Kuvve-i şeheviyeyi intizam altına alıp insani sıfatların inkişafına zemin hazırlayan ve hukuk-u ilahiyeye bakan mesuliyetler silsilesine ibadet; kuvve-i gadabiyenin tecavüzatını durduran, keyfemayeşâ fiilleri zapt u rabt altına alan, hukuk-u insaniyeyi koruyan mükellefiyetler zincirine ise adalet denilmektedir...
İbadet; hukuk-u ilahiye itibarıyla manevi mesuliyetlerini bihakkın ifa edip yerine getirmeyi, adalet; hukuk-u ibadiye noktasında hassasiyet kesbetmeyi ve bu hukuku daimi gözetmeyi iktiza etmektedir. Rahman’ı övmeye ve sevmeye dair işler ibadet ile; insanlar tarafından sevilmeye ve güvenilmeye medar hususiyetler adaletin tesisi ile husule gelmektedir...
Siyasi ve içtimai hayatta, fertler arası irtibatlarda huzurun kaynağı, emniyet ve selametin dayanağı olan adalet; mülkün temeli ve Melik olan Rahman’ın varlığını istediği muamelenin en ekmeli kabul edilmektedir...
Bu açıdan, Allah’a imanın dâhili ispatı ibadet ile; ahiret gününe imanın harici ispatı ise adaletli muamelat ile gerçekleşmektedir. İbadet ve adaletten mahrum müslümanların İslam ile irtibat iddialarını fiili olarak ispat etmeleri mümkün görünmemektedir...
Bir yönüyle enfüsi adalet olan ibadet; abdin hissiyat ve fikriyatını, ef’al ve harekâtını, a’mal ve harekâtını zaptu rapt altına almak içindir. O halde ibadet, enfüsi adalet; adalet, içtimai ibadet olarak tarif edilebilir. Nurlu eserlerde geçen şu ifade bu manaya işaret etmektedir: “(İnsanın) fikirlerini tevsi’ ve intizam altına alan, ibadettir; şeheviye ve gazabiye kuvvelerini hadd altına alan, ibadettir... (İşarat’ul İ’caz, 85)
İbadet ve adalet kavramları ile Kur’ani maksatlardan Tevhid, Nübüvvet, Haşir ve Kıyamet kavramları arasında bir irtibat olduğu görülmektedir.
İbadetin iki kanadı vardır. Birincisi en büyük hakikat ki ibadet-i imaniye denilmektedir. Bu ise tevhid hakikatinin lisan ile ikrarını istemektedir. Tevhid; insanların Halık-ı kâinat ile şirkten azade bir imanı tesis etmeleri gerçeğini bildirmektedir. Yani tevhid hakikati; Rahman’ın zatına ve sıfatlarına sahih bir iman getirmenin çerçevesini çizmektedir...
Lisanda kelime-i tevhidin ikrarı itikadi bir adalettir. Çünkü tevhidin zıddı şirktir. Şirk ise Kur’an’da en büyük bir zulüm olarak nitelendirilmektedir. Diğeri ibadet-i ameliyedir. Bu da, iman iddiasının amel ile izhar ve ispatını gerektirmektedir...
Adalet ise, insanlar arası münasebetlerde zulümden arınmış bir muamele tarzını ifade etmektedir. Aslında birbirlerinden ayrı gibi görünen bu iki kanat aynı bedende ittihad etmektedir. Yani insanın Rahman karşısında takınacağı “tevhidi” tavrın sıhhat ve kemali, insanlar mabeyninde adaletli harekât ve muamelatın da kalitesini belirlemektedir...
O zaman şöyle bir netice rahatlıkla söylenebilir: İtikadi tevhidin sıhhat içinde kemali, içtimai tevhid olan adaletin de mükemmeliyetini intaç etmektedir...
Kur’ani maksadın ikincisi olan nübüvvet müessesesi; hem tevhidi ilan ve ispat hem ibadetin envaını izah, hem de içtimai bir ibadet olan adaletin tesisine hizmet etmektedir. Evet enfüsi adalet olan ibadeti temin, afaki ibadet olan adaleti tesis etmek nübüvvetin vazife külliyetine dâhildir.
Çünkü adalet, mülkün temeli olduğu gibi ibadet de mümin kulun en ehemmiyetli görevidir. Bu itibarla daire-i Nübüvvet; daire-i adalet ve vazife-yi ibadet adına hareket ediyor, şeklindeki bir ifade isabetli görünmektedir...
Kur’ani maksadın üçüncüsü olan haşir ve kıyametin, hesap ve mizanın ihbarı da, dünyada adaletin tesisine ve tekidine kuvvet vermektedir. Yani tevhidi anlayışa sahip müminlerin ikram ve ihsan yurdu cennet ile; şirk ve zulüm ile yaşayan insanların cehennemde tazib edileceklerinin bildirilmesi dünyada adaletli muameleleri temin etmeye, muamelattaki tecavüzatları engellemeye hizmet etmektedir...
Hâsıl-ı kelam; en mühim makasıd-ı Kur’aniye olan tevhid, nübüvvet, haşir ve kıyamete kat’i iman; enfüste ibadetin kemalini, hariçte ve içtimai manada adaletin ikmalini tevlid etmektedir. Adaletli davranmadan içtimai hayatta huzur kaybedilmekte, ibadet olmadan insani erdemler zedelenmektedir...
İlim ve marifete dair gayretlerimiz, dua ve ibadetlerimiz hadd-i zatında nefsin hürriyetini tahdit edip ibadette kemale ermek, kalp ve ruhun manevra alanlarını genişletmek içindir. Evet, insanın ilim ve marifeti, dua ve ibadeti arttığı nispette hürriyet sahası genişlemektedir. Tersi durumda benlik ve enaniyeti kuvvetlenmekte, kişiyi adaletsiz muamelata sevketmektedir...
Erkân-ı imaniyeye, yani Allah’a, meleklere, peygamberlere (a.s), kütub-u semaviyeye, haşir ve kıyamete, kaza ve kadere tahkiki bir imanı temin etmeden, içtimai hayatta hakiki bir adaletin tesisi imkânsız görünmektedir...