İlmi keşiflerin insan hayatını kolaylaştırmasının Allah tarafından ilham ile beşerin önünü açmak olduğu görülüyor. Bediüzzaman insana Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla ettiği ilhamlarla insanların terakkide önlerini açtığını ve hayatın insanın ihtiyaçlarına uygun bir şekilde geniş boyutlar kazandığını gösteriyor.
“Beşerin sanat ve fen cihetindeki terakkiyatlarının neticesi olan havarık-ı sanat ve garaib-i fen olarak tayyare, elektirik, şimendifer, telgraf gibi şeyler vücuda gelmiş ve beşerin hayat-ı maddiyesinde en büyük mevki makam almışlar. Elbette umum nev-i beşere hitap eden Kur’an-ı Hakim şunları mühmel bırakmaz. Evet bırakmamış iki cihetle onlara da işaret etmiştir. Birinci cihet, Mucizat-ı enbiya suretiyle. Kur’an-ı Hakim enbiyaları insanın cemaatlerine terakkiyat-ı maneviye cihetinde birer pişdar ve imam gönderdiği gibi, yine insanların terakkiyat-ı maddiye suretinde dahi o enbiyanın herbirisinin eline bazı harikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstad etmiştir, onlara mutlak olarak ittibaa emrediyor.“ (Sözler 344)
Daha sonraki yüzyıllarda da yine insanlığın hayatı kolaylaştıran bazı keşifleri bazı özel insanlarla yaptığı ilhamları Allah yapıyor, insanın hayatı tıkanmıyor, önü açılıyor. Radyumun keşfi bunlardan biridir. Radyum, 1898 yılında Fransız fizikçileri Pierre Curie ve eşi Marie Curie tarafından bulunan, 700 °C de eriyen, soğukta suyu ayrıştıran, ışın etkinliği çok bir elementtir.
Radyumun günümüzde en büyük kullanım alanı şualanma özelliğidir. Özellikle tıbbi alanda kanser hastalıkları üzerinde önemli bir yeri olan bu element, bu kullanım alanı sayesinde birçok hastanın umudu olmuştur. Genellikle saf olarak kullanılan bu element bazen sülfat tuzu haline getirilerek kullanılabilir. Bu elementin bulunduğu tüplerin rengi ise genellikle gümüş gri rengindedir.
Radyum Tedavisi Radyum elementinin radyoaktif özelliklerinden tıpta tedavi gayesiyle faydalanılması. Radyum, özellikle bazı urların tedavisinde ve nadiren gelişim süresinde dokularda meydana gelen bozuklukların tedavisinde kullanılır.
Radyumun yaydığı alfa, beta, gamma ışınlarından sadece gamma ışınlarının x ışınları gibi biyolojik etkisi vardır. Tedavi sırasında alfa, beta ışınlarının faydasız veya zararlı etkisi platin filtrelerle önlenir. Bu sebepten radyum tedavisi, içinde belli dozda radyum sülfat bulunan platin, altın veya gümüş tüpler aracılığıyla uygulanır. Gamma ışınları, organizmada çok çabuk çoğalan genç hücreleri yok edici etkisi sebebiyle, tedavide kullanılmaktadır. Dolayısıyla tehlikeli urlara karşı çok istifade edilmektedir.
Tekerleğin icadı da yine insanların taşıma işlemini kolaylaştırmıştır.
Tekerlek, icadı milattan önceki yıllara dayanan oldukça önemli bir araçtır. Bu süreç içinde sıklıkla savaşlarda araç olarak kullanılmış ve savaşların kaderini değiştirmiştir. Önceleri iki tekerlek olan araçlar sonraları dörde çıkmış ama hala tamamlanamamıştır. Bu dönemlerde ön tekerlekler hareket etmez biçimdedir. Zaman içerisinde akıl edilerek atlarla bağ kurulmuş ve atların hareketleriyle tekerleklerin hareket etmesi sağlanmıştır. Tekerleğin bu şekilde kullanıldığı at arabaları ilk arabalardır denebilir.
Bu arabalar Mısır’ın, Asur toplumunun kaderini değiştirmiştir. Günümüzde kullanılan tekerleklerin çeşit çeşit olması gerçekten büyük bir kolaylıktır. Önceleri insanlar zor şartlarda tekerler üretip kullanırken; onların sayelerinde icat edilmiş tekerleğin günümüzde birçok çeşidi bulunabilmektedir.
Tarihimizin kıymetini bilmek tam olarak bu gibi nedenlerle önemlidir. Günümüzde kullandığımız birçok aracın ve malzemenin keşfinin temelleri geçmiş dönemlerde atılmıştır.
Tekerlek ya da teker olarak bilinen araç; daire, çember biçiminde, belirli bir eksen etrafında dönen ve sıklıkla taşımacılık alanında kullanılan bir araçtır. Tek parça şeklinde ya da merkezden dışa doğru parmaklı modelleri de vardır. Çalışma prensibi ise; oldukça basittir. Bir dingil, dönme hareketi sayesinde sürtünme kuvvetini yener. Tekerleğin dönebilmesi için yer çekimine, yüzeyle temas sağlayacak dış kuvvetlere ihtiyacı vardır. Tekerlek ya da teker olarak bilinen araç; daire, çember biçiminde, belirli bir eksen etrafında dönen ve sıklıkla taşımacılık alanında kullanılan bir araçtır. Tek parça şeklinde ya da merkezden dışa doğru parmaklı modelleri de vardır. Çalışma prensibi ise; oldukça basittir. Bir dingil, dönme hareketi sayesinde sürtünme kuvvetini yener. Tekerleğin dönebilmesi için yer çekimine, yüzeyle temas sağlayacak dış kuvvetlere ihtiyacı vardır.
Tekerleğin bulunmasında Amerikalı başarılı arkeolog Speiser etkili olmuştur. Gawra civarında M.Ö. 3000 yıllarına ait tekerleği araştırmalar esnasında bulmuştur. İngiliz kökenli olan arkeolog Woolley ise; Ur’da M.Ö. 2950 yıllarından kalan bir mezar üzerinde çalışırken tekerlek çıkartmıştır. Eski tarihlerde nasıl bir ihtiyaç tekerleği icat etmeye neden olmuştur bilinmemektedir.
Frugier’in varsayımlarına göre Yontma Taş Çağı’nın başlangıcından itibaren insanlar taşıma aracı ihtiyacı duymuştur. Bu soruna çareler düşünülürken, kesilen bir ağacın yuvarlandığını fark etmişler ve iki ağaç kütüğünü bir araya getirerek, yüklerinin bunun üzerine koymayı akıl etmişlerdir.
Eski insanlar, zor şartlarda ve malzeme sıkıntıyla bile arabaları icat etmeyi başarmıştır. Eski araçlarda sürücüler, ata binermiş şeklinde iki tekerlek üzerine konan bir eyer üzerine oturmaktaydı. Bu taslak hızla geliştirildi ve iki tekerli araçtan dört tekerlekleri araçlar gelişti. Ancak bu dönemde tekerleklerin ön tarafta olanları sabit durmaktaydı. Zaman içerisinde arabaları kayışlar sayesinde atlara bağladılar ve bu şekilde kullandılar. Arabaların beygir gücü ile tabir edilen durumunun da buradan geldiği düşünülmektedir. (Beygir gücü nedir?)
M.Ö. 2000 yılında Mezopotamya topraklarında görülen atlı arabalar, ilerleyerek Sami ırkından olan Hiksosların etkisi ile Mısır’a girmiştir. Böylece Firavun ordusunda, 1917 yılındaki ilk müttefik tankların Almanlar üzerinde meydana getirdiği korkuya ve paniğe benzer bir durum yaşanmıştır. Mısırlılar hayvan gücü olarak o sıralar öküz ve eşekten faydalanırlarken; başlarına gelen durumdan hızlıca ders çıkartmayı da biliyorlardı. İstilacı askerleri Mısır’dan çıkartır çıkartmaz, öğrendikleri savaş aracını kullanmaya başladılar. O kadar benimsemişlerdir ki Mısır tarihinin en parlak dönemlerinden kalan belgeler, Firavun’u savaş arabası üzerinde, tek eliyle dizginleri tutarken diğer eliyle düşmanın hakkından gelir şekilde göstermiştir. Bu durumu izleyen on yüzyıl süresince arabalar, savaş alanlarında fetih etmek amacına hizmet etmişlerdir.
Asurlular, M.Ö. 1000 yılında sürücünün kullandığı ve iki savaşçıyı çeken çift at ile hazırlanmış arabaları sayesinde dünyaya egemen olmuşlardır. Asur kralı Surgon, birçok şehri, güçlü savaş araçları haline gelen arabalarla kuşatmış ve fethetmiştir. Bu arabaların tekerlek üzerine oturtulmuş, ağır silahlarla şehir kapılarına saldırılar yapılmış ve başarıyla çıkılmıştır. Savaşçılar kalkanların ardına saklanırken aynı zamanda kale duvarlarının üzerine yürüyebilmiştir. Daha çok savaş döneminde faydası görülen tekerlek, sonraki süreçte hemen her taşıma aracında kullanılmış bir araçtır.
Kısacası tekerler dünyanın kaderini değiştirmiş ve tüm dengeleri yerinden oynatmıştır denebilir. Tekerlek bulunmasaydı savaşlar farklı gelişebilir ve galip olanlar farklı olabilirdi. Eski dönemlerde bu şekilde üretilen ve kullanılan tekerleğin günümüzde kullanılan tekerleğin oluşturulmasında etkisi ise tartışılmaz.
Elektiriğin icadı
Büyük şehirlerin aydınlatılması hem pahalı ve zor bir işti. Elektriğin icadı hem aydınlatmada hem de birçok konularda çekilen enerjiyi temin etmiştir. Tamamen Allah’ın ilhamı ve insana olan Rahmeti ve Merhametinin tezahürüdür. Edison’un ikibine yakın deneyden sonra ampulü bulması daha harika bir buluştur. Asistanı “Efendim bu kadar madde denediniz, bulamadınız“ der. O da “elektriği ilham eden Allah onu yansıtan maddeyi de yaratmıştır“ der ve ampulü bulur.
Kömürün sanayide kullanımı, kömürün sanayiye adapte olması sanayinin gelişmesini sağlamıştır, enerji sorununu halletmiştir. Petrolün sadece Arapların tezekleri bandırıp yaktıkları bir madde iken birden otomobillerde kullanılması, daha başka kullanım alanları yine Allah’ın büyük bir ilhamıdır.
Antibiyotikin icadı
Antibiyotikler icad edilmeden önce küçük salgın hastalıklar bile binlerce insanın ölümünü doğuruyordu. Ama icad sonrası insanlar daha sağlıklı yaşamaya başlamışlardır. Geçmişte peygamberler ile insanların önünü açan ve hayatını kolaylaştıran Allah şimdi de bunlar sayesinde yine insanlığın hayatını ve önünü açmıştır.
1928 yılında, Londra’nın St. Mary’s Hastanesi’nde çalışmalarını sürdüren Prof, AIexander Fleming, tıp tarihinde devrim yaratan ilk antibiyotiği, yani “penisilin”i bir rastlantı sonucu buldu. Ancak Fleming, bu büyük keşfiyle elde ettiği maddenin uzun süre kalıcı olmasını başaramadı. Penisilinin mikrop öldürücü özellikleri, birkaç gün içinde ortadan kayboluyordu. 1940 yılında Oxford Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdüren iki bilim adamı, Avusturya asıllı Howard Florey ve Alman asıllı Ernst Chain, penisilinin özelliklerinin kalıcı olmasını sağladılar. 1945 yılında, Fleming, Florey ve Chain, Nobel Tıp Ödülü’nü paylaştılar
Bir mikroorganizma tarafından yapılan ve başka mikroorganizmaları öldüren veya üremelerine mani olan maddelere antibiyortik adı verilmektedir. Sayıları yüzleri bulan ve çoğu ticarette kullanılmayan antibiyotiklerin bir kısmı doğal maddelerden yarı sentetik olarak imal edilmektedir. Bugün bu yarı sentetik maddeler de antibiyotik genel ismi altında kullanılmaktadır. Doğal antibiyotikler bitkilerde, özellikle küf mantarlarında bulunurlar. Antibiyotikler mikroplu hastalıklara karşı kullanılan ve yıllar öncesinden bilinen en etkili ilaçlardır. Geçmişte, insan vücudundaki bakterilerden bazıları doğal antibiyotiklerle yok edilmeye çalışılıyordu. Buna en iyi örnek, yurdumuzun doğu bölgesinde, çıbanların peynir küfü ile tedavi edilmesi gösterilmektedir.1928 yılında, Londra’nın St. Mary’s Hastanesi’nde çalışmalarını sürdüren Prof. AIexander Fleming, tıp tarihinde devrim yaratan ilk antibiyotiği, yani “penisilin”i bir rastlantı sonucu buldu. Bir küf parçasının tesadüfen bir bakteri kültürünün içine düşmesi antibiyotiklerin keşfine yol açtı. Sir Alexander Flemming, küfün, yakınındaki bakterileri öldürdüğünü ve bu küfün çok bulunan penicillum cinsinden olduğunu gördü. Daha sonraki araştırmalarda bu küften meydana gelen kimyasal maddelerin insan vücuduna zarar vermediği ortaya çıktı. Antibiyotiklerdeki bu gelişme; zatürre, zatülcenb, frengi gibi çok önemli hastalıkların tedavisinde büyük kolaylıklar sağladı. Ancak Fleming, bu büyük keşfiyle elde ettiği maddenin uzun süre kalıcı olmasını başaramadı. Penisilinin mikrop öldürücü özellikleri, birkaç gün içinde ortadan kayboluyordu. 1940 yılında Oxford Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdüren iki bilim adamı, Avusturya asıllı Howard Florey ve Alman asıllı Ernst Chain, penisilinin özelliklerinin kalıcı olmasını sağladılar. 1945 yılında, Fleming, Florey ve Chain, Nobel Tıp Ödülü’nü paylaştılar.İkinci Dünya Savaşı sırasında bu araştırmalara hız verildi. Antibiyotiklerin bol ve ucuz bir şekilde elde edilmesine başlandı. Zamanla kimyasal olarak da antibiyotikler elde edildi. Mesela kloramfenikol bu şekilde elde edilen bir antibiyotiktir. Sayıları gittikçe artan antibiyotiklerin varlığına rağmen hastalık yapıcı mikroorganizmalar tamamen mağlup edilememiştir. Mikroorganizma, antibiyotiğe doğal direnç gösterebildiği gibi, bu direnci sonradan da kazanabilmektedir.
Allah kainatta vakti geldikçe yine insana Rahmetinden, merhametinden dolayı daha nice ilhamlar birilerinin, çalışan birilerinin duyarlığı ve zekasıyla ortaya koyacaktır. Yeter ki insanlar ona olan teşekkür borçlarını yerine getirsinler. Bütün bu icadlar ateistlerin bile bu ilhamları yapan Allah’a secde etmesini gerektirir. Nevton “Allah’ın yaratığı kainat bir sırlar deposudur, okyanusudur. Ben kıyıda birkaç taş buldum” demiş. Ancak çalışarak bunlar bulunabilir. Bediüzzaman’ın davasının hukukunu Bekir Berk büyük avukatlık dehasıyla kurtarmış “Seni bana Allah gönderdi” iltifatıyla karşılaşmıştır. “Ahirette ikimiz yan yanayız“ demiş. Gerisi sair çalışanlara ve diğer gamlara…