Esra Keskin Demir'in haberi:
Geçtiğimiz hafta yayımlanan bir araştırmanın sonuçlarına göre Türk toplumu muhafazakârlaştığı ölçüde dinî pratiklere yönelmiyor. Sonuçları yorumlayan uzmanlara göre dindarım demekle dindar olmak çok farklı şeyler. Yıllardır "muhafazakârlık ve dindarlık" ile ilgili söylemler ve tartışmalar bitmek bilmiyor. Bu nedenledir ki konu üzerine yüzlerce araştırma ve anket çalışması yapılıyor, akademik makaleler yazılıyor. Reklam Şirketi BDDO, Virtua Araştırma Şirketi ve MediaCat Dergisi işbirliği ile geçmişte yapılmış araştırmalar derlenmiş ve 16 ilde 250 kişi ile görüşülerek konu hakkında mülakatlar yapılmış. Sonuçlar yine ilginç!
Analiz Türkiye'de kendisini dindar olarak tanımlayanların oranıyla başlıyor: Yüzde 81. Oran 2000 yılından bu yana değişmemiş. Ama dini pratiklerde yani ibadetlerde negatif bir değişim söz konusu. Düzenli namaz kılanların oranı yüzde 31,6'dan yüzde 29,3'e; düzenli oruç tutanların oranı ise yüzde 65'ten yüzde 50'ye gerilemiş. Buna paralel olarak dinî inancının hayatına yön verdiğini söyleyenlerin oranı da yüzde 72'den yüzde 69'a düşmüş. Kendini muhafazakâr olarak tanımlayanlar ise 2003'te 21,5 iken 2007'de 24,8'e yükselmiş. Analizde, "Türk toplumu, sorulduğunda kendini dindar ve muhafazakâr olarak tanımlarken, dini pratiklerin uygulaması konusunda gittikçe daha az takipçi oluyor." deniliyor.
Bu rakamlar ve tespitlerle ilgili ilahiyatçı ve siyaset bilimcilerle görüştük. Hepsi analizde çelişkiler olduğu kanaatinde. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zeki Arslantürk, üniversitede muhafazakârlık ve dindarlık üzerine yüksek lisans ve doktora yapan öğrencilerinin hazırladığı tezlerde aksi sonuç çıktığını söylüyor. Kendi gözlemlerini de aktaran Arslantürk, "Sıradan bir insan bile camiye girip baktığında cemaatin gençleştiğini görür. Cemaat profilinin gençleşmesi dindarlıkta yükselme olduğunu gösterir. Ama namaz kılma oranına göre dini pratiklerde azalma olduğunu söyleyemeyiz. Dinî pratiklerin oranının asıl göstergesi oruç ve kurbandır." diyor.
Bulgular ve izlenimler birbirine karışıyor
Ancak BDDO Stratejiden Sorumlu Ajans Başkan Yardımcısı Haluk Sicimoğlu, araştırmada 'neden, nasıl' gibi soruların cevaplarına odaklandıklarını söylüyor. Yani araştırma sırasında yapılan bir anket yok fakat bir kişiyle 2-3 saate kadar uzayan derinlemesine mülakatlar gerçekleştirilmiş. Analizde görüşme bulgularının yanı sıra 16 ilde yapılan gözlem ve ziyaretler de önemli yer tutuyor. Ancak bulgular ve izlenimler ne yazık ki birbirine karışıyor.
Muhafazakârlık üzerine akademik çalışmaları bulunan Siyaset Bilimci Doç. Dr. Bekir Berat Özipek, "Sonuçların ne kadarı mülakatla ilgili, ne kadarı daha önce yapılan araştırmaların sonucu net değil. Araştırmacı ekibin tamamının görüşlerini yansıtıp yansıtmadığı da! Sonuçları açıklayanların zihinlerindeki muhafazakârlık tanımının da çok net olmadığı görülüyor. Bir yandan muhafazakârlık ile dindarlığı, diğer yandan da muhafazakârlık ile tutuculuğu veya statükoculuğu karıştırdıkları anlaşılıyor." diyor.
Özipek'e göre muhafazakârlık; değişim karşıtı değil, tedrici değişimi savunan, siyaset eliyle yukarıdan aşağıya zorla değiştirilmeye karşı bir düşünce geleneği. Araştırma sonuçlarını açıklayanların, "Türkiye'de muhafazakârlık; İslamcı, milliyetçi ya da Cumhuriyetçi gibi belli bir kampa özgü değil. Kendi geçmiş tasavvurunu topluma belletmeye çalışan bir söylemdir." şeklindeki yargı da bunu düşündürüyor. Özipek, "Oysa Cumhuriyet'in başındaki her şeyi olumlayanları anlatmak için kullanılması gereken kavram 'cumhuriyetçi muhafazakârlık' değil; cumhuriyetçi tutuculuk/Kemalist tutuculuk/ tatükoculuk/değişim karşıtlığı olmalıydı." diyor.
Uzmanlara göre sosyal bilimlerde "saptama" konularında ihtiyatlı olmak, mütevazı bir araştırmadan iddialı sonuçlar çıkarmamak gerek. Derinlemesine mülakatın ankete göre daha avantajlı olduğu doğru, ama bir eğilim değişimini anlamaya çalışmak söz konusuysa, farklı bir zamanda yapılmış aynı nitelikte başka araştırmanın sonuçlarını da analize dâhil etmek gerek.
Dinî pratiklerdeki değişiklik mevsimle de ilgili olabilir
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Prof. Dr. Orhan Çeker konuya farklı bir açıdan yaklaşıyor. Ona göre görüşmelerin yapıldığı ay ve mevsim sonuçlarda etkili. Yani araştırma mübarek aylarda yapılırsa dinî pratiklerde artışın olması kaçınılmaz. Yaz aylarında yapıldığında ise azalma görülebilir. Çeker, bu tezini Efendimiz Hz. Muhammed (sas)'in hadis-i şerifine dayandırıyor: "Kış müminin baharıdır. Geceleri uzundur namaz kılar, gündüzleri kısadır oruç tutar."
İbadet yapmadan kendini dindar görmek yanlış eğitim sisteminin sonucu
Araştırma sonucunda dinî pratiklerde negatif bir değişim olduğunu söyledik. Buna rağmen kendisini dindar olarak tanımlayanların sayısında bir azalma yok. Bu anlamda, "İbadet etmediği halde insanlar niçin kendini 'dindar' olarak tanımlar?" sorusunun cevabını İlahiyatçı Doç. Dr. Fatih Çollak veriyor: "İnancı gereği temel ibadetlerini (namaz, oruç, zekât vs.) yerine getiren ve 'dindar' olarak nitelenen insanların yanında, bu alanda fazla pratiği olmadığı halde meselâ, aile geçmişinde hacı veya hoca bulunan, yatırları ziyaret edip dua eden, zaman zaman cuma kılan, cenaze sebebiyle Kur'an okumak üzere eve hoca davet eden ve hatta cenaze namazı kılmadığı halde tabutun etrafında bulunan insanlar bile kendini dindar görebiliyor. Bu durum din eğitimindeki yanlışların, ihmallerin ve hatta kasıtların doğal sonucudur. Şunu da söylemek gerekir ki pratiği eksik dini hayat toplumlarda her dönem görülür. Zira pratik eylem ister ve devamlılık gerektirir. Bu da nefse zor gelen bir durumdur. 'Dindarım' demek kolayken fiilen dindarlık zordur."
Peki, gerçek anlamda dindar kimdir? İslam Hukuku Profesörü Hayrettin Karaman'a göre; 'dini bütün, dini hayatında uygulayan' kişiler dindar olarak tanımlanabilir. Bunun zıddı ise 'dinsiz' değil, 'gevşek dinli, amelsiz, eksik bilgili ve eksik uygulamalı Müslüman'dır.
Zaman