İnsan, ihlas ile hakiki olur. "en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet " ihlas olduğuna göre, bunu elde etmek, hayatın bütün sistemini ve düzenini ihlas üzerine sürdürmekle mümkün.
İhlas, kendine ait olmama terbiyesidir, şuurudur, hareketidir. İhlas, hakkın tecellisidir. İhlas, insanı insan eder. İnsanı, hakiki sahibine, yaratıcısına ait tutar.
İhlasla çıkılan fıtrat yolculuğu, ihlasla kabiliyetleri fıtri tutar.
Fıtri insanın, sahiden başka neye ihtiyacı var ki?
Ayrıca bagajını doldurmasına ne gerek var ki?
İhlas, fıtratın kendi dokusundan organlarını ve sistemini teşkil eder.
Durdurulamaz, önlenemez, bitirilemez, değiştirilemez hakiki arayışların, maceraların, mücadelelerin, ızdırapların, her kes gibi olamamanın vicdandan yansıyan dili ve duruşu hep ihlas eseridir. Çünkü samimiyet hamuru ile yoğrulan, riyasız olan, kendine ait kılınmayan her şey, hakiki sahibi adına bir ifadedir, temsildir ve yansımadır.
İhlasın hakikisi, tasarruf eder, üretir, faaliyet halindedir, derdi ve telaşı vardır, diğergamdır. Her daim süreç içinde kalmak, sürecin gereğini yapmak, o ana ait sorumlulukla yaşamak, yaptığı işte fani olmak, bir sevda gibi ihlasa götürür.
İhlas, sadece vazifesini yapar, her daim vazife başındadır. Nebevi olan süreç odaklıdır.
İhlas, sonucu sürece uygun istemektir, ama netice ne olursa olsun razı olmak ve görevini aksatmadan devam etmektir.
***
İktisat, kainatı olduğu gibi okuma, kaynakları doğru kullanma, imkanları meşru elde etme, emeğin ürünü olan kısmetine talip olma, hak ettiğini alma ve kazanma meşruiyetidir. Mideyi haramdan koruyan sır, bu iktisadın neticesidir.
İhtiyaçlarımızı, hakiki olanlar üzerinden belirlemek, temel ihtiyaç ve zaruretler üzerinden düşünmek, hem insan olarak hakiki iç ve dış kaynaklarımızı doğru kullanmamızı sağlar, hem de rızkın bize tahsis ve takdir edilenine uzanırken, hakkımız olan sınırda edeple ve usulle ellerimizi açar, ister ve alırız. Aksi halde dikenlere batan ellerimizin kanaması ile birlikte elde edilen ve avuçta olanın hiç bir kiymeti kalmamıştır.
Teşebbüs, iktisadi varlıklarımızın, emanet olan mülkiyetlerin maddi ve manevi bütünlüğü içinde doğru tasarrufla kullanılmasıdır. Fıtratımızın her teşebbüsü meşru zeminde iktisadi bir neticedir. Bir emek ve üretimdir. Faziletli medeniyet, maddi ve manevi iktisadın kalkınma dinamikleri ile oluşur.
İktisat, ekonomik büyümenin, insani gelişmişlik sağlamasıdır. Paranın, doğru fikir ve insani zemine katma değer kazandırmasıdır. İnsani gelişmişlik, kalkınmanın eşitlikçi, adil ve paylaşımcı fonksiyonlarını şeffaf ve imtiyazsız bir süreçle yasal açıklıkta sürdürdüğü müddetçe ahlaki zemine yerleşir.
Sosyal iktisat, beraberliğin ihtiyaç sahipleri için onurlu bir mutluluğa ve vicdani bir yardımın kurumsal sisteme dönüşmesidir. Kamu ve özel desteklerin birer baskı, imtiyaz, tercih ve tasnif alanı olmadığı, sevgi ve saygı yeşerten duygu diline yol açan bir yapılanmadır.
***
İstiğna, Yunus’un dilindeki “Bana seni gerek seni. ” tokluğudur. İlahi olana ve takdire teslimiyettir. “İyyake na’büdü.. ” sırrıdır. Sadece Rabbimizden istemek ve sadece O’na sığınmaktır. Vesilelere, sadece vesile ve sebep oluş kadar değer vermektir.
Bediüzzaman’ın Medresetüzzehra’nın Risale-i Nur Şakirtleri için bıraktığı vasiyet ve emir cümlesi istiğnadır: “Her şeyden ferağat mesleğimden asla ayrılmayacaklardır. ”
İstiğna, kalbin sadefinde “ayine-i Samed” olma hazzıdır.
İstiğnaya götüren, meşakkatli hallerin vicdani arayışı ve rahmani sığınağıdır.
Meşhur meseldir; bir ihtiyar fakir adam, çok zengin Hatem-i Tai'yi bile imrendirmiştir. Taşıdığı çalının acı veren dikenlerine razı olmuş, ama Tai'nin minnetine girmemiş. O ihtiyar fakir adam, minnet kokan imkanların dikeninden kaçarak müstağni olmayı ders vermiştir
Nefsine ve dünyasına tahvil edilmiş ve değerler üzerinden istismar edilmiş ve stoklanmış her sermaye, bir çöküş ve ihlasla iktisadın ölümüdür. Ölümlü dünyasında istiğnayı da unutturan birer dünya bekçiliğidir. Üstelik görev başında öldüğünde koruduğu şeyler onu mezara götüremeyecektir. Belki elindekini avucundakini gasbettiği insanlara kendini taşıttıracaktır.
İstiğna, “sırf Rızay-ı ilahiye” razı bir ruhun ve vicdanın akla ve kalbe hükmetmesidir.
Pratik ifadeyle “kalbin alakasına değmeyen” bu dünyaya bağlanmamayı öğrenmektir. “Hüzn-ü masumane” içinde derin hazzın nesnel olmayan nimetlerine götürecek bir hizmet ve fedakarlıktır.
Karşılıksız ve “emr-i ilahi” olana aitliktir. Ve sadece onu yapma disiplindir. Fırsatların çeldirici aklına “Hayır” deme iz’anıdır İstiğna..
Vesselam.