk. Dünyanın sorunu, bizim inanç kültürümüz değil. İnanç sorunu, dünyadaki açlığı gidermektir. İslamiyet’in en çok sevdiğim yönlerinden biri sosyal yönüdür, yani paylaşımcılıktır. Bu paylaşımcılık, açlık olan ülkelerde çok yaygındır. Siz bir kardeşiniz açsa, tok yatamazsınız. Eğer bu açlık sorunu ortadan kalkarsa, ki dünyada şuan aşağı yukarı açlık sınırının altında olan 1,5 milyara yakın insan var. Bunlar da insan kardeşlerimiz, bu dünyada birlikte rızkımızı paylaşıyoruz, egemenliğimizi paylaşıyoruz, onları ihmal etmememiz gerekir. Bu nedenle, diyalogun sürekli olmasını istiyorum.