Adına demokrasi denir veya denmez bu ayrı bir konu; ama Müslümanlar için örnek olan ilk halifeler (Râşid Halîfeler) dönemi uygulamasına göre –ki, bu uygulama meşruiyetin delilidir- yönetici (devlet başkanı, halîfe), bir önceki halifenin veya bir başka otoritenin tayini ile değil, halkın veya temsilcilerinin seçmesi ile belirlenir. Halife'de maddi ve manevi bazı şartlar (göreve ehil olma vasıfları) aranır, başta bunlara sahip olmayan seçilmez, sonradan kaybeden de meclis tarafından görevden alınır.
Devlet başkanı, bir şekilde seçilmiş meclisi ile devamlı danışma yapar, anayasalar gibi bağlayıcı olan "vahye dayalı" kuralların dışına çıkamaz, bu nitelikte açık ve doğrudan hükümlerin bulunmadığı veya bulunduğu halde uygulamada zorlukların ortaya çıktığı durumlarda meclis müzakere yoluyla ve vahyin ışığında (yol göstericiliğinde) yasama faaliyetinde bulunur, çözümler üretir.
Halife danışmayı terk ederek tek başına ve istediği gibi kararlar alarak ülkeyi yönetemez.
Halife Tanrı'yı temsil edemez, Tanrı adına karar veremez, hüküm koyamaz; bu sebeple yönetim teokratik değildir. Bir konuda dinin (Allah'ın) hükmü arandığında bunu, gerekli eğitim ve öğretimi almış olan herkes yapabilir. Kimsenin ictihadı diğerine dayatılamaz. Kamuya ait kanun ve kararlarda ise meclisin tercih ettiği ictihad bağlayıcı olur.
Bu genel bilgilerden sonra Hz. Ömer yönetimindeki mecliste, söz hakkına sahip gayr-i müslim üyelerin de bulunduğuna dair bir örneği aktarmak istiyorum (Kaynak: Serahsî, Mebsût, el-Eşribe bölümü).
Hz. Ömer bir soru üzerine, üzüm suyu üçte biri kalacak kadar kaynatıldıktan sonra fermante edilerek hazırlanan bir içeceği içmenin caiz olup olmadığını tartışmaya açmıştı. Bir hristiyan "Biz oruç günleri için böyle bir içecek hazırlayıp içiyoruz" deyince "Getir de bir bakalım" dedi. Adam içeceği getirdi, Hz. Ömer birazını tadınca su istedi, içeceğe yeterince su katarak daha sıvı hale getirdi, içti ve sağ yanında bulunan Ubâde b. Sâmit'e de verdi, Ubâde "Ateş (şırayı kaynatma) haramı helal hale getirmez" diye itiraz edince Hz. Ömer, şarabın sirke haline getirilmesi örneğini vererek "su katmakla bunun da öylece helal olduğunu" söyledi. Bunu hem hazma yardımcı olsun hem de oruçluyu güçlendirsin diye içerlerdi.
Fıkıh alimi Serahsî –özetleyerek verdiğimiz- bu olayı aktardıktan sonra şu yorumu yapıyor:
1. Hz. Ömer Müslümanların işleri konusunda iyi düşünen ve çözüm üreten bir kimse idi, özellikle kamuyu ilgilendiren alanda dini uygulama hususunda danışmayı en çok yapan yönetici idi.
2. Hz. Ömer'in bu uygulaması, mecliste Ehl-i kitab'ın da (hristiyan ve yahudi üyelerin) bulunmasında sakınca olmadığını gösterir; çünkü bu hristiyan şahıs danışma meclisi üyesi idi.
3. Gayr-i Müslim üyelerin muâmelât denilen alanda söz, haber ve görüşlerine itibar edilir.
4. Gayr-i müslimlerin de yiyecek ve içecekleri, örf ve adete göre izin sayılan durumlarda -ayrıca izin alınmadan- yenilir ve içilir…
On beş asır önce bir İslam halifesinin devlet başkanı olduğu dönemin meclisinde gayr-i müslimler de meclise alınıyorlar, kendi inançlarını, hayat tarzlarını koruyarak meclis faaliyetlerine katlıyorlar, ama yirmi birinci asrın meclislerinde "başörtülü bir müslümanın yerinin olup olmadığı" tartışılıyor!
Bir de demokrasiden, din ve düşünce özgürlüğünden, çağdaşlıktan söz ediliyor!
Ne dersiniz!?
Yeni Şafak