Hz. Salih ve İlk Deprem

Misafir Kalem

M. Burak Tunay

Bir zamanlar medeniyet merkezi olan, etrafı sarp kayalıklarla çevrili, şimdiki Suriye ve Hicaz arası Hicr adı verilen bölgede yaşayan Semûd kavmi, önceleri tevhid dini üzereyken aradan hayli zaman geçmiş, inanç temelleri sarsılmış, git gide Âd kavmi gibi azgınlıkta ve kibirde sınır tanımaz hale gelmişlerdi. Başlangıçta Allah’ın birliğine ve ahiret gününe inanan bu insanlar, zaman içinde putlara tapmaya ve şımarıklık göstergesi olarak peygamberleri yalanlamaya başladılar.

Tam da böyle bir zamanda kavminin en itibarlı ailesine mensup, geleceğe dair ümit beklenen en güvenilir kimse olan Salih Aleyhisselam, kendisinden önce gelen peygamber ve uyarıcılar gibi kavmine daima Allah'ın birliğini ve ahireti anlatıyor, hastaları ziyaret ediyor, adalet ve merhameti öğütlüyor, zayıf ve yoksulları gözetiyordu. Ancak kavminin büyük bir kısmı, atalarının dinine bağlı kalmakta ısrar ediyor, yeryüzünde fesat çıkarmaya ant içmiş gibi Salih Aleyhisselam’ın şefkatle dolu davetine icabet etmekte inat ediyorlardı.

Aradan yirmi yıl geçmesine rağmen Salih Aleyhisselam yılmamış, gayret dolu faaliyetleriyle davetinde ısrar ediyordu. Çünkü biliyordu ki; O’nun vazifesi, sadece güzel bir lisan ile anlatmaktır. Davetleri kabul ettirmek, etrafına halkı toplamak Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir. Hiçbir zaman haddini aşarak Allah’ın vazifesine karışmazdı. Hem anlattığı kutsi hakikatleri dinleyen ve söyleyene sevap kazandıranlar, yalnız insanlar olmadığını da bildiği için, ihlası esas tutarak, Allah’ın razı olduğu şekilde hareket ederdi.

Günlerden bir gün Salih Aleyhisselam’dan anlattıklarını teyit edip doğrulayacak bir delil, bir ayet istediler.
Salih Aleyhisselam onlara hitaben, “Nasıl bir mucize istersiniz ki, gördüğünüzde putlara tapmayı bırakıp, Allah’ın birliğine ve ahirete inanarak, ibadete başlayacaksınız?" diye sordu.

O günlerde Semûd kavminin her yıl belli zamanlarda putlarıyla birlikte kutladıkları bir bayram vardı. Kavmin ileri gelenlerinden biri Salih Aleyhisselama hitaben, “Ey Salih! Şu kayanın yanına bizimle birlikte git. Kayanın içinden, bizim için, şöyle şöyle vasıfta bir dişi deve çıkarırsan, senin peygamberliğini kabul eder ve sana iman ederiz.” şeklinde bir teklifte bulundu.

Salih Aleyhisselam, bunu yapması halinde, peygamberliğini tasdik ve kendisine iman edecekleri hakkında onlardan kesin söz aldıktan sonra onların işaret ettikleri kayanın yanında namaz kıldı ve Allaha niyaz etti. Neden sonra kaya, doğum sancısı yapar gibi sancılanarak titredi ve ikiye ayrıldı. İçinden tam da tarifini yaptıkları gibi bir deve çıktı. Mucize o ki; kaya, bir deve doğurdu.

Semûd kavmi, gösterilen mucizenin bereketi olan bu deveyi istedikleri kadar sağar ve kaplarını süt ile doldururlardı. Bunun üzerine kavmin ileri gelenleri ve bazı kişiler inadı bırakarak teslim olarak iman ettiler.

O günden sonra Salih Aleyhisselam, Rabbinin kendine ikram ettiği devesinden hiç ayrılmaz, nereye varsa onu da yanında götürürdü. Bu mucizenin üzerine deve, bir gün Semûd kavminin suyundan içer, diğer gün ise onlar, onun sütünden faydalanırdı. Günler günleri takip etti fakat bir gün ne olduysa oldu ve kavminden dokuz kişi Salih Aleyhisselamdan habersiz önce devenin ayaklarını kestiler, sonra kılıçlarıyla parçaladılar. Deve kesilince içinden çıkan yavru kaçtı ve Salih Aleyhisselama olanları ağlayarak haber verdi.

Salih Peygamber kavmine dönerek şöyle dedi:

“Ey kavmim! Yavru deve şu bağırışıyla bana söylüyor ki: “Her bağırış bir eceldir. Yurdunuzda, üç gün daha yaşayacak, sonra helak olacaksınız.”

Fakat Semûd kavmi, olanca şımarıklıklarıyla Salih Aleyhisselamı hep birlikte alaya aldılar. “Hani, nerede azap? Bizim kayalardan oyduğumuz şu evler her şeye dayanıklıdır.” şeklinde ona meydan okudular. Salih Aleyhisselam onlara hitaben: “Her sabah bir melaike çağırıyor: ölmek için dünyaya gelirsiniz, harap olmak için binalar yapıyorsunuz. Fakat bu binalar, sizleri gelen azaptan koruyamayacak. Üzüldüğüm şu ki; bir musibet geldiğinde sadece zalimleri değil, masumları da yakar.”

Salih Aleyhisselamın bu sözlerinden sonra her geçen gün azaba uğrayacakların yüzü renkten renge giriyor, azabın nereden geleceğini bilemediklerinden kâh göğe kâh yere bakıp duruyorlardı. Dördüncü günün sonunda, güneş doğarken gökyüzünde korkunç bir gürültüyle güne başladılar. Bu ürpertici ses karşısında çok korktular ve ardından şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldılar. O gün Salih Aleyhisselama inanan, içinde ailesinin de bulunduğu 120 kişi haricinde herkes helak olmuştu.

Hikâyeden hareketle o kavme gelen dehşetli musibet dolaylı olarak bize de kendimizi sorgulamayı beraberinde getiriyor. Her musibet bir okuldur ve bize bir şeyler öğretmek için misafir olur. “Ayağın taşa takılırsa, kalbini yokla” nazariyesi hayatımızın neresinde? O kavmin başına gelenler yapılmaması gereken nice şeyleri rahatlıkla ve şımarıkça yapmalarından ileri geldiği gibi ülke bazında maalesef yapılan inşaatlarda göz ardı edilen nice ihmaller ve görmezden geldiğimiz şeyler...

Şahsi hayatımızda hoyratça işlediğimiz günahlar; “Hak bela yazmaz, kul azmadıkça” fehvasınca değerlendirildiğinde durumun vahimliğini gösteriyor. Salih Aleyhisselamın: “Bir musibet geldiğinde zalimlere mahsus kalmaz, masumları da yakar” şeklinde beyan ettiği hakikat ile “En büyük saadetler, büyük ve acı felaketlerin neticesidir.” sözünü düşünüp değerlendirelim. Bu musibet sonucunda, musibete uğrayan nice vatandaşımızın bizim şımarıklığımız bedeline şehit olduğunu, sadakanın belayı def etmesi kabilinden bizim günahlarımıza kefaret olarak yerimize sadaka hükmüne geçip, üzerimizdeki pek çok musibetin defedilmesine vesile olduklarını da söylemek yerinde olacaktır. Böylece bu musibetin ruhumuza açtığı menfezden unutulmaya yüz tutan esas zenginliğimiz; gönül coğrafyamızdaki şefkat, yardımseverlik, diğerkâmlık, vefa gibi körelmiş duyguları canlandırdığını da fark edebiliriz.

Farklılıklarımızı bir kenara bırakarak, birbirimize kenetlenmemizi sağlayan, bizi bir vücudun azası gibi hissettiren bu musibet öyle ya da böyle eğer yaşanmamış olsaydı, daldığımız derin uykulardan acaba nasıl uyanacaktık? Şöyle olmasaydı böyle olmazdı gibi kaderi tenkit eden ve musibeti ziyadeleştiren şikayetvâri hallerden bir an önce sıyrılıp, yeniden bütün varımızı ortaya koyarak memleketimizin maddi manevi ihya ve inşasına çalışma gayreti içerisinde olmayı ümit etmeliyiz. Bu vesileyle geçtiğimiz yıllarda on ilimizde meydana gelen depremde vefat edenlere Allahtan rahmet, aile ve dostlarına da sabrı cemil ihsan eylemesini niyaz ediyorum.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.