Merhum Hulusi Yahyagil, Bediüzzaman’ın en seçkin talebelerinden biriydi. Yahut birincisi… Hem Risalelerin muhtelif yerlerinde, hem de talebelerinden aktarılan hatıralarda bu durumu doğrulayan birçok bilgi mevcut. Bu bilgileri derli toplu bir şekilde İhsan Atasoy’un Nesil Yayınlarından çıkan “Nur’un birinci talebesi Hulusi Yahyagil” adlı eserinde okuyabilirsiniz.
Hulusi Ağabeyin en belirgin vasfının “ihlâs” olduğunu Bediüzzaman’ın ona dair iltifatlarından rahatlıkla görebiliriz. “Hakka dair hiçbir işte, Hakkın rızası dışında, halkın olumlu yahut olumsuz hiçbir tavrını itibara almamak” olarak tanımlayabileceğimiz ihlâs, Kur’an ve Hadis-i Şeriflerde de kurtuluşun ve İlahi yardımın en güzel vesilesi olarak ifade edilir. Bakın Hicr Suresi kurtuluşun ihlâsa bağlı olduğunu nasıl anlatıyor:
“Ey Peygamber! Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla: "Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş kokuşmuş çamurdan bir insan yaratacağım. Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın." Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler. Yalnız İblis hariç. O secde edenlerle beraber olmaktan çekinmişti. Allah buyurdu ki: "Ey İblis! Ne oluyor sana da, secde edenlerle beraber olmuyorsun?" İblis şöyle dedi: "Kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana secde edemezdim." Allah şöyle buyurdu: "Öyle ise oradan çık! Sen, artık kovulmuş birisin. Kıyamet gününe kadar lanet senin üzerindedir." İblis: "Rabbim! Öyle ise insanların kabirlerinden kaldırılacakları güne (kıyamete) kadar bana mühlet ver" dedi. Allah buyurdu ki: "Sen mühlet verilenlerdensin. Allah katında bilinen vaktin gününe kadar..." İblis şöyle dedi: "Rabbim! Beni saptırdığın için, mutlaka ben de yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak içlerinden ihlâslı kulların müstesnâdır." Allah şöyle buyurdu: "İşte bana ulaşan dosdoğru yol budur." (Hicr/28-35)
Bediüzzaman’ın, her on beş günde bir defa mutlaka okunması gerektiğini tavsiye ettiği “İhlas Risalesi” ise Hulusi Ağabeyin ifadesiyle nur talebelerinin “iç talimatı”dır. Hem nur talebeleri arasındaki iletişim biçimini hem de yapılan her türlü tavırda “Rıza-i İlahiye muvafık nasıl hareket edebilirim?”in düsturlarını içermektedir.
İhlas Risalesi’ndeki muazzam düsturları, hayatımızda uygulama duasıyla, geçenlerde dikkatimi geçen bir ihlas düsturunu paylaşarak yazıyı sonlandırmak istiyorum. Düstur haliyle ihlas risalesinden:
“İKİNCİ DÜSTURUNUZ: Bu hizmet-i Kur'aniyede bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev'inden gıbta damarını tahrik etmemektir.”
Kısaca eleştiri olarak ifade edebiliriz tenkidi. “Olması gereken”le, “olan” arasındaki durumu ifade etmek olarak da tanımlayabiliriz. Ahmet Haşim “tekemmüle muhtaç beşer için münekkidin hayati bir rol oynadığına” dair söylemlerde bulunur yine.
Lakin, burada öncelikli şartın “yapıcı eleştiri” olduğunu unutmamak gerekir. Özellikle de iman ve kuran hizmetinde bulunan kimselerin birbirlerini eleştirirken bu şartı unutmamaları elzemdir. Müminlerin “gıpta damarını” tahrik edecek bir tenkit mekanizması bu hizmetin ihlas dusturları içinde yoktur ve hizmetin kolektif şuur ve kalbi bütünlüğünü zedeleyecek bir virüs hüviyetinde olduğu için kabul edilemez bir tavırdır.
Bu olumsuz tenkit tavrının tam karşısında duran tavır ise “takdir”dir. Takdir en kısa şekliyle “beğenmek”tir. Ortaya konan ve temelinde güzel niyetlerin bulunduğu bir gayret ve iş için olumlu düşünceler ve davranışlar serdetmektir takdir. Her mümin için “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır” fehvasınca, ortaya konan tavırlarda hüsn-ü zan mekanizmasını daima ilk refleks olarak ortaya koyabilmedir.
Anladığım o ki İhlas Risalesindeki “tenkit etmeme” ikazına karşı ortaya koyulacak tavır ve geliştirilecek refleks “takdir duygusu”dur. Takdir duygusu içimizde filizlendikçe yıkıcı tenkit mekanizmamız bizden uzaklaşmaya başlayacaktır. Bu, eleştiri hakkımızı elimizden almak değil; eleştirinin yapısını müspet bir şekle yani “yapıcı eleştiri” olarak biçimlendirmemize katkıda bulunmak içindir.
“Müminleri takdir duyusu” ise yine risalelerden anladığım kadarıyla ihlâstan sonraki en hayati düsturdur. Hulusi-i Sani lakabı verilen ve yine risale dairesinin birincilerinden olarak sayılan “Santral Sabri” lakaplı Sabri Arseven Efendiyi bu konuma yükselten şeylerin başında “Takdir edici yoldaş” olma vasfı gelir.
8. Lem’a’daki, Abdükadir Geylani Hazretlerinin bir kerameti olarak bazı nur talebelerinden bahsettiği ifade edilen bölümde, bu düşüncemizi teyit eden bir kısmı alıntılayarak yazıyı bitiriyorum:
“…Muhabbetimde sadık olduğundan ve ihlâsa çalıştığından, Hulûsi gibi muhlis talebeler ve yardımcılar ve Süleyman, Bekir gibi sadık hizmetkârlar ve Sabri gibi tam takdir edici ve ciddi müştak talebeler size verilmiş.”
İnşallah, ihlasa ve ihlasın tesisi için en müessir Saiklerden biri olan takdir etme şuuruna lutf-u ilahi ile mazhar oluruz. (Osman)