Geçtiğimiz Cuma akşamı Risale Akademi Konferans salonunda Yazar Mustafa Oral “İhlâs ve iktidar” konulu ilginç bir seminer verdi.
İlk anda “İhlasın iktidarla ne ilgisi var?” diye düşünebilirsiniz. Ama Mustafa Oral bize bunu güzel ve akıcı üslubuyla samimi bir ortamda gerek tarihten ve gerekse günümüzden misaller vererek anlattı.
Şimdi ben de sizlere bu seminerden aldığım notları aktarmaya çalışacağım:
Bir insanın davası rüyasına girmemişse, o dava, o kişinin davası değildir. Bu da ihlasla doğrudan ilişkilidir.
Bugünkü olaylara baktığımızda ihlassız olduğumuz anlaşılıyor. Bu nedenle manevi hizmetin kudsiyetine halel gelmiştir.
Üstad bu manevi imparatorluğun temellerini Barla’da atmıştır. Ciddi bir ihlas kırılması var. Çünkü Üstad “15 günde bir okunmalı” diyor. Hulusi ağabey bu risaleyi her gün okuyormuş. Ama biz 15 günde bir maalesef okumuyoruz.
İnsan manen kirlendiği, kalbinin safiyetini kaybettiği zaman ihlasını da kaybediyor.
İhlassızlığın temelinde namazsızlık yatıyor. Kul Allah’a olan borcunu ve hukukunu gözetmezse, kullarınkini hiç gözetmez. Üstad 1. Mecliste namaz konusu gündeme getirdiği gibi İhlas Risalesine de namaz ile başlıyor. İhlas ibadetin ruhudur. Sadece Allah rızası için yapılmalıdır. Buna Muhsin Makamı deniyor. O’nu görüyor gibi ibadet etmek de İhsan Makamıdır. Bizde bu iki makam çözüldüğü için bozulma yaşıyoruz. Muhsin Makamında rabıta-i mevt var. Osmanlıda insanlar Peygamberimizden fazla yaşadıkları yani 63 yaşını geçtikleri zaman “haddi aştık” derler ve kalan zamanlarını ibadet ve taatla geçirirlermiş. Bu insanlar yanlış yapabilirler mi?
Peygamberimize ömrü boyunca sultanlık teklifleri gelmiş ama o hepsini elinin tersi ile çevirmiş, “sultan nebi” olmak yerine, “kul nebi” olmayı tercih etmiştir. Müşrikler “kadın, para, saltanat verelim gel bu davandan vazgeç” dediklerinde iktidar mücadelesine girişmeyip “bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz yine de bu hak davamdan vazgeçmem. Hz. Hatice bana yeter” cevabını vermiştir. Günümüzde böyle ihlaslı yar ve yardımcıların eksikliğini yaşıyoruz.
Üstad “Uhut’ta yenilenler istikbalin, yenenler de mazinin sahabeleriydiler” diyor. Bugün bize de bir Uhut lazım. İhlası yeterince yaşayamadığımız ortadadır.
Söğüt’te 400 çadırlık Osmanlı Beyliği 70 yılda İslamı etrafındaki birçok diyarlara ulaştırıyorlar. Tarihçiler bu durumu anlayamadıklarını ifade ediyorlar. İhlasla çok güzel hizmetler yapılmıştır. Osman Gazi Ertuğrul Gazi ile birlikte 10 yaşında iken Mevlana’yı ziyaret etmiş, Mevlana kendisine el vermiştir. Osman Gazi “Bizim davamız La ilahe illallah davasıdır. Benlik davası değildir.” diyor. Başarı bu şekilde ihlasla geliyor.
Bediüzzaman da Barla’da kurduğu Risale-i Nur imparatorluğunu kısa sürede bütün dünyaya ulaştırmıştır.
Şu cemaat, bu cemaat tartışmaları yapmak yerine bütün mesaimizi ihlasa sarf etmiş olsa idik bizi Osmanlı imparatorluğu gibi muhteşem bir imparatorluk bekliyordu. Bize de bir Barla bahşedilecekti.
Biz teheccütleri, Pazartesi-Perşembe oruçlarını, namaz tesbihatlarını terk ettik. Başımıza gelenlerin hepsi işte bu ihlassızlığımız yüzündendir.
Musa (as) Firavunun sarayında büyümüş ama bir iktidar mücadelesine girmemiş, ötekileştirmeden, karşı tarafa almadan, dışlamadan kavl-i leyyin ile tebliğde bulunmuştur.
İhlas, kendimizi başkasının yerine koyabilmektir.
Hz. Yusuf hapisten çıkan birisine “Sultana git söyle artık beni de çıkartsın” diyor. Ama Cenab-ı Allah “Benden başkasından yardım istedin” diye o adama unutturuyor. Biz de Hz Yusuf’un mesleğinden gidiyorsak ihlasımızı muhafaza için başka araçlara müracaat etmemiz lazımdır. Üstad “Risale-i Nur’daki hakikatleri yaşarsanız sıkıntı çekmezsiniz” diyor.
Ömer bin Abdülaziz’in hanımı “Onu öldüren hastalık değil, Allah korkusu idi” demiştir. Halife olmasına rağmen bir tek gömleği, giysisi varmış.
İhlası korumak için rabıta-i mevt yapmamız, Cenab-ı Hakkın bizi her an görüp gözettiğinin farkında yani Muhsin makamında olmamız lazımıdır.
Riya ve görüntü çağında yaşıyoruz. Kendimizi çok görmek ve göstermek isteyişimiz ihlâsımızı bozuyor. Risaleyi kalbimizin, ruhumuzun ve hayatımızın gündemine taşımamız lazımdır. Birbirimize karşı güven ve itimadı yitirdiğimiz için dağınık durumdayız. Birbirimizin kusuruna bakmaktansa Risale-i Nura bakalım.
Mustafa Oral’a çok teşekkür ediyoruz.
İhlas dini bir terim gibi ve sadece dindarların uyması gereken bir kural imiş gibi görünüyor. Ama işin aslı hiç de öyle değildir. İhlas, gerek maddi ve gerekse manevi hayatımızı kuşatan bir kuraldır. İbadetlerimiz ihlaslı olmazsa reddedilir. Dünyevi işlerimiz de muvaffakiyetsizlikle neticelenir. Bütün hayatını dünya hayatı olarak bilenler ve inançsız olanlar bile haksız davalarında ihlas ve samimiyetle çalıştıkları için muvaffak oluyorlar, büyük bir güç ve zenginlik elde ederek bunu da Müslümanları perişan etmekte kullanıyorlar.
Neticede ihlassızlık kaybetmektir. İhlası kaybeden her şeyi kaybeder. Önce kendisini, ardından toplumunu, iktidarını, en kötüsü de ahretini kaybeder.
Kazanmak isteyen ihlasa dikkat etsin. Çünkü; “Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir duâ-i mânevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır.” (21. Lem’a)