İnsan, idealleri ile gerçekleri arasında çabalar durur. Fikir kalitesi, hayatı anlamlandırıcı zemine çekerken, günlük sorumluluklar ve ihtiyaçlar listesi zihni meşgul eder. İkisi arasında dengeyi bulmak, günümüzün en zor meselesi.
Temel ihtiyaçlar listesi, sadece şahsımızdan ibaret değil. Aile fertlerinin beklentileri ile kendi ihtiyaçlarımızın zorunlulukları arasında bir paralellik olmadığında denge bozulmaktadır.
Düşünce insanları için, "evlad-ü iyal" endişesi ve yetememezlik, çağımızın en büyük handikabı. Öyle ki, iktisadın temel kabullerinden arz ve talep dengesini sağlamak kolay değil.
Özellikle, hamiyetle fikir kol kola mecralarında akmaya çalışıyorlarsa, rutin hayatın ezberlerinin dışına çıkıyorsanız ve minnetsiz bir hayatın istiğna gezegeninde yaşamak istiyorsanız, bu dünya gezegeninde bir tuhaflık yaşarsınız. Akleden kalbimiz, ne hikmetse dünyaya ait aklımızdan fersah fersah ilerdeyken, sathi aklın mekanik kazanç erbabı karşısında biçare düşersiniz. Hayatın meşakkat ritmi ve hamiyetin diğergamlığı yakanıza yapışır. Sizi kendinde tutar. Lal olmuş bir avare, aklını kaybetmiş bir divane olursunuz.
Hüznünüze katık olmuş dertleriniz vardır. Ruhunuzun vicdani serencamına yoldaş olmuş ulvi heyecanlarınız vardır. Anlaşılmaz birisinizdir artık. Akıllı kazançtan ve faydacı diyalogtan vazgeçmenin ödülüdür bu.
Endüstriyel çağın azgın talep ve hırslarına talipli insanın, bu haz veren gidişatın frenine basıp kendini iç idrake teslim etmesi, elbette ki ciddi bir cehd ve irade ister.
Marifet kapılarını aralama maliyeti, dünyanın terkidir. Bu da fiilen alışıp, kalben bağlanmamaktır. Kalben bağlanmadığınız dünya ise sizi yalancı seven gibi gördüğü için cezayı basıyor. Hem onunla hem onsuz bir hal bu. Haliyle, kendisine kalben ve fiilen bağlanmış olanı teslim alıyor, ona kazanma hırsı aşılıyor, tamamen kendine meftun ediyor.
İşte dünyanın iki ara bir dere hali bu. İki yakanız bir araya gelmediğinde akıl verenlerin dünya aklı ile "beni dünyaya çağırma, ona geldim fena gördüm."(Sözler, 301) ikazının kulağımızda çınlayan sesi, birbiriyle çatışıyor.
İşte burada, hangisine ne kadar zaman ve odaklanma bütçesi ayıracağız?
Teorik aklın tavsiyeleri mi yoksa pratik faydaların fırsat avcılığı mı?
Ya da ikisinin dışında bir yol mu?
Bu konularda emir ve nehiyler belli iken, hayat nizamı çerçeveler elimizdeyken, bunu uygulamak ve onu sağlayacak bir şuur ve iradeye erişmek zorlu yolun habercisi. Hakikatin çetin ve sebat isteyen maverası burada başlıyor.
Kalbin keşifleri ile aklın dürbünleri aynı menzilleri müşahede edebiliyorsa, kendinden vazgeçebiliyorsa, "faniyim, fani olanı istemem, isterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim"(Sözler, 639) diyebiliyor ve peşine düşüyorsa, dünyada yaşamanın halleri de biraz tuhaf oluyor. Üstüne üstlük, pazara gidilecek, trafiğe çıkılacak, alışveriş, giyim kuşam, günlük siyasi ve politik polemiklerin cenderesi olan konuşma ve haberler, gittikçe yayılan "fikr-i infiradi ve tasavvur-u şahsi"(Münazarat, 83) sendromlarının dış etkilere açık opürtünist algıları ve hakikatle yüzleşmekten uzaklaştıran bilgi benliğinin türbülansı içinde.
Ne mi söylüyorum?
Düşünmeye değer bir soru.
Cevabı herkesin kendi aynasında gördüklerine göre değişir. Ortak nazar ise, ortak marifet ve şuurla birlikte irade ister.
Hayatın türbülansları değişiklik arz eder. Dalgaların boyu, önüne kattığı varlıkları geçtiğinde tsunamisine yakalanır. Kendisini çevreleyen problemler yumağı içinde boğuşur durur. Başını kaldırıp düze çıkma derdine düşer. Kaynaklarının yetersizliğinden, karındaşlarının ilgisizliğinden ve kardeşlerinin netameli hallerinden dem vurmaya başlar. Kendince çözmeye çabalar dünyanın yükünü. Çıkamaz içinden. Başardığında kaybettiğinin farkına varamayacağı kazançlara sürüklenir. Dünya onu yutar. Bir damla, bir akçe, bir taltif, bir makam ve bir iltifat onu çevirir kendi etrafında.
İşte kalben dünyanın terkedilmesi gerektiğini öğretecek bu ızdırap dolu coşkular ve kayıplı yıllardan sıyrılacak bir silkiniş ve çıkış arama yolu hep ıskalanır ve ötelenir. Yanlış şıklar üzerinden ilerlemeye devam edilir.
Sonuçta, “Ba’de harabil basre” yaşanır. Eseflerin bulutlara sardığı nedametler kol gezer. Hakikat gizlenir ve beşer kendini hakikat zannetme handikabına düşer. Çatışmaların yoğunlaştığı bu vadide, elde edilenin dünyaca bir kıymeti varsa da, mazrufsuz bir zarfın kıymeti harbiyesi kadardır.