İhlas; ferdin, ibadet ve taatinde Cenabı Hakkı emir, istek ve ihsanlarının dışında her şeye karşı kapanmasıdır. Abd ve Mabud ilişkilerinde sır tutucu olması, tabiri diğerle, vazife ve sorumluluklarını O, emrettiği için yerine getirmesi, yerine getirirken de O’nun hoşnutluğunu hedeflemesi ve O’nun uhrevi teveccühlerine yönelmesinden ibarettir.
Daha teknik bazı ifadelerle söyleyecek olursak; “dini sadece Allah’a tahsis etmek,” iman etmek ve o imanına zulüm (şirk) bulaştırmamak, kılınan namazda, tutulan oruçta, verilen sadakada hasılı, din namına sergilediğimiz her şeyi sadece ve sadece O’nun rızası ve hoşnutluğu için yapmak, başka hiçbir şeyi bu mana da şerik etmemek.
İhlas yolu nebilerin, sıddiklerin, şehitlerin ve salihlerin yoludur. Dinin ana caddesi, daha doğrusu tek caddesi budur. Kurtuluşun çaresi bu sırrı kavramaktan ve kazanmaktan geçer. Bu işin başkaca yolu, yordamı ve adresi yok. Ahirette vaad edilen o ebedi cennet ve rıza sadece halisler içindir.
İmâm-ı Gazâlî (r.a) vefâtından kısa bir süre önce yapmış olduğu kıymetli vasiyetinde, üç defa: “el-İhlâs, el-ihlâs, el-ihlâs: ihlâslı ol, ihlâslı ol, ihlâslı ol” buyurarak ihlasın ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. Velhasıl “medar-ı necat ve halas yalnız ihlastır.” (17. Lem’a)
İktidar ise; “Fiziksel güçten ayrı olarak düşünülen, bedensel, ruhsal yönden biçimleyici ve etkileyici herhangi bir güç.” İktidarın merkezinde “güç” vardır. Daha doğrusu iktidar onun üzerine inşa edilmiştir. Belirleyici olan budur. Diğer unsurlar buna göre şekillenir veya mevzilenir. Her iktidar haklılığını güçlülüğünden alır, adaletinden değil. Güçlü olan adildir, adil olan güçlü değil. Doğru ve yanlış yoktur, kazanmak ve kaybetmek vardır sadece.
Yani bu alanda “Prens” yazarı Makyavel’in dediği gibi “amaca ulaşmak için her araç meşrudur” düsturu egemendir. Devletler tarihi ve siyaset felsefesi bunun en canlı şahididir. İngiliz filozof ve siyaset felsefecisi Hobbes (ö. 1679) “İnsan insanın kurdudur” diyerek bu sahanın vahim profilini en veciz bir şekilde çiziyordu. Sadece insan mı? Aynı şekilde devlet devletin kurdu, muktedir muktedirin kurdu.
İktidar kirlidir, aldatıcıdır, acımasızdır, karanlıklıdır, tehlikelidir, derin ve karmaşık ilişkiler yumağıdır, her cins entrikanın boy attığı çok korkunç bir sahadır. Ve ontolojisinde umumiyetle yalan, algı yönetimi, galip olma felsefesi egemendir. Hiçbir dünyevi ve uhrevi iktidar tam anlamıyla temiz, dürüst, şeffaf değildir. İhlas, Hz. Ali ve çocukları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn’in meşrebi; iktidar ise, Hz. Muaviye ve çocukları Yezid ve Velid’in meşrebi.
Belki de kaderin ince bir remzidir, zahirde ve görünürde zafer bayrağı daima ikincilerin elinde. İktidar sahiplerinin. Muktedirlerin. Şimdi hayati soru şu: İhlas ile iktidar yan yana gelebilir mi? İkisi aynı mekanı paylaşabilir mi? Ya da bir mümin hem tam muhlis ve tam dindar hem de tam muktedir olabilir mi?
Farabi’den Muhammed Abduh’a, İbn-i Sina’dan Muhammed İkbal’e, Miskeveyh’ten Molla Sadra’ya kadar İslam siyaset felsefesi üzerine zihin yoran nice uyanık zeka bu hayati sorunun tatmin edici bir cevabını verebilmiş değil.
“Sezar’ın hakkı Sezar’a, tanrının hakkı tanrıya” diyen Hz. İsa (a.s) “sultan, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir” diyen büyük alim İbn-i Teymiyye, “şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçan” Bediüzzaman, Pakistan’da “bu iş siyasetle olmuyor” diyerek yönetimden istifa eden cemaat-i İslami’nin lideri çağdaş alim El Mevdudi ve aynı zamanda ihlas alanı ile iktidar alanını birbirinden özenle ayıran diğer klasik Ehl-i Sünnet ulema bu vazıh gerçeğin farkında gibi.
Tabiinin büyük simalarından Hasan El Basri’nin (r.a) “hayatta en nefret ettiğim şey, bir sultanla aynı sofrayı veya mekanı paylaşmaktır” dediği rivayet edilir. Keza İmam Azam Eb-u Hanife’nin “beni sultanlar tarafından gasp edilmemiş bir toprağa gömün” diye vasiyette bulunduğu söylenir.
Ayrıca Ehl-i Beyt imamlarının tarih boyunca her iki alan arasında uzlaştırma ve barıştırma çabalarının “elim” akıbeti herkesin malumu. Ve günümüz İslam dünyasının hal-i pür melali… Anlaşılan o ki, İktidar ile ihlas kamil manada bir arada yürümüyor. Bu bir tercih değil, bir kader, bir kanun.
İhlas, iktidara yaklaştığı nisbette safiliğini, temizliğini, çekiciliğini, inandırıcılığını ve güvenirliliğini yitiriyor. İktidar ise yapısı gereği zaten ihlasa yanaşmıyor/yanaşamıyor, hiçbir zaman. Yanaştığı zamanlarda ise onu kendileştiriyor, kendine benzetiyor. Yani ihlas buharlaşıyor.
İktidara talip olan kısmen ihlastan taviz verecek ya da vazgeçecek; ihlasa talip olan ise iktidardan taviz verecek ya da vazgeçecek. Ne yazık ki musiki de “orta” olmadığı gibi bu işin de ortası yok gibi.