Her geçen gün insanlığın İslamiyet’in özüne doğru yaptığı yolculuk ivme kazanıyor Elhamdülillah!
Merhamet peygamberi Aleyhisselam’ın şefkati, en katı ve ölmüş kalplere hayat verecek bir iksir özelliği taşımakta. Doğru bir tercihle bu yıl kutlu doğum kutlamaları merhamet temalı olarak ele alınıyor.
Hz. Peygamberin şefkatini anlatmak güzel şey elbette! Ama onu yaşayan gönüllerde seyretmek büyük bir saadet olmalı! Bu şefkatten hayatında doyumsuz manzaralar taşıyan İmam Bediüzzaman’ın hayatının bu yönü üzerinde ne yazık ki fazla durulmuş değil. Mevcut Tarihçe-i Hayat’lar Üstad’ın insanî yönünü anlatmada yetersizler.
Ne hikmete binaen bilmiyorum, derslere gelen insanlar öncelikle Üstad’ın kahramanlık öykülerine muhatap olurlar. Fakat bana öyle geliyor ki O’nun ruh dünyasına girebilsek, şefkat ve merhametinin her şeyin önünde olduğu anlaşılıverecek! Bu adeseden bakıldığında neler görülür:
Acımak ve merhamet etmek konusunda çok duygulu bir kalbe sahipti. Kimsesiz ve sürgün olduğu gurbet hayatında, 70’li 80’li yaşlarda ihtiyarlık halinde günden güne artan bir heyecanla çalışmasının altında bu şefkatin hissesi büyüktü. İnsanların ahiret saadetine zarar verecek hatalara düşmesine yürekten üzülür, onlar için ağlardı. Bunun çok sayıda örneği vardı ancak Eskişehir Hapsindeki bir hatıra anlamlıydı:
“Eskişehir hapishanesinin penceresinde bir cumhuriyet bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden manevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki: O elli-altmış kızlardan ve talebelerden kırk-ellisi kabirde toprak oluyorlar, azab çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş-seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar.. kat'î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim: Şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz.”
Eserlerinde sık sık insanların hatalarıyla yüzleşmesini sağlayacak temsiller vermesi, onlara içlerinde bulundukları halin çirkinliğini gösterip günahlardan kaçınma hissi telkin etmesi, taşıdığı engin şefkatin tezahürüydü.
İslam aleminde yaşanan her üzücü gelişme O’nu günlerce ağlatır, umut vaad eden her haber ile bayram sevinci yaşar, bu sevinçleri talebeleri ile paylaşırdı. İnsanlığın büyük musibetleri olan iki cihan harbi, onu çok yıpratmıştı. “Alem-i İslam’a gelen darbeleri en evvel ben göğsümde hissediyorum!” diyen Üstad, II. Cihan harbinde kış günlerinde Avrupa şehirlerinde perişan edilen çoluk çocuk için ağlamış, fetret devirlerine kıyas ederek bu harplerde öldürülen masumların bir nevi şehit olduğu müjdesi ile kendisi gibi kalbi şefkatle yananları teselli etmişti.
Çok ince ve hassas bir kalbi vardı. Zaman olur kavak ağaçlarının rüzgarla cilveleşip oynamalarından hüzünlenir o yeşilciklerin, güzel manzaralarının bir gün yok olup ademe düşmesi endişesi onu göz yaşlarına boğardı. Zaman olur kendisinin canını yakan bir savcının bahçede oynayan küçük çocuğunu görünce ona beddua etmekten vazgeçerdi. Karşılaştığı her yerde küçük çocuklara çok ilgi gösterir, istikbal için onlardan büyük umutları olduğunu dile getirirdi.
Rüzgarın hazin sesleri çok zaman onu ağlatırdı. İslamî adaba aykırı bin manzara karşısında saatlerce kederli olurdu. Onun şefkati sadece insanlara karşı değildi.
Yemeğinin tanelerini karıncalara vermesi, bulunduğu hanede zaman zaman üç dört kedi ile yemeğini paylaşması ve “onlar benim sayemde değil ben onlara gelen bereket sayesinde yaşıyorum” demesi, günde iki yumurta yapan tavuğunu “iktisat kademi bozuyorsun" diye bahçede kovalaması gibi davranışları sahip olduğu şefkatin kucaklayıcılığı hakkında fikir verecek ölçüdeydi.
Yukarıdaki tespitler denizden bir damla niteliğinde ama bizim için kaybettiğimiz şeylerin adresini gösterir nitelikte!