‘İhlas Yasası’ - Muhlislerin Farklı Yaptığı 11 Davranış

Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ

Vakit namazlarını sürekli cemaatle, camide eda eden, Allah’a yürekten bağlı, duru gönüllü bir adam varmış.

Ama evi, köyünü ikiye ayıran nehrin öbür tarafında olduğu için her vakit namazında, sal ile nehri geçmek epey vaktini alıyormuş.

Bir gün, rutin gittiği camide bir vaaz dinlemiş.

Hoca diyormuş ki;

“Allah’a öyle inanıp öyle dayanacaksın, öyle güveneceksin ki her işin kolaylıkla hallolsun. Mesela ‘Bismillah’ de gir suya, yürü git!” diye de bir örnek vermiş.

Adamcağız bunu duyunca bir sevinmiş bir sevinmiş ki.

“Ohhh” demiş, “kurtuldum artık saldan, vakit kayıplarından. ‘Bismillah’ der, geçerim karşıya.”

Sevincinden içi içine sığmıyormuş.

Aynı zamanda da içinden hocaya kızıyormuş; neden bunu şimdiye kadar söylemedi, diye.

Dediği gibi de yapmış, çıkmış camiden, gelmiş nehrin kıyısına; “Bismillah” demiş ve yürümüş geçmiş.

Artık karısı da kendisi de çok mutluymuş bu yüzden.

Bir gün hanımı demiş ki; “Yarın o hocayı al gel, yemeğe davet et, o kadar iyiliği dokundu sana.”

“Olur” demiş adam.

Ertesi gün camiden çıkınca, Hocayla anlaşmışlar, eve gidecekler.

Hoca, “bir sal bulalım” deyince adam şaşırmış ve “Ne salı be hocam; sen demedin mi ‘Bismillah’ de yürü git diye. Ben o günden beri öyle yapıyorum, haydi geçelim!”

Hoca hayret, hatta dehşet içindeymiş.

Neden sonra titrek yüreğiyle, melûl mahzun bakmış adama ve “Ahhh” demiş, “Keşke benim imanım da, seninki gibi, ‘acabasız’ olsaydı! Ben de Senin gibi yürür giderdim.”

İhlas ve gerçek güven zihniyeti

İnsanların kendi güvensizliklerini maskelemek için düşündükleri sahte güvenin aksine, gerçek güven, kendine has özelliklere sahiptir.

Bu, dünyalıların gurur konusu yaptıkları sahte ve gösteriş budalası bir güven değil; her zerresiyle, O’nun rızasını esas alan “sırf emre itaat etmekle hibe edilen manevi gücün” verdiği bir güvendir.

Bu asr-ı saadetteki imandır; yetmiş bin perde arkasındaki iman.

Temsilde geçtiği gibi, saflığı ve masumiyeti öne çıkan ve güvenini suyun fiziksel özelliğine değil, Allah’a bağlayan köylünün yukarıda anlatılan kerametli davranışındaki sır, güvenle sarmalanmış “ihlas sırrı” değil midir?

Nitel azları nicel çoklara, ahşap kalemi metal kılıca, fakirliği zenginliğe, postu şatafata galip getiren sır, “sırr-ı ihlas” değil midir?

İhlas bir amel-i sâlihtir.

Kendisine (cc) güvenli bağlanmamız için bize “hakiki imanı” veren, bu mevhibeye nail olan insanın “kâinata meydan okuyabilmesi” neden zor olsun?

Bu hakiki özgüvendir; hakiki imandan beslenen bir özgüven.

“İhlas” İlahi mensubiyetin ve O’na güvenli bağlanmanın zirvesine ulaşmak; orada kalmak için çaba sarf etmektir.

Hakiki “özgüven” tam ihlasa mazhariyettir; parlak ve şeffaf kalp aynasında tecelli etmektir.

“İhlas” kişinin “mensubiyet sırrıyla” kulluğu ve “acziyeti içinde sultan” olmasıdır.

Halktan istiğna olan “İzzet” davranışının sırrı budur.

Aziz kardeşim” her zaman izzetli ve onurludur.

“Çünkü, madem herkes efendisinin şerefiyle ve mensup olduğu zâtın makamıyla ve şöhretiyle iftihar eder, bir izzet peyda eder.”

“Elbette, nur-u iman ile bu mensubiyetin ve memlûkiyetin inkişafı suretinde, bir karınca bir Firavun'u o mensubiyet kuvvetiyle mağlûp ettiği gibi, o mensubiyet şerefiyle dahi, gafil ve kendi kendine mâlik ve başıboş kendini zanneden ve ecdadıyla ve mülk-ü Mısır ile iftihar eden ve kabir kapısında o iftiharı sönen bin Firavun kadar iftihar edebilir.”

“Ve sinek dahi, Nemrut'un sekerat vaktinde azaba ve hicaba inkılâp eden iftiharına karşı kendi mensubiyetinin şerefini irâe edip, onunkini hiçe indirebilir.” (İkinci Şua, Birinci Makam, Tevhidin İkinci Meyvesi)

Davranışlar ihlasın yansımasıdır.

Dünyevi amaçlara erişmek için gösterilen çaba ve gayretle elde edilen muvaffakiyetteki sır, yine O’nun insana bahşettiği bir lütuftur.

İnsan her ne yaparsa yapsın, “aşk” ile yaparsa muvaffak olur.

“Aşk” ile yapmak ihlastır.

İhlasın, şerde de olsa, insanı muvaffak etmesindeki sır buradadır.

Dünyevi işini aşk ile kurallarına uygun olarak yapanlar muvaffak olabilir. “Çünkü samimî bir ihlâs, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet, ihlâs ile kim ne isterse Allah verir. Men talebe ve cedde vecede…” (Yirminci Lem’a)

Araştırmalara göre, özgüveni yüksek insanlar, her zaman şüpheli ve ürkeklere göre çok daha üstündür. Özgüveni yüksek insanlar başkalarına ilham verir ve onlara yardımı dokunabilir.

Avustralya, Melbourne Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada kendine güvenen insanların, özgüveni düşük insanlardan daha yüksek ücret aldıkları ve iş hayatında daha hızlı terfi ettikleri ortaya çıkarılmıştır.

Kaynağı ister manevi bir iman gücüne dayansın, isterse dünyevi amaçlara ulaşmak için olsun, bir işi yapmanın üstesinden geleceğinden emin olmak veya emin olmaya niyet etmek açıkça önemlidir.

Bu davranışları repertuarınıza dahil edebilmeniz için gerçekten muhlis olan insanların 11 temel alışkanlığını ortaya çıkarmak için biraz araştırma yaptım.

Katılır mısınız bilemem, ama benden daha çok şey bildiğinize ve yazacağınıza inancım tamdır.

İşte Allah’a Güvenen Muhlislerin Farklı Yaptığı 11 Şey

1-) Sebeplerin mahiyetini bilir ve gerekli teşebbüslerde bulunurlar

Sebeplerin O’nun kudretine, izzet ve azametine birer ayna olduğunu; hakikatin üzerinde bir “tenteneli perde” olduğunun farkında olup, “teşebbüs” ile (Girişimcilikle) bu perdeyi aralamanın tekniğini iyi bilirler. “Her şeyin dizgininin O’nun elinde” olduğunun farkında olarak, tabiata koyduğu yasalarına ve işin usullerine uygun davrananlar; işte bu insanlar “ihlas yasası”na uyan “muhlis” insanlardır.

2-) Mutlulukları Mana-yı Harfiyedir.

“Mutluluk” motivasyonun motorudur; aynı zamanda güvenin kritik bir unsurudur da.

Yaptığınız işi başarıyla tamamlamanız demek, kendi kişiliğinizden ve kimliğinizden memnun olmanız demektir.

Yeteneklerinizin, bilgi ve birikiminizin sizi doğru yolda yürüteceğine inanmanız gerekir. Burada eğer sebepler açısından yaklaşırsanız, dışarıya karşı kendini beğenen, ama öz nefsinde kendini beğenmeyen riyakâr davranışlar ortaya çıkar. Kişi manevi dünyasındaki gerçeklerle görünen dünyadaki gerçekler arasında kalıp mutsuz olacaktır.

O halde, kendi başarılarıyla dolup taşan insanlar, başkalarının başarıları hakkında ne düşündüklerinin aksine, kendi başarılarından zevk ve tatmin duygusu alırlar. Kim ne derse desin, asla insanların söylediği kadar iyi ya da kötü olmadığınızı bilirler.

“Nasıl ki mahlûkattaki faaliyet bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten geliyor. Ve hatta her bir faaliyette kat'iyen lezzet vardır. Belki her bir faaliyet bir nevi lezzettir.” (Onsekizinci Mektup, Üçüncü Mesele)

3-) Yargılayıcı değil, tavsiyecilerdir.

Allah’tan başka hâkim yoktur. Kendi göz kapağına hâkim olamayan nasıl diğer varlıkların hâkimi olabilir?

Güven duygusunu ihlastan alanlar ve duygularını güven potasında kullananlar başkalarını yargılamazlar. Çünkü herkesin kendine göre sunabileceği bir şeyler olduğunu bilirler.

Kendilerini iyi hissetmek için başkalarını küçük düşürmeye de ihtiyaçları yoktur. Kişinin kendini diğer insanlarla karşılaştırması korkunç olduğu kadar adil de değildir; üstelik sınırlayıcıdır.

Allah’a teslim olup O’na güvenen “muhlisler”, kimseye herhangi bir etiket yapıştırmadan kendi sorumluluk kanatlarını olabildiğince açıp, onları şefkatle korurlar ve ıslahına çalışırlar.

“And olsun asra ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka…” (Asr Suresi)

“Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler.” (Furkan Sûresi, 25:72.)

“Eğer onları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz ki Allah da çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.” (Teğabün Sûresi, 64:14.)

4-) İradesinin sınırlarını bilir, orada durur ve “İnşallah yaparım” düşüncesine sahiptir.

“Evet” demek kadar; yerine, zamanına, muhatabına ve davranışına göre “Hayır” diyebilmek hakîmane bir davranıştır.

İnsan her ne kadar sınırlı iradesiyle seçici olsa da “meşiet-i İlahiye” asıldır. Çünkü biz sınırlı gördüklerimize göre, Rabbimiz ise genel idari kanunlarına göre muamele edecektir.

Bu çerçevede bazen “Hayır” dediğimizin sonu “Evet” olarak tecelli edebilir.

Muhlis bir insan, yerinde, zamanında ve dozunda söylemek kaydıyla “Hayır” demenin sağlıklı olduğunu bilir ve “hayır” kelimesini net bir şekilde ortaya koyacak özgüvene sahiptir.

“Hayır” deme zamanı geldiğinde, bu insanlar “Yapabileceğimi sanmıyorum” veya “Emin değilim” gibi muğlak ifadelerden kaçınırlar ve samimi bir güvenle “hayır” derler; çünkü yeni bir taahhüde hayır demenin mevcut taahhütlerini onurlandırdığını ve onlara bunları başarıyla yerine getirme fırsatı verdiğini bilirler.

San Francisco'daki California Üniversitesi'nde yapılan araştırmalar, “hayır” diyemeyen insanların ve hayır demekte güçlük çeken insanların, stres, tükenmişlik ve hatta depresyon yaşama ihtimalinin çok yüksek olduğunu gösteriyor.

5-) Konuşmaktan çok dinlerler.

Muhlis ve özgüveni yüksek insanlar, konuştuklarından daha çok dinlerler, çünkü konuşarak kanıtlayacak bir şeyleri varmış gibi hissettirmezler.

“Lisan-ı halin, lisan-ı kâlden” daha etkili olduğunu bilirler.

Özgüvenli insanlar, başkalarını aktif olarak dinleyerek ve dikkat ederek, öğrenme ve gelişme ihtimallerinin çok daha yüksek olduğunu bilir. Etkileşimleri kendilerini başkalarına kanıtlama fırsatları olarak görmek yerine, etkileşimin kendisine odaklanırlar; çünkü bunun insanlar için çok daha keyifli ve üretken bir yaklaşım olduğunu bilirler.

6-) Konuştuklarında mütevazı ama net konuşurlar.

“Hımm”, “Emin değilim” ve “Sanırım” gibi gerçekten kendinden emin ifadeleri duymak nadirdir. Kararlı konuşmak inandırıcılığınızı artırır.

Durduğu yer neresi olursa olsun, davasına güvenen insanlar mütevazı insanlar iddialı konuşurlar; çünkü fikirleri inanarak aktaramazsanız insanların sizi dinlemesini sağlamanın zor olduğunu bilirler.

7-) Muvaffakiyet amaç değildir.

Muhlisler, küçük zaferlerden büyük şükür çıkarmasını bilirler.

Muvaffakiyet rüzgarının sevkiyle ve faaliyetteki lezzetin şevkiyle bir mükemmellik yolcusu olduğunun farkındadırlar. Önemli olanın netice değil, süreç olduğuna çoğu kere tanık olmuştur.

Muhlislere göre, muvaffakiyet ve başarı amaç değil, tekamül için birer kamçıdır.

Bunun için onların en büyük silahı da “Sabır”dır. “Gayret bizden, Tevfik O’ndandır.”

Arada bir “müşevvik” olarak verilen küçük zaferler, beynin ödül ve motivasyondan sorumlu alanlarında yeni androjen reseptörleri oluşturur.

Androjen reseptörlerindeki artış, testosteronun etkisini artırır ve bu da onların gelecekteki zorluklarla başa çıkma konusundaki güvenlerini ve isteklerini daha da artırır.

8-) Dikkat çekmezler; insanların nazarından kaçınırlar.

Muhlisler, hodfuruşluktan nefret ederler; narsistliği ayakları altına almışlardır. Narsisizmden akrepten yılandan kaçtıkları kaçarlar.

Hasta ruhlar halkın nazarını kendi üstüne çekmeye bayılır. Basitinden dikkat çekmek için olmadık numaralar yapabilirler.

Bunların misali şuna benzer ki, herkesin sosyal hayatta insanlara göründüğü ve insanları gördüğü kendi kametine uygun bir yükseklikte bir penceresi vardır.

O pencereler boyundan yüksekteyse, yukarı doğru uzanacak veya zıplayacak; insanlara görünme çabasına girecektir. Bu çok sağlıksız ve fiziksel olarak kişiyi yamultabilir bir durumdur.

Oysa o hususi penceresi boyundan da daha düşük bir seviyede ise eğilecek ve tevazu ile insanlara görünecektir. (Münazarat)

İnsanlara şaşıyorum; halklara görüneceğim veya insanlar beni görsün diye haddini aşarsa, maskara olmanın ne deni ahmakça bir davranış olduğunu neden görmezler?

Kişi haddin bilmek gibi irfan mı olur?

Muhlisler, kendine güvenen insanlar, kendi olmanın bilincindedir. Kalkıp, insanlar nezdinde bunun ne denli önemli olduğunu kanıtlamaya çalışmaktan da abestir. İnsanlar tutumunuzu çabucak kavrarlar ve doğru tutuma, ne veya kaç kişi bildiğinizden daha fazla ilgi duyarlar. Muhlisler her zaman doğru tavrı geliştirirler.

Muhlisler ihlasa zarar verebilecek etkilerin doğurduğu sonuçlardan kaçınmak için “dikkat dağıtmada” iyidirler. Bir başarı sonrası dikkat çektiklerinde veya nazarlar ona döndüğünde, odağı hızla oraya ulaşmak için çok çalışan tüm insanlara kaydırırlar. Kendi değerlerini kendi kalbinden aldığı için; onay veya övgü beklemezler ve istemezler.

9-) Hata yapmayı bir ders malzemesi olarak görürler.

Muhlis insanlar akıllıdır. Hikmet onların bulmaya çalıştıkları yitik malıdır. Bu tür insanlar her olayı, her nesneyi bir öğrenme aracı olarak kullanırlar.

Mesela, haksız olduklarında, kendi aleyhlerinde bile olsa olayın tüm gerçekliğini itiraf etmekten korkmazlar.

Dayanıp dayanamayacaklarını görmek için fikirlerini ortaya koymaktan hoşlanırlar; çünkü yanlış oldukları zamanlardan çok şey öğrenirler. Haklı olduklarında diğer insanlar onlardan öğrenir. Kendinden emin insanlar neler yapabileceklerini bilir ve yanılmayı kişisel bir eksiklik olarak görmez.

10-) Diğer insanların güzel meziyetlerini alkışlarlar

Takdir etmek, beğendiğini söylemek, hayrı teşvik etmek muhlislerin harika bir meziyetidir. Kardeşinin meziyeti ile şâkirane iftihar ederler.

Muhlis insanlar tefani içinde yaşar; kendisi yapmış gibi kardeşiyle övünür. Fenafil ihvan içindedirler.

Özgüveni kaybolmuş ve ihlas dalgasından mahrum olan insanlar, başkalarının ilgilerinden sürekli şüphe duyarlar; bu nedenle, değerlerini kanıtlama telaşı yaşarlar. Üzerinde spot ışıklar olsun isterler. Ne gereksiz bir çaba; ne fena bir davranış!

11-) Yardım istemekten korkmazlar.

Muhlis insanlar dayanışma ve yardımlaşmadaki lezzeti bilir;

Vazife taksimi ve iş bölümüyle birbirinin eksiğini tamamlarlar.

Muhlisler, başkalarından yardım istemenin onları zayıf veya akılsız göstermediğini bilirler.  Güçlü ve zayıf yönlerini bilir; kendi dünyasındaki zayıf yönünü diğer muhlisin güçlü yanıyla doldurur.

Ayrıca, daha fazla uzmanlığa sahip birinden öğrenmenin gelişmenin harika bir yolu olduğunu da bilirler.

İşte böyle!

Muhlislerin bile helak olmaktan kurtulamadığı tehlikelerle dolu bu imtihan dünyasında işimiz Allah’a kalırsa kolay; O’ndan uzaklaşırsa zordur.

O bizi bizden daha çok düşünür.

“Allah size yardım ederse, hiç kimse sizi yenemez; ama ya O sizi terk ederse, O'ndan başka kim size yardım edebilir? O halde müminler Allah'a güvensinler.” (Âl-i İmran, 160)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (8)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.