İbadet, geçmişteki nimetlerin neticesidir

Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

İkinci Meyve: Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sâbıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubûdiyetle muvazzafız.
Çünkü, ey nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Halık-ı Zülcelâl sana iştihâlı bir mide verdiğinden, Rezzâk ismiyle bütün mat'umâtı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur.
Sonra, sana hassâsiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, rûy-i zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti o ellerin önüne koymuştur.

Sonra, mânevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır.

Sonra, nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tegaddî eden ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyeti ve imânı sana verdiğinden, daire-i mümkinât ile beraber, Esmâ-i Hüsnâ ve Sıfât-ı Mukaddesenin dairesine şâmil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir.
Sonra, imânın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-i mütenâhî bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir. Yani, cismâniyetin itibâriyle küçük, zayıf, âciz, zelîl, mukayyed, mahdut bir cüz'sün. Onun ihsanıyla, cüz'î bir cüz'den, küllî bir küll-ü nurânî hükmüne geçtin.
Zîrâ, hayatı sana vermekle, cüz'iyetten bir nevi külliyete; ve insaniyeti vermekle, hakiki külliyete; ve İslâmiyeti vermekle, ulvî ve nurânî bir külliyete; ve mârifet ve muhabbeti vermekle, muhît bir nura seni çıkarmış.

İşte ey nefis! Sen bu ücreti almışsın. Ubûdiyet gibi lezzetli, nimetli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin. Halbuki, buna da tembellik ediyorsun. Eğer yarım yamalak yapsan da, güyâ eski ücretleri kâfi gelmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri mütehakkimâne istiyorsun. Ve hem, "Niçin duâm kabul olmadı?" diye nazlanıyorsun. Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır.

Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen, dâimâ rahmet ve keremine ilticâ et, Ona güven ve şu fermanı dinle:

“Onlara söyle ki, ancak Allah'ın lütfuyla ve rahmetiyle ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” (Yûnus Sûresi: 58.) (Sözler, 24. söz)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

CİSMANİYET : Cismânilik. Maddi beden sahibi olmak hâli.
CÜZ'Î : Azdan olan, parçaya âit olan, pek az, kıymetsiz.
DAİRE-İ MÜMKİNÂT : Kâinât, imkân âlemi, varlığı ve yokluğu eşit olup var veya yok olmak için Allah'ın tercihine muhtaç olan yaratıklar dâiresi. (Allah'ın dışında herşey dâire-i mümkinâttandır.)
ESMÂ-İ HÜSNÂ : Allah'ın güzel isimleri.
FETHETMİŞTİR : Açmıştır
GAYR-I MÜTENAHÎ : Sonsuz, nihayet bulmaz, bitmez.
HÁLIK-I ZÜLCELAL : Celal sahibi yaratıcı olan Cenab-ı Hak.
HASSÂSİYET : Duyarlılık, özellikli.
HAYR-I MAHZ : Hayrın tâ kendisi; mutlak hayır; tam hayır.
İLTİCÂ : Sığınma.
İNSÂNİYET-İ KÜBRÂ : En büyük insanlık. İslâmiyet.
İTİBÂRÎ : Buradaki manası: Açısından, yönüyle
KEREM : Cömertlik, lütuf, ihsan, inâyet, izzet, şeref.
KÜLLÎ : Bütüne mensup parçalardan ve fertlerden meydana gelen, umumî, bütün.
KÜLL-İ NURÂNÎ : Nurlu bütün; nurânî tam bir vücud.
MAHDUT : Sınırlandırılmış.
MAHZ-I FAZL : Fazîletin ve iyiliğin tâ kendisi.
MÂRİFET : Bilgi, bilme, tanıma, hüner, anlatma, övme.
MAT'UMÂT : Yemekler, taamlar.
MİDE-İ İNSANİYET : İnsanlık midesi.
MUHÎT : İhâta eden, herşeyi kuşatan ve herşeyi içerisine alan; etraf, çevre.
MUKADDEME-İ MÜKÂFAT-I LÂHİKA : İleride verilecek mükâfatın başlangıcı.
MUKAYYED : Bağlı, kayıtlı, sınırlı.
MÜKELLEF : Yükümlü, vazifeli. Bir şeyi yapmaya mecbur olan.
MÜTEHAKKÎMÂNE : Hükmedercesine. Zorbalık eden.
NAZ : f. Bir şeyi beğenmeyiş, şımarıklık.
NETİCE-İ NÎMET-İ SÂBIKA : Geçmişte verilen nimetin neticesi.
NİHÂYETSİZ : Sonsuz.
NİYAZ : Yalvarma, yakarma, duâ.
REZZÂK : Bütün yaratılmışların rızkını veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah.
RÛY-İ ZEMİN : Yeryüzü.
SIFAT-I MUKADDESE : Mukaddes sıfatlar. Kusursuz ve noksansız sıfatlar.
SOFRA-İ NÎMET : Nîmet sofrası.
ŞÂMİL : Kaplayan, içine alan, ihtivâ eden, çevreleyen.
TEGADDÎ : Gıdalanma, doyurma.
UBÛDİYET : Kulluk, kölelik, kul olduğunu bilip Allah'a itaat etme
ZELÎL : Aşağı, alçak, zillete düşen.
 

Risale-i Nur Haberleri