Hazreti İbrahim Aleyhisselamdan sudur olan Lauhibbul afilin (batıp gidenleri sevmem, Enam 76) hakikati, önümüzde Kurani dürbünü tutan bir tazelikte ikaz ediyor. Bu nurani kaynağın günümüze düşen ışığı ile önümüzü aydınlatmaya çalışıyoruz.
Hayatın akıcılığından sönüp giden anlar ve tazelenen hatıralar, hep bir gurbet ve yalnızlık hissi veriyor. Bunun temelinde, acz ve fakr ile yoğrulmuş insan ruhunun, rabbine sığınma ve onunla rahatlama arzusu vardır.
Ona sığınmak, Ona dayanmak ve İbrahimin Rabbine yönelmek, İbrahimvari düşünmekle olur. Bunu bize hatırlatan ve ikaz edici irşad yapan yüce mesaj, uful edenlerin/batanların, yani doğup ölenlerin hakiki sevgiyi koruyamacağını hatırlatıyor.
Mecazi aşktan hakiki aşka yüzleri çeviren, muhabbetin kaynağına ve sevginin tohumlarına ilahi sırrı yerleştiren, kainatın muhabbet iksirini peygamberler üzerinden Allaha ulaştıran bir hikmetin ince dokusu, bizi rahatlatmaktadır.
İbrahimvari hakikat, ateşin suya teslim olduğu mucizevi haldir. Can varlığı olan oğlu İsmaili ilahi emirle kurban etme emniyeti ve kabullenişi, kulluğun en büyük mertebesine çıkaran bir imtihandır. Tamamen bir hafıza berraklığı, niyet sığınağı ve cennet tadında rabbine güvenme ve emrine uyma bahtiyarlığıdır.
İbrahimvari muhabbet ehli, Halil İbrahim sofraları ile bereketlenir. Dostluğa, rızaya, kadre ve kıymete kapı açar. Bütün bu kapılar beşeri değil, rahmanidir. Nefsi değil insanidir. Hissi değil vicdanidir. Akli değil kalbidir. Daha doğrusu birbirini terfi ettiren nurani zincirlerin maksada götüren halkalarıdır.
Böyle bakınca, Kabenin mimarı, gönül Kabemizin de muhabbet saikidir. Bizi kendine çağırır, bizi kendine yaklaştırır. Bizi bizimle başbaşa bıraktırmayacak kadar nefsimizden uzaklaştırır.
İbrahim Aleyhisselamın, enbiya silsilesine rehberlik eden ve onun nesebinden bu güne gelen al-i ibrahim sırrı, bizi celbediyor. Nuraniyet tecellilerine gark ediyor.
Makam-ı İbrahimin, Kabedeki muhteşem manevi abidesi ile müminlerin ihtiram kapısı olmakta ve Peygamberimizin şahsında geçmiş bütün peygamberleri temsilen var olan bir temsilin teslimiyet bayrağını göstermektedir.
Bereketin topraktan mideye, rahmetten feyze ve oruçtan sevaba geçen inkişafı, İbrahimvari ihlasın, sadakatin ve emre amade bir kulluğun mazhar olduğu bir lütuftur.
Bediüzzamanın beni ağlattırdı dediği Lauhibbul afilin, tevhidin sebeplerden tecerrüt etmiş ve Rabbi Rahimini melce yapmış bir imanın hüzünlenen kalbine sürur merhemi olmaktadır.
Ateş, İbrahimvari olanı yakmadı. Çünkü,Soğuk ve selametli ol emrini alan ateş, diğer mevcudat gibi Hazreti İbrahimin şahsında, Nemrudane zulmün pençesine peygamberini atmadı.
Ateş yakıcı iken tersine döndü. Gönül ateşine tahvil oldu. O ateş ki, kainatı muhabbetleştirdi. Mevcudatın zevallerine ümit oldu. Gidenler gelenlere miras bıraktı, kainatın ahengini ve derakap vaziyetini.
İbrahim milletinden olmak, onun nesline layık olmak ve onun bereketine mazhar olmak, her müminin en kalbi niyaz ve duası olarak günümüze kadar gelmektedir.
Ateşin yakmadığı Hazreti İbrahim misali, günah ateşinden koruyacak olan takva zırhına bürünmnüş ihlaslı haller, ilahi inayetin tecellisine mazhar olur. İslam dünyasında müminler için böyle tezahür dilemek, Ramazan mübarekiyetinde dualarımızın kabulü için iyi bir vesiledir.
Ruh, İbrahimvari uful edenlerden elini çektikçe sonsuz bir hazzın fıtratla buluşan kalbi niyazına yakınlaşıyor. Kalb mecazi muhabbetlerden arındıkça, içindeki lezzetin şuuruna varıyor.
Öyleyse, Haliliye mesleğinin yol göstericiliğinde, hillet olan En yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert arkadaş olmak iktiza eder.
Bu muvaffakiyet, İbrahimvari ihlasın Rabbine götüren en büyük mevvesidir.