İnsanın, kalbinin sonsuz iklimlerine açılıp, hakiki imana doğru kanatlanması iman-amel bütünlüğüyle mümkündür. Bu yüzden insan, inandığı istikamette yaşamak ve ayrıca ameliyle de inancına payanda vurmak zorundadır.
İman, ancak namaza devam, nefsi oruçla terbiye, gönülden cimriliğin -her çeşidiyle- atılması yollarıyla takviye edilir. Yine iman, iyiliği emir, kötülükten sakındırmakla güçlendirilir. Yani dinimizin temel esasları adına ne varsa, hepsi imanın sağından solundan, önünden arkasından birer payanda mahiyetindedirler. Bu yönüyle ibadet ve itaat, "Allah'a inandım" diyen insanların, O'nun önünde bel kırıp boyun bükmelerini ifade eder. Zira inanan bir insan, yaptığı ibadet ü taatle ancak Allah'la münasebetini ortaya koymuş, O'na gerçekten inandığını ispat etmiş olur.
İbadetler, kul ile Allah arasındaki münasebetinin kopmaz ipleridir. İnsan, bu ipleri sağlamlaştırdığı nispette, ruhî yönüyle gelişmiş, melekiyet durumunu inkişaf ettirmiş olur ki, kulluğun gerçek manası da budur. Bu bağın, bir hayat boyu devam ettirilmesi gerekmektedir. Bundan dolayı Efendimiz: "İbadetlerin en faziletlisi, az da olsa devamlı olanıdır." (Buhari, Libas, 43) buyurmuşlardır.
Kalp ve ruhun uluhiyet âlemiyle münasebeti ancak ibadetle inkişaf eder. Rabb'le münasebetin gelişmesi, bu mevzuda o azaların işletilmesine bağlıdır. Nasıl ki el ve ayakla yapılan hareketler, o istikamette el ve ayağın bir kısım şeylere alışkanlığını temin eder; öyle de ruh ve kalb, ibadetlerle bir kısım meselelere karşı yatkınlık kazanır, onlardan bir korku duymaz ve bedende bir yılgınlık hasıl olmaz. Ne uykunun ağırlığı, ne yemeğin lezzeti, ne de hayatta başka zevkler, ibadete mania ve engel teşkil etmez.
Zaman