Risale-i Nur’u okuyanlar çok iyi bilirler ki Said Nursi demek ihlas demektir. Üstad hazretleri en çok ihlas risalesinin okunmasını emretmişlerdir. Hem de en az 15 günde bir. Bu hizmetin sırrı, kuvveti, hayatiyeti olan ihlas aslında kainatın ruhunu, mayasını teşkil etmektedir Üstadın en az 33 türlü davranış, manevra, tavır ve metod belirlemesinde hep ihlas gerekçesi vardır. Keramettten uzak durmasından tutun da manevi makam peşinde koşmamasına; siyasetten uzak durmasından tutun da hediye kasbul etmeyişine; namaza önem vermesinden tutun da müsbet hareketi şiar edinmesine, beddua etmemesinden tutun da kusurları üzerine almasına kadar 33 türlü davranışının altında hep bu ihlas sırrı bir şecere-i tuba tohumu gibi yatar. Risale-i Nur sayesinde idrak edilir ki, ihlaslı her hareket, her duruş, her şekil, her biçim ve her eser fıtrattaki manyetik ihlas alanı yüzünden makbuldur, güzeldir, müstahsendir, etkilidir ve kalıcıdır.
Üstad bu sırdandır ki esaretten geldikten sonra Ramazan-ı Şerif’te Bayezid camiine gittiğini anlatırken hafızları değil “İhlaslı hafızları” dinlemeye gider. (15. söz ve 26. Lem’a)
Başka bir bahiste camilerdeki vaizlerin vaazlarının etki etmeme sebeplerini hep ihlas noktasından izah eder. “….. Eğer rızay-ı ilahi ve ihlas o havadaki kelimelere hayat vermezse, dinlenilmez. Sevap da yalnız ağızdaki kelimeye münhasır kalır…. Seslerinin ziyade güzel olmadığından dinleyenlerin azlığından sıkılan hafızların kulakları çınlasın. ”
16. Söz, 4. şua’da Kurban Bayramında çokça tekbir getirmenin hikmetini anlatma bahsinde şöyle der: “İşte hacda pek kesretli Allahu ekber(Tekbir getirme) şu sırdandır: Çünkü hacc-ı şerif bilasale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir. Nasıl ki bir nefer bayram gibi bir yevm-i mahsusta ferik dairesinde bir ferik gibi(general) padişahın bayramına gider…. Öyle de bir hacı ne kadar âmi de olsa- kat’ı meratip etmiş veli gibi umum aktar-ı arzın Rabbi- azimi ünvanıyla ubudiyet-i külliye ile müşerreftir. ”( 16. Söz. 4. şua. S:325)
Sonra bir Nefer’den bahseder: Hem o Rahman nihayetsiz rahmetinden uzakdeğil ki nasıl vazife başında mücahede işinde telef olan bir nefer’e şehadet rütbesini veriyor…” 17. Söz. S:329
İhlası kıran davranışlardan bi olan Hubb-u cahtan, şöhretten bahsederken Üstad bizi Ayasofya’ya götürür::”Mesela Ayasofya camii, ehl-i fazıl ve kemalden mübarek zatlarla dolu olduğu bir zamanda, tek-tük sofada ve kapıda haylaz çocuklar ve serseri ahlaksızlar bulunsa……
………Bir adam o camiin içine girip ve o cemaat içine dahil olsa; eğer güzel bir sada ile ve şiirin bir tarzda Kur’andan bir aşir okusa, o vakit binler ehl-i hakikatin nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, manevi bir dua ile o adama bir sevap kazandırırlar…… ……. İşte o adam bu misal gibi alem-i İslam ve Asya muazzam bir camidir. Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat o camideki muhterem cemaattir. O haylaz çocuklar ise çocuk akıllı dalkavuklardır.... Her bir Müslüman hususan ehl-i fazl ve kemal bu camide derecesine göre bir mevkii alır, görünür. Nazar-ı dikkat ona çevrilir. ”29. Mektup. S:701 “eğer İslamiyetin bir sırr-ı esası olan ihlas ve rıza-yı ilahi cihetinde Kur’anı-ı Hakîmin ders verdiği ahkam ve hakaik-i kudsiyyeye dair bir harekat ve a’mâl ondan südur etse………Âlem-i İslam’ın her bir ferdinin duasına dahil olup hissedar olur. Eğer o adam medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve nokta-i istinad telakki ettiği selef-i salihinin cadde-i nuraniyelerini terkedip heveskarane, hevaperestane, riyakareni şöpretperverane …işlerde ve harekette bulunsa ehl-i imanın ve hakikatin nazarında alçak bir mevkie düşer. ” der. (29. Mektub. S. 702 )
Şimdi yazıyı uzatan bu alıntıları niye bu bayram gününde okutmak zorunda olduğumun sadedine geleyim.
Süleymaniye’de Bayram Sabahı Şiirini hepimiz biliriz. Hani şu
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede”
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye’de” diye başlayan abidevi şiir..
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati
Dokuz asrında bütün halkı bütün memleketi
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrâr alınan tekbiri
Ne kadar sâf idi sîması bu mü’min neferin
……………………
Bu nefer miydi ? Derin gözler yaşlarla dolu
Hem büyük yurdu kuran, hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz…”
Hepsi uzun olacağından şiirden tekrarlı ve tevafuklu kelimelerin geçtiği satırları aktarıyorum:
Taşımış harcını gaazileriyle, serdariyle
Bir neferdir bu zafer mâbedinin mimarı
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim
Büyük Allahı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîri
Yaşayanlarla beraber bulunan ervahı..
Kendi Gökkubbemiz. Y. Kemal. Y. Kemal Anst. Yayıy. İst. 1976 S:10. 11)
Bu muhteşem şiirin bir yazılış hikayesi vardır. Beşir Ayvazoğlu’nun anlattığına göre bu şiirde geçen “Nefer”(camideki nefer)’in bir hikayesi vardır. Yahya Kemal 1922 yılı Ramazan ayının birinci günü, Ayasofya’ya gider. Biri minberde, diğerleri sütun diplerinde 4 vaizi dinlemiş ama hayal kırıklığına uğramış. Fakat mihrabın sağ tarafında kuytu bir köşede diz çökmüş oturan Nefer’in dua edişi dikkatini çekmiş Ellerini kavuşturup, gözlerini kapamış, vecd içinde Allah’a yakaran uzuncu bir istiğraktan sonra gözyaşlarını göstermemek için elleriyle yüzünü kapar, dizleri üzerine düşüp bir süre öyle kalır. Neferin bu halinde vaizlerin kuru sözleriyle mukayese edilmeyecek derecede üstün bir Belağat gören Y. Kemal, cümle kapısına doğru ilerlerken, bir sütunun karanlığında vecd ile dua eden bir başka nefer görmüş ve Ayasofya’yı zihninden bir daha silinmeyecek “camideki nefer” imajıyla birlikte terk etmiştir. Bu imaj yıllar sonra “Süleymaniye ‘de Bayram Sabahı” şiirinde belirir. ”(B. Ayvazoğlu. Y. Kemal Ansiklopedisi. Biyoğrafi. 1. Baskı. İst. 2007)
Şimdi Üstadın Bayezid camiinde ihlaslı hafızları niçin tercih ettiğini ve Fatih camiinin avlusundaki ayakta dua ederkenki o mehabetli halini bir düşünün ve Risal-i Nur gibi bir eseri yazma ihsanının Üstada niçin nasip olduğunu kıyaslayın. Bir de şunu unutmayın gerek o yıllarda ve gerekse günümüzde camide vaaz veren vaizlerin sözlerinin tesir etmemesinin bir çok hikmetini beyan babında Üstad şöyle diyor. : vaizleri dinledim; nasihatleri bana tesir etmedi. Düşündüm. Kasâvet-i kalbimden başka üç sebep buldum... " Bunlardan üçüncüsünde aynen şöyle der:: Belâgatın muktezası olan, hale mutabık, yani ilcaat-ı zamana muvafık, yani teşhis-i illete münasip söz söylemezler. Güya insanları eski zaman köşelerine çekiyorlar, sonra konuşuyorlar. "(Divan-ı Harb-i Örfi)
Belagat, halin gereğine göre konuşmak demektir. Bu asrın ahvaline uygun olmayan konuşmalar ve vaazlar belagate uygun düşmüyor. Hali ile bu tarz nasihatler de tesirsiz oluyorlar. Eski zamanın ahvali ile şimdiki zamanın ahvalini nazara almadan, gereklerini dikkatlice analiz etmeden yapılan nasihatler işe yaramaz. Eski zamanda ilim ve iknadan çok, hissiyat ve duygular ön planda idi. Böyle olunca da onları etkilemek için hikaye ve kıssalar yeterli olabiliyordu. Lakin bu asırda ikna ve ilim öne çıkmıştır. Dolayısı ile eski hikaye ve kıssalar bu asrın insanına tesir etmez. Öyle ise nasihler eski hikaye ve kıssalar ile bu asrın insanını ıslah edemezler demektir. ( Bkz: Divan-ı Harb-i Örfî, Hürriyete Hitap.)
Yahya Kemal’e bu abidevi şiiri yazdıran ihlas kimbilir kimlere nasıl, nerede abidevî hizmetler, fütuhatlar yaptıracaktır. Varın siz düşünün.
Aziz okuyucular, bu yazıda geçen koyu harflerle yazılmış kelimelere de dikkat etmenizi rica ediyorum. Gerek Risaleden ve gerekse Beşir Ayvazoğlundan alıntıladığım metinlerde, bayram, nefer, cami, Ayasofya Belağat, ihlas, dikkatini çekme, şöhretperveranelik, o adam gibi kelimeler Said Nursi, Yahya kemal ve İhlas terimleri üçgeninde sanki metindeki satır aralarında gizlenmiş bir tevafuk ve remzi işaretler vardır. Ama unutmayalım asıl konumuz ihlas ve ihlaslı az bir amelin nelere yol açacağını vurgulamaktır. Hepinize mutlu bayramlar diliyorum.