“Dördüncü burhan: Âlem-i gayb ve şehadetin nokta-i iltisakı ve berzahı ve iki âlemden birbirine gelen seyyârâtın mültekası ‘vicdan’ denilen fıtrat-ı zîşuurdur. Evet, fıtrat ve vicdan akla bir penceredir, tevhidin şuâını neşrederler.” Mesnevî-i Nuriye’den.
Dürüstlükle baksan sen de göreceksin arkadaşım: Çok da cesur değiliz aslında. Cür’etimiz sahte. Cür’etimiz isbat-ı vücudumuz. “Ben de varım!” çığlığımız. Yapmacıklığımız. Kalabalık birşeyin peşinde koştuğu zaman “Doğru yöne mi gidiyoruz?” diyecek gücümüz yok. Demek ancak kalabalıkla varoluruz biz. Karşısında varolamayız. Sınamayacak kadar çekingeniz asabiyet kokulu haykırışları. Atalarımızın dininden kurtulduk vahy-i semavi ile, elhamdülillah, ama ahlakından büsbütün kurtulamadık. İbrahimler yakılırken izlemeye toplanırız o büyük ateşi. Firavunlar bizi küçümser, lakin biz yine de Firavun’un ‘biz’lik tanımını hayran, itaat ederiz. Karun’a imreniriz. Samirî’ye kapılırız. ‘Cesaret’ diye kurtla boğuşmaya demezler sadece hem. Öyle cesaret öküzlerde de olur. Medeninin cesareti başka türlüdür. O hakikatle çeliştiğinde şehrine karşı direnmeye çalışır. Kalabalığa, kemiyete, genel de olsa haksız olana. Bu yüzden ‘şehrin öte yanından gelen adam’lar övülür Kur’an’da. Onlar zor zamanda doğruyu söyleyebilen insanlardır.
Evet. Medenî cesaret başka türlüdür. Tahkik ile ayakta durmaya gayret eder. İnzivası beynindedir. Uzleti kalbindedir. Yaslanacağı duvarı hakta arar. Soruların düşmanı değildir. Taşıyabilirse hayatı ahlakındadır. Gariptir böylesi durumlarda yalnız kalabilmeyi seçtiği için. Garibüzzamandır. Vicdanının sancısına tutundukça cehenneme akan sellerden kurtulur. “Allah sabredenlerle beraberdir...” hakikatine sığınır ‘acele etmediği için suçlandığını’ her anda. Halbuki bilir. Çok da tecrübe etmiştir. Teenni hikmetin yarısıdır.
Kapılmayı seviyoruz arkadaşım. Çünkü kapılmak kanatlarımızı dinlendiriyor. Birşeyi herkes yaparken yapmak daha kolay. Hem yol açmak da gerekmiyor. Kazlar gibi öndekinin yardığı havada ilerliyoruz. Akıl istirahatte. Dikkat atalette. Kalp bilmem kaçıncı rüyasını görüyor. Kimse zıttını söylemiyor. “Acaba?” yok. Kalmamış. Hayatı otomatik pilota almak denilmeye seza bir rahatlık. Vay be! Oh be! Kolay olanı seçiyoruz biz de. “Ben de herkes gibiyim!” diyoruz geçiyoruz. Fakat, vicdanı olmaya soyunmuşsak birşeylerin, ilk yapmamız gereken öfkeyle yürüyenleri—sayılarına bakmadan hem de—durdurmak değil mi? Vicdan bunu yapar. Vicdan hayatın ‘acaba’sıdır. Âdemiyetin içine bırakılmış bir pusuladır.
Vurgu azı çoğa galip eder arkadaşım. Öfke vurgudur. Yanlışı doğru gösterir bir sihirdir. Duyguların içinde böyle cerbezeden anlayanlar çok var. Galatları kendi renkleriyle bulayarak doğru gösteriyorlar. Bir de kalabalığı kendilerinden yana bulmuşlarsa iyice coşarlar. Neden? Çünkü kesret sarhoş edicidir. Ötesi berimizin müsekkinidir. Dışarısı içimizden kaçışımızdır. “Azı sarhoş edenin çoğu da haramdır.” İşte onlara kapıldığında, sana hakiki doğruyu gösteren, gürlemeyen ama inleyen sestir vicdan. Mürşidimin tabiriyle ‘insanın fıtrat-ı zişuuru.’ Hiçbir içkinin sarhoş edemediği yeri. Yaratıldığı üzere yaşamayı unutmayan yanı. Kendiliğine çağrısı.
Vicdan bir bıçak yarası değil, sızıdır, nazlıdır. Mehri dikkattir. Nazarın ondaysa kapılırsın. Kulak veriyorsan duyarsın. Arıyorsan bulursun. Aldırıyorsan alınırsın. Görmek istemeyeni iradesini elinden alacak şekilde baskılayıp engelle(ye)mez. Müşterisinin müşterisidir. Dinleyicisinin duyurucusudur. Say ki: Alıcısının bağrışına koşan sıradışı pazarcıdır. Esasında vicdan bu haliyle beşeriyette yaratılmış bir mucizedir. Lakin her mucize gibi “Akla kapı açar. İhtiyarı elden almaz.” Kolluyorsan onu işitebilirsin. Endişesi olmayanı hiçbir ihtar adam edemez. Belki Bediüzzaman’ı da ‘dört burhan-ı küllî’ içinde ‘vicdanı’ sayıp sonra ‘üç küllî muallim’de onu anmamaya iten budur: Vicdanın sahibinin seçimleriyle çürüyebilir bir yanı vardır. Hatta demiştir ya arkadaşım:“Mürtedin vicdanı tamam bozulduğundan hayat-ı içtimaiyeye zehir olur.”