Çanakkale Savaşları ile ilgili olarak Iğdır Üniversitesi ve Valiliği ile birlikte üniversiteye bağlı olarak bazı kuruluşların birlikte hazırladıkları program 18 Mart 2022 yılında üniversitenin şehirdeki bir kurumunda, saat 14’te yapıldı. Hazirun arasında farklı kültür ve aydın grupları vardı, bunlar arasında askerler dikkati çeken bir grubu oluşturuyordu.
Açılışın arkasından Prof. Dr. Murat Ali Karavelioğlu Çanakkale Savaşlarının edebiyatımızda şiir ve roman bazında ne oranda anlatıldığına dair beyanlarda bulundu. Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitleri isimli harika ve büyük apokaliptik imajlarla dolu olan şiirinden şöyle bir bahsetti. Daha sonra Çanakkale şehitleri ile ilgili özet bilgiler verdi. Namaz isimli metinde bir askerin savaş sırasında ilahi görevin ertelenmesine dayanamayıp namazını kılmasını anlatır. Biri büyük bir savaş diğeri de o sırada insanın kendi beni ile savaşan bir büyük askeri anlatır. Sepetçioğlu‘nun üç bölümlük romanından bahsetti, bunlar ayrıntısı olmayan özet konuşmalardı. Buket Uzuner’in yine Çanakkale ile ilgili romanından bahsetti, pek kayda değer bulmadığını söyledi. Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitleri isimli şiirini bir destan olarak yorumladı. Çanakkale Şehitleri ile ilgili bir izlenim verecek mısralar nakletti.
Halit Baş hocamız savaşın yani 18 Mart’ın bir zaferin tarihi olduğunu beyan etti. Savaşın boğazların dışında devam eden kısımları da vardır. Kara muharebelerinden yeterince bahsedilmediğini ifade etti. Deniz savaşlarının tarihimizde büyük iftihar edilecek vakalar olduğunu anlattı. Jeopolitik bir alanda batının son haçlı seferini düzenlemesine neden olan menfaatler zincirinin nedeni ne idi acaba? Farklı menfaat çatışmaları vardı. Bunlardan biri Rus Çarı Nikola, boğazın elde edilmesiyle hem siyasi hem de ticari hedeflerine ulaşmak istiyordu. Rusların ve diğer itilaf devletlerinin yaptığı büyük tahşidat özellikle İstanbul’un işgali ile Anadolu’yu Türk vatanı haline getiren Türkleri haçlıların asırlardan beri takip ettiği gayeyi gerçekleştirmekti. İngiliz komutan iki hafta içinde İstanbul'da olacaklarını zanneder, zafer coşkunluğu içinde şımarık bir eda kullanır. İstanbul heyecan ve panik içindedir. Azınlık ve diğer guruplar sahile gidip yabancı kuvvetleri alkışlarlar. Boğazın savunmasını Cevat Paşa yapar. Boğaza döşenen mayınlar külliyetli miktardaydı. Guin Eizabett zırhlısı bataryalarımızı ve boğazı tahrib eder. Nusret Mayın gemisinin bir bombası ile bu büyük ümit denize gömülür. Boğaz batının boğazında kalır, geçilemez. Zafere giderken Ruslar hükümetlerini de kaybetti. Çar, siyasi yenilgiye uğradı. Tam tersine olaylar gelişti.
Cengiz Seyran savaşın nasıl cereyan ettiğini safhaları konusunda teknik bilgiler verdi. 310 bin Türkler, 810 bin ise itilaf devletleri. Çanakkale bir ölüm kalım mücadelesi, birçok kayıplara rağmen başarılı olunmuş bir destan kazanılmıştır. Ayrıntısız bir konuşmaydı.
Doç. Dr. Zeki Tan, moral ve ahlaki değerlerin başarıdaki yerlerini anlattı. Akay Aktaş, savaşın dünyaya uluslararası tesirlerini anlattı. Savaşta tarihimizin zafer, başarı anları çoktur bunları görmek isterdik. Bu anma merasiminin saygıyla karşılıyor, üniversitemizi tebrik ediyoruz.
Bu bahse savaş şiirleri ekledim.
Harb İçinde
Babalar evlerine mahçup döndü her akşam
Harp içinde.
Anaların sütü kesildi,
Çocuklar ağladı,
Erkekler askere gitti.
Kadınlar bir deri bir kemik.
Harp içinde kızlar sarardı.
Savaşanlardansa
Ancak bir hatıra kaldı.
Cahit Kulebi
***
Bir seferberlik türküsü söyler,
Dizini döve döve:
“Kara vapur inim inim iniler
Yetim kaldı top köküllü gelinler”
Benim anam
Gelin olduğu geceden,
Babamın bilmem kaçıncı seferden
Geri dönmediği
Günden beri bu türküyü söyler
Ellerinde kurumadan gelinlik kınası
Yemenden gelmiş
Babamın barut kokan künyesi
Anam dizlerini dövmüş
Oy! Yemen de neresi?
Ben de bilirim
Ben de söylerim
Bu canım kadar sevdiğim türküyü
Benim yetim sesim
Anamın dul sesi:
Oy! Yemen de neresi?...
Sabri Soran
***
Tarih bir milletin hafızası, orada bugün tepe tepe ve sorumsuzca birbirimizi yiyerek kullandığımız hürriyeti bu sayısız insanlar çektikleri elemlerle kazandılar. Nice kınası kurumamış gelinler, gelin diye yaşlandı bir köyün tepe mezarlığına köylüler tarafından gömüldüler, mezar başında insanlar ağladı.
“Geçti gitti birkaç günlük fasıldı
Ondan kalan boynu büyük ve sefil
Bahçeye ektiği üç beş karanfil.”
Osmanlının son döneminden bugüne hep kaybettiklerimize ağladık. Melodram tarzı bir edebiyat doğdu çok zaman. Ama kaybettiğimiz günleri getirmeyi kimse beceremedi. Bir adam ancak güçlü bir imanla geri getireceğimize inandı ve “milyonlarca başların feda olduğu bir hakikate bin başım olsa feda olsun“ dedi. Biz onu anlamadık çünkü feda edecek birşeyimiz yok, feda olsun rahata hayat, feda olsun görüntüye hayat. Hep sade yaşadı, bir lokma bile ona çok geldi. Vahşi Şaban’a üçte ikisini teberrük olarak verdi. Yukarıda ölen insanların acısını hissetti, onlar büyük bir hakikat uğruna öldüler ama yeni nesillerin uğruna öleceği bir hakikat yoktu. Herkes kendine kurban, kendine hayran. ”İki hayatımı elimde tutmuşum tek hayatlılar arkamdan gelmesin“ dedi. “Kur’an’ımız cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem” dedi. Buna eş değer bir sözü bizim hangi yazarımız söyledi?
O kadar savaşmışız ki şimdi de savaşıyoruz, birçok cephede. Yukarda şairin mazide gördüklerini biz bugün yaşıyoruz. Devlet çok yönlü savaşıyor, ülkenin cumhurbaşkanı tabut arkalamaktan kimbilir neler hissediyor. Bir çıtı pıtı kız öğrencim vardı, İstanbul’daki patlamada kuzeni ölmüş. Apar topar gitti, geldiğinden sordum kaç yaşında idi? “21 hocam” dedi. Kızın gözleri zaten bir hüzün kompleksi onu gördükçe 21 yaşındaki kuzeni aklıma geliyor.
Namık Kemal de kaybettiklerimize ağlar. Müthiş bir hayal, sinema gibi bir sahne dile getirir Allah’tan rica eder.
Vaveyla/çığlık
Feminin rengi aksedip tenine
Yeni açmış güle misal olmuş
İn'itafiyle bak! ne al olmuş!
Serv-i simin safalı gerdenine
Bu letafetle ol nihal-i revan
Giriyor göz yumunca rü'yama
Benziyor aynı, kendi hülyama
Bu tasavvur dokundu sevdama
Ah böyle gezer mi hiç canan?
Gül değil arkasında kanlı kefen
Sen misin sen misin ey garib vatan!
Nefta 2
Bu güzellikte hiç bu çağında
Yakışır mıydı boynuna o kefen?
Cisminin her mesamı yare iken
Tuttun evladını kucağında
Sen gider isen bizi kalır sanma
Şühedan oldu mevt ile handan
Sağ kalanlar durur mu hiç giryan?
Tende yaştan ziyadedir al kan
Söyleyen söylesin sen aldanma!
Sen gidersen bütün helak oluruz
Koynuna can atar da hak oluruz
Nefta 3
Git vatan! Kabe'de siyaha bürün
Bir kolun Ravza-i Nebi'ye uzat
Birini Kerbela'da Meşhed'e at
Kainatta o hey'etinle görün!
Bu temaşaya Hak da aşık olur
Göze bir alem eyliyor izhar
Ki cihanda büyük letafeti var
O letafet olunsa ger inkar
Mezhebimce demek muvafık olur
Aç vatan göğsünü İlah'ına aç!
Şühedanı çıkar da ortaya saç!
Nefta 4
De ki Yâ Râb bu Hüseyn'indir
Şu mubârek Habîb-i zî-şânın
Şu kefensiz yatan şehîdânın
Kimi Bedr-in kimi Hüneyn'indir
Tazelensin mi kanlı yâreleri?
Mey dökülsün mü kabr-i eshâba?
Yakışır mı sanem bu mihrâba?
Haç mı konsun bedel şu mîzâba?
Dininin kalmasın mı bir eseri?
Adem evlâdı bir takım cânî
Senden alsın mı sâr-ı şeytânî?
Onlar bizim için öldüler, bizim de uğruna ölecek hakikatlerimiz olmalı.
Lezzetlerle, şatafat ve zevklere, gösterişle şımarmış inkanları hissettirmek çok zor iş. Hz. İsa "ölüleri diriltmek dirilere söz anlatmaktan daha kolay geldi bana" demiş.