Bizim siyasi tarihimiz birkaç tip insan üretmiş, bunların bir kısmı iş yapmak geliştirmekten uzak zadece belli fikirler üretmişler bunlar milli veya dini söylemler olabilir. Onların hazır sloganları topluma ve gençliğe yansımış, ama dini ve milliyeti tam gibi görünen insanlar Türkiye’ye yenilikler, yeni işalanları ve uygarlık parametreleri getirememişler. Bunların dışında bir devlet adamları grupları var ki, onlar ise hazır ideolojik reçeteler sunmamışlar ama ülkenin gereği olan kalkınmanın temel eksikliklerini yerine getirmişler, ideolojik söylemleri olmadığı için de bu insanlar gençlik tarafından takib edimemiş, gençlik yine dini ve milli hislere tercüman olan kişilerin arkasında halkalanmıştır.
Menderes, Demirel, Özal, Erdoğan büyük oranda işkolik kişiler. Erdoğan bazı yönleri ile öncekilerden farklı ise de o da eksikleri gören ve medeniyet projesini yerine getirmeye çabalayan işkoliklerden birisi. Menderes, Celal Bayar ve Demirel Seyhan Barajı’nın açılışında birliktedirler. Bayar konuşmakta Demirel henüz otuz yaşındadır, yanında yine rahmetli Menderes bulunmaktadır. O Menderes icraatlar ile ülkesini yolları, barajları, ışığı, fabrikası, olan bir ülke konumuna hıza götürürken, kendi ve arkadaşları Yassıada’ya götürülürler. Türkiye’nin önüne hep sinsi insanlar taş koymuşlar, Menderes ve arkadaşlarının bir suçları yok, suçları onlarca yıl savaşmış yorgun düşmüş bir büyük milleti medeniyete uygun yaşatmak, ama bu milletiuygar ve medeni yaşatmak istemeyen harici güçlerin akılsız maşaları onları idam sehpasına göndermiş.
Sultan Abdülaziz’i tahttan indirip, daha sonra bileklerini keserek öldüren sinsi güç ne Sultan Hamid Hazretlerini tahtan indirenler de aynı güçlerdi. Hareket ordusunu hazırlayıp sözde şeriat istenen istanbul’u sakinleştirmek isteyenler, İngiliz oyunu ile oyunu tezgahladılar, aynı İngiliz oyunu istanbul’ da garip safdil Müslümanları sokağa döktüler, “şeriat isteriz” dediler. Bu oltaya gelen insanları sirkeci’ye kadar kurulan idam sehpalarında astılar. Derviş Vahdeti uzun yıllar Kıbrıs’ta kalmış İngilizce öğrenmiş neden gerekmişse, bir provakatör olarak istanbul’a varmıştı. O sadece bir figürandı, ama asıl sahneyi hazırlayanlara karşı tarih hüküm veremedi, çünkü oyun çok boyutlu olarak düzenlenmişti. Hedef şeriat isteyenler değil, hedef ülkeyi otuz yılı aşkın idare eden bir hükümdarı devirmekti. Sultanın devrilmesinden sonra Osmanlı’nın kaderi artık düzelmedi. Bediüzzaman “ Biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvasıta müteharrikiz, Avrupa orada üflüyor biz burada oynuyoruz “ diyor. Otuz bir Mart’daki harici gücü görüyor tesirini azaltıyor ama önünü almaya gücü yetmiyor. Bediüzzaman sürekli karıştırılan Türk siyasi tarihini bildiği için daima bu dalaverelerin önünde milletin birliğini temine azami gayret göstermiş bir cümle ile “Tevhid-i imani tevhidi kulubu ister”imanda birlik kalplerin de birliğini ister. Nerede birlik varsa orada olmuş orayı işaret etmiş.
Demirel Bediüzzaman’ın birlik siyasetini uygulamış, milleti birleştirmeye çalışmış, o siyasi istikrarın ekonomik ve refahın kapısı olduğunu görmüş, ikisi de Isparta’dan dünya açılmış iki insan ikisi de işkolik, Bediüzzaman çalışmadığı an ve zaman yok, dünyanın en büyük telif ve dağıtım şirketini kurmuş, adeta Demirel yollarla, elektirik şebekeleriile, barajlarla ördüğü ülkeye Bediüzzaman da manevi güçleri ağlar ile ülkeye dünyaya yaymış, kırk ülkeye yaşadığı dönemde eserlerini göndermiş, çünkü tevhidi imani olmadan başka tevhitleri gerçekleştirmek mümkün değildir.
Türkiye’de ideolojik liderlerin kralı olduğu bir alan yok, biri yollar, barajlar, şehir şebekelerinin kralı olurken onlar ne mutlu çalışana, üretene, pastayı büyütene değil, ne mutlu falan olana demişler. İnsanlara iş yapmayı öğretmeyen teorik bir eğitimin arkasından gençlik hazır yicici ancak belli slogan kalıplarına göre düşünen insanlar olmuşlar.
Düğünü olmaktadır, Burdur’da bir şantiyede çalışmaktadır Demirel düğünün üçüncü günü hala ortada yoktur, galiba amcası gider onu getirir. Urfa’nın kaderini değiştirmek için koşar, “çizmeleri giyer, çadırlarda yatarım, gapımı kimseye gaptırmam” demiş.
On saati aşkın tashihlerle uğrayıp, sabahlara kadar dua eden, bilmediğimiz gaybi güçlerle oturan konuşan, talebelerini meşgul olmadığı zamanlarda ayıplayan, boş konuşma ve boşluğu en büyük düşman telakki eden bir büyük insan Bediüzzaman. “otuz beş yıldır filozoflara vuruyorum” diyen insanın kafası bir mücadele ve müzakere odası, bunun kimse de farkında değil.
Menderes, Demirel’in zekasını hissetmiş, onu Amerika’ya göndermiş, sular, barajlar ve şehir şebekeleri konusunda eğitime itmiş, otuz yaşında genel müdür olmuş, koca ülkeyi nasıl kalkındırıp aş ve iş üretmiş. Demirel’e yapılanlar ile Menderes’e yapılanlar, ya Bediüzzaman’a yapılanlar hepsinin ortak paydası sinsi güçlerin bu ülkeyi uygar ve dindar görmek istemeyişinden dolayıdır. 12 Mart’da Türk ekonomisi take off noktasında tam kalkışa geçmişken asakiri mukteziye önüne taş koymuş, Amerika’da çocuklar iyi iş başardılar diye memnuniyetlerini hissetmişler. Aynı güç Erdoğan’ı yıkmak için bütün güçlerini fesad orduları şeklinde ülkeye yaydı. Onu indiren güçler ile Demirel’i A Hamid’i, Abdülaziz’i indiren aynı sinsi seneryodur. Ama Süleyman Nazif”sen sabret zaman sabretmez” diyor. Biraz da mıhına vuralım, gerilimler, kutuplaşmalar, aşağılamalar, kötülük idaresinde başarısızlıkları da terazinin diğer kefesine koyalım. Kötülük idaresi bütün büyük insanları yükselten asansördür, Firavun, Ebucehil iyinin önüne atılmış kötülerdi, onları iyi idare eden peygamberliğin hakkını verdi. Kötülük idaresi taşan suyu zabtetmektir, eğer zabtedemezsen o seni zabteder yaptığın bütün iyilikler bir anda silinir.
Slogan üretmeyi öğrettiğimiz nesle iş üretmeyi öğretemedik, bugün en büyük sorun hala iş üretmeyi öğrenemeyen bir neslin orta yerde olmasıdır.