Günümüzde, bazı ihanet şebekelerinin ağzında, ehl-i hamiyetin kullandığı sözler gezmektedir. İhanet içerisindeki insanlar, ihanetlerini yaparken bile, ihanetlerini meşru bir zemine oturtma çabası içerisindeler. Yani Amerika Irakı bombalarken dünya kamuoyuna, Benim bu ülkenin zengin petrol kaynaklarında gözüm var. diyerek yapmıyor. Hatta herkesin kabulü olan demokrasi ve insan haklarına vurgu yaparak adım atmaktadır.
Vatan için, millet için, cemiyetin selameti için gibi söylemlerin, ehl-i hiyanet ağzında dolaşması, enaniyetlerinden kaynaklanmaktadır. Onlar, sadece kendini düşünen; hedefi, sadece menfaati olan; himmeti, nefsî istekleri ve arzularını tatmin olan, enaniyetli insanlardır.
Otuzuncu Söz, Ene bahsinde şöyle bir cümle geçmektedir, İnsan, bütün letaifiyle adeta ene olur. Sonra nevin enaniyeti ve bir asabiyet-i neviye ve milliye cihetiyle o enaniyete kuvvet verip, o ene, eneniyet-i neviyeye isnat ederek, şeytan gibi Sani-i zül Celalin evamirine karşı mübareze eder.
Bu satırları okurken, enaniyetli insanların öyle bencil olmadıkları gibi bir çağrışım da akla geliyor. Çünkü soyu ile, ırkı ile, ailesi ile, tuttuğu takım ile övünen o kadar insan var ki, insanın, demek ki bencil değiller diyesi geliyor.
Görünüşe bakılırsa, tuttuğu takım için, kazandığı paraları dökmekten çekinmeyen, gırtlağı parçalanıncaya kadar bağırarak maçlara giden fanatikler; ailem için diyerek haram helal demeksizin çalan çırpan aile reisleri; milletim için, ulusal çıkarlarımızın gereği diyerek, gözünü kırpmadan adam öldüren, çeteleşen, her türlü düzenbazlığı meşru gören, hatta süslü sözlerin ardına sığınan sözde vatanperverler, ırkının üstünlüğü için dağlara taşlara türküm, mutluyum cümleleri kazıyan, yine muhtaç olduğu kudreti damarlarındaki kanın asilliğinde bulan gibi, küfrü işmam eden sözleri küçük, büyük beyinlere kazıyanlar, sözümona vatanını, milletini, ulusunu düşünen insanlardır....
Görünüşte böyle. Fakat işin aslı hiç de öyle değildir.
Çünkü biz biliyoruz ki, enaniyetli insanlar sadece nefsini severler. Nefsinden başka ciddi olarak hiçbir şeyi sevmez, her şeyi nefsine feda ederler.
O halde hem enaniyetli, hem vatanperver, milletperver olmak nasıl beraber bulunabilir? İşte bu sorunun cevabını yine Risale-i Nur satırlarında 12. Sözde buluyoruz.
Felsefe talebesiyle Kuran talebesinin mukayesesinden bahseden bu Sözde, felsefesinin talebelerinden şöyle bahsedilir: Gaye-i himmeti, manfaat-i şahsiyesini bazı menfaat-i kavmiye içinde arayan dessas hodgamdır.
Yani şeytânî vasıflarla kirlenmiş olan bu insanlar, aslında vatan, millet adı altında kendi menfaatlerini tatmine çalışan, canavarlar hükmündedirler. Nefsinin ve heveslerinin tatmini yolunda hamiyet ve fedakarlık maskesini takarak illegal örgütler oluşturan bu insanlar, bu yaklaşımlarıyla çok safdilleri de kandırmaktadırlar.
Bugünkü, Ergenekon gibi bir terör örgütünün birinci, ikinci, üçüncü adamları, eğer, kendi çıkarım için bunları yapıyorum deseydiler, örgütleşemezdi.
İşte kendi menfaatlerini maskeleyen bu insanlar, ülke yararına, millet adına felsefesiyle nice zulümler yapmışlardır. Nitekim bu felsefenin temelleri Osmanlının sonu ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki İttihat ve Terakki zihniyetine kadar gitmektedir.
Otuzuncu Söz, Ene bahsinde bu mesele şu şekilde izah edilmektedir: Evet, nasıl mîrî malından kırk parayı çalan bir adam, bütün hazır arkadaşlarına birer dirhem almasını kabul ile hazmedebilir
İnsanlık tarihi, bir ejderha gibi şişen eneleriyle memleketleri, milletleri hatta dünyayı karıştıran insanlarla doludur.
Şecere-i zakkumun meyveleri olan insanların, bu felsefeleriyle kurdukları örgütler tarlası haline gelen Türkiyede, bu problemleri halletmek için temelden bir çözüm bulmak gerekir.
Önce, enelerin hüveye, oradan da nahnüye dönüşmesi, aranan birinci şarttır. Yani insanın gerçek insan olabilmesi için, önce enenin mahiyetini anlayarak, kulluk sırrına ulaşması, sonra da, vicdanını kemale ulaştırıp, mahlukat kardeşliğini idrak etmesi gerekir.
Aksi halde, adalet külahını başına geçiren zalimlerin ve hamiyet libasını giyen hainlerin kökünü ne çürük adalet, ne siyasi irade, ne güç-kuvvet, ne de damarlardaki asil kan çözüm olacaktır.
Netice itibariyle, insanda Yaratıcıya olan kulluk gelişmeden, yaratılmışlara olan hukuk gelişmeyecektir. İnsanlık, ancak hakiki kulluğu idrak ettiğinde, hakiki adaleti sergileyebilecek ve hiçbir mahluka karşı zulüm yapmayacaktır.