Hz. Peygamber’i (s.a.v) anlatmak

Vehbi KARAKAŞ

Kutlu Doğum Konferansı için davet edildiğim yerlerden birinde protokol konuşması yapan herkes konuşmasını kısa tuttu. “Sözü sahanın uzmanına bırakıyorum.” diyerek topu bana attı. Nihayet kürsüye davet edildim. Besmele’den sonra sözlerime şöyle başladım:

 

Hakkında çok düşünmüş, çok konuşmuş, çok yazmış hatta bu hususta kitap çıkarmış bir kardeşiniz olarak diyorum ki: Allah Resülü Efendimizi anlatmak ne hakkım, ne de haddim. Ama neyliyeyim Rabbim bu görevi ifa etmem için bu gün benim burada olmamı takdir buyurmuş. Ben de beni buraya gönderen Rahmet-i Sonsuz’dan bu zor işi başarabilmek için bana kolaylıklar ihsan etmesini, engin lütfundan niyaz ediyorum.

 

Ona benim hamdim kâfi gelmez. Başta Kendi hamdini, sonra bütün peygamberlerin, özellikle bütün hamidlerin sultanı son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v) hamdini kendisi’ne takdim ediyorum. Konumuz ve kâinatın konusu olan Sevgili Peygamberimiz’e de sonsuz salat ve selamlarımı arz ediyorum.

 

Hz. Peygamberi anlatmak, gerçekten sanıldığı kadar kolay değil. O’nu en iyi tanıyan ve anlayanlar dahi O’nu anlatmakta aciz kaldıklarını itiraf etmişler. Mesela Hassan b. Sabit: “Ben sözlerimle Hz. Muhammed’i (s.a.v) övemedim; Hz. Muhammed’i (s.a.v) övmekle sözlerime değer ve kıymet kazandırmış oldum.” demiştir.

 

Hassan bin Sabit’in (r.a) bu sözünü, 19. sözünün başına koyan Çağın Büyük Düşünürü, bana göre emsali bulunmayan 19. sözü için: “Bu söz güzeldir. Fakat onu güzelleştiren, güzellerin güzeli olan Hz. Muhammed’in (s.a.v) güzellikleridir.”  diyerek sözündeki güzelliğin sırrını açıklamış, Sözler’ine gelen güzelliğin o güzelden geldiğini ilan etmiştir.

 

Yine çağımızın Hz. Muhammed (s.a.v) Sevdalısı, “Sonsuz Nur” adıyla ortaya koyduğu iki ciltlik eserinde Efendiler Efendisi’ni anlattığı halde kendi kendine soruyor ve: “Beş yaşından beri başını secdeye koyan ve O’nun boynu tasmalı kapısının “kıtmir”i olduğunu söyleyen ben, O’nu tam anlatabildim mi? Hayır. Eğer beşeriyet O’nu tanısaydı, mecnun olur, yollara düşerdi.”  demiştir. Onlar böyle derken Allah Resûlü’nün bendelerinin bendesi olan ben, O’nu nasıl anlatabilirim veya anlatabildim, iddiasında bulunabilirim.

Bir insan düşünün, okyanusa parmağını batırıyor, geri çekiyor. Okyanustan bu insanın parmağına bulaşan ne ise, bizim Efendiler Efendisi hakkındaki anlattıklarımız işte o kadardır.

 

ONU ASIL ANLATILABİLİR Kİ?

 

Hayatında malayanisi olmayan, yani ciddiyetsiz ve lüzumsuz işi bulunmayan, gayr-i meşru eğlencelere tenezzül etmeyen,

Heva ve hevesden konuşmayan, konuşmaları ya vahiy, ya da vahiy kontrollü olan,

Zikirsiz, fikirsiz ve şükürsüz hali olmayan,

Sîreti-sûreti, kalbi-kalıbı, halkı-hulku, içi-dışı, sözü-sohbeti, hali-dili, eli-yolu, adı-yadı, Kitabı ve Dini güzel olan,

Kendisinden önce geçmiş bütün zamanların zulüm ve ahlaksızlık birikimini 23 sene gibi çok kısa zamanda söküp atan,

Bütün peygamberlerin özellik ve güzelliklerinin doruk noktasında bulunan,

Geçmiş ve geleceğe ait ilimlerle donatılan,

Her güzel insanın ve her güzel kitabın ilham kaynağı olan, sözleri ve ahlakıyla kendisinden bahseden her kitabı ve her insanı süsleyen,

Hayatında karanlık kalmış bir noktası dahi bulunmayan, her noktasından güzellikleri görülen, hem Hakk’a, hem de halka karşı görevlerini en güzel yapan, tükenircesine gayret sarfeden, bununla beraber “tam yapamadım Allahım!” diyen, inleyen, affını isteyen, hep mahcup ve mahzun yaşayan,

Duadan, istiğfardan ve niyazdan bir an uzak durmayan,

Yaşamaktan çok yaşatmayı, yemekten çok yedirmeyi, içmekten çok içirmeyi, giymekten çok giydirmeyi seven,

Muhtaçların sıkıntıları için borçlanan, borçluların borcunu üstlenen,

Hiç kimseye hakaret etmeyen, kendisine hakaret edenleri affeden,

Kendisine kan kusturanların düzelmesine, İslam’la tanışmalarına, Allah’la barışmalarına dua eden…

Bedevilere dahi medenice muamele eden,

Şakalarında dahi ders, ibret ve letafet bulunan,

Namazını vaktinde, hem de cemaatle kılan, savaşta dahi olsa bundan taviz vermeyen, namazını kazaya bırakmayan,

İncinen ama incitmeyen, incitenleri affeden,

Hanımlarına, arkadaşlarına, çocuklarına vefalı, şefkatli davranan,

Eşlerin birbirine Allah’ın emaneti olduğunu söyleyen, ihaneti, hiyaneti ve aldatmayı haram kılan,

Çocukların cennet kokusundan olduğunu, kızının saçlarını koklayıp, onların arasından cennetin kokusunu aldığını, üç kızı veya üç kız kadeşi olup onlara iyi davrananlara cennetin vacip olduğunu söyleyen, bunları kız çocuklarının hor görüldüğü, diri diri kumlara gömüldüğü, kuyulara atıldığı devirlerde ifade eden,

Olumlu inkılaplarıyla insanlığın yüzünü güldüren…

 

Kendisinden önce geçen peygamberlerin ve kitapların müjdelediği ve Allah’ın övdüğü

Bir rahmet peygamberini,

Bir haya ve edep peygamberini,

Bir nezaket ve zerafet peygamberini,

Bir ilim ve fazilet peygamberini,

Bir güzel ahlak ve medeniyet peygamberini,

Bir adalet ve hukuk peygamberini,

Bir barış ve kardeşlik peygamberini,

Bir düzen ve disiplin, bir plan ve program peygamberini,

Bir faaliyet ve aksiyon peygamberini,

Bir diyalog ve iletişim peygamberini,

 

Dünya ve ahiret halklarının muhtaç olduğu bir peygamberi elbette anlatmak kolay değil. Bunlardan başka bir de Peygamberi anlatmak için, Onu anlamak, tanımak ve Ona (s.a.v) kara sevda ile sevdalanmak gerekir. Bunu da hepimize lutfetmesini Latif-i Kerîm’den niyaz ediyorum. Allah Teala bizleri affeylesin. Onun (s.a.v) şefaatine layık ve nail eylesin.

 

PROBLEMLERİMİZİN TAMAMI ASLINDA TEK BİR PROBLEMDİR

 

Bir zaman Zonguldak’ta “Problemlerimizin Çözümünde Hz. Peygamber’in Yeri” konulu konferansımda söylediğim bir cümleyi bu gün de söylemek istiyorum: “Problemlerimizin tamamını tek bir probleme indiriyorum. O da: Bütün insanlığın son kitabı olan Kur’an’ı ve onu bize getiren, hayatıyla yaşayan Peygamberimiz Hz.Muhammed’i (s.a.v) tanıyamayışımız ve o ikisine karşı görevlerimizi yapamayışımızdır.”

 

Şahsî hayatımızın, aile hayatımızın, toplum hayatımızın, siyasî hayatımızın, ticaret hayatımızın, eğitim hayatımızın ruhu HZ. MUHAMMED (s.a.v), aklı da KUR’AN’dır. Hangi insanda, hangi ailede, hangi toplumda, hangi siyasette, hangi ticarette, hangi eğitimde bu ikisi, yani Kur’an ve onun uygulayıcısı Hz. Muhammed (s.a.v) yoksa; o insanda, o ailede, o toplumda, o siyasette, o ticarette, o eğitimde kıyamet kopmuştur.

 

Bir kitap düşünün 114 suresinin başında Bismillahirrahmanirrahim bulunsun, rahmetten şefkatten, adaletten ve hikmetten, ihlasdan ve îsardan, insan haklarına ve emanete riayetten bahsetsin, bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek kadar büyük bir cinayet olduğunu söylesin, bir peygamber düşünün, besmelesiz başlanan işlerde rahmet ve bereket olmadığını söylesin, kendisi som rahmet, som adalet, som huzur ve güven, som vefakârlık ve fedakârlık olsun; siz yerdekilere acıyın ki, göktekilerde size acısın, merhamet etsin, buyursun. Böyle bir kitabın ve böyle bir peygamberin müminleri neden problemlerle boğuşur, neden anarşi ve terörden yakasını kurtaramaz, şaşarım.

 

Ya Kur’an ve Peygamber anlattığımız gibi değil, diyeceğiz, hâşâ! Bunu dememize imkân yok. Bütün dünyayı aydınlatan ve ısıtan güneşi inkâr gibi bir akılsızlık ve nankörlük olur bu. Ya da bizim imanımızda ve teslimiyetimizde problem var diyeceğiz, tevbe istiğfar edeceğiz, yeniden kelime-i şehadet getirip Müslüman olacağız, yeniden kelime-i tevhidi söyleyip imana gireceğiz. Hiç şüphesiz bize gerekli olan ve yakışan da budur. Yani yeniden iman seferberliği başlatmak, ilimli ve ahlaklı müminler topluluğu oluşturmak olacaktır. İşte bunun içindir ki Çağın Büyük Düşünürü: “Ben, mesaimi yalnız iman üzerine teksif etmiş bulunuyorum.” demiştir.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.