İhsan Kasım Salihi, bir bardak suyu içip arkasına bakmadan giden değil içtiği suyu “nasıl insanlara ulaştırırım” diye koşturan, gayret eden, tehalük gösteren özel bir insan. Bizim içimizde bu tür insanlar itibar görmez diyorum. Çünkü hepsi aynı boyda veya çok az farklılık gösteren kişiler, bu tip insanları istemezler. İstememenin yanlış olduğunu anlarlar ama yine de istemezler. Hatta bu konuda hakikatleri köpürtürler yine de istemezler. Eğer biz her yangına koşanın arkasından ona su yetiştirseydik dünyayı bağ-ı bostana çevirirdik. Tenkidin olmadığı yerde gelişme olmaz, tenkidi davayı geliştiren değil akamete uğratan olarak görürsek o zaman insanlar nasıl yetişsin.
Salihi’nin kitabının bir kısmı da konferans ve ziyaretlere ayrılmış. Bu adeta sempozyumların başlama ve gelişme dönemlerini anlatıyor. İstanbul İlim ve Kültür Vakfı bu tür toplantıların başlatan olarak kamuoyunda görülmüş. Bu sempozyumlar nurları topluma ve akademik camiaya açan bir faaliyet oldu. Büyük bir gelişmeydi. Salihi de bunlara katılır.
“Cenab-ı Hak bana risalelerle ilgili ilmi araştırmalar yaparak Arapça olarak bu sempozyumlara iştirak etmeyi nasip etti.” Bu ülkelerin isimlerini de verir. Ürdün, Mısır, Fas, Cezayir, Çad, Nijer, Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri, Suriye, Lübnan, Yemen, İran, Hindistan, Pakistan, Malezya, Endonezya, Filipinler, Avusturalya, Bosna Hersek ve Brezilya.
Gerçekten Bediüzzaman, davasına bir büyük adamı dahil etmiş o da bütün bir coğrafyaya eserleri yaymayı başarmıştır. Türkiye içindeki seminerler ve sempozyumlara katılır. Iğdır Üniversitesinde Mesnevi-i Nuriye Sempozyumuna katılarak bu kıymeti eseri niçin tahkik ettiğini de beyan eder. Bu toplantı ve seminerler, eserlere yeni intişar alanları ve dostluklar kazandırıyordu.
“Üstad hata eder mi?” diye bir soru sorulur ona. Üstad’dan cevap verir. “En büyük hata insanın kendini hatasız kabul etmesi olduğundan hatamı itiraf ederim ki, nasın nasihatini kabul etmeden nasa nasihatı kabul ettirmek istedim.” Üstad birçok yerde hatasını kabul eder ama talebelerine üstelik en sıradanına da hatasını söyleyebilir misiniz? Teori başka uygulama başka.
Mısır’da Hüseyin Ahmet İsa Aşur Bey Muhtar’ül İslam isimli dergisinde Üstad’ın hayatını yayınlamaya başlar. Ahmet Bahcet, Dünya Kutusu isimli eserinde yine Üstadla ilgili makaleler yayınlar.
Dr. Said Abdülmaksud Zalem, Bediüzzaman’ın Mesnevi isimli eserini okumuştur. Onu “o kitap da gerçekten kitap ve sünnet ışığında tam bir akide kitabıdır” der. Bu eser Ezher’de Menhec kitabı olarak ikame edilmiş. Menhec, orjinalliğini ve müteammim olma manasına geliyor, şahsiyattan ve nazariyattan uzak demek. Yazar, kitabı Mehhec kitab yapmaya gayret etmiştir. Darısı bizim ülkemizdekilere. Ezher Üniversitesinde yapılan faaliyetleri hülasa eder yazar. Bunlardan birinin adı orjinaldir: “Risale-i Nur ve Modern Dini Söylemin Yenilenmesi.”
Geleneksel İslam düşüncesi batının ilim, felsefe, ateizmin getirdiği şüpheleri giderdi denilebilir mi? Ama Bediüzzaman ilmin, felsefenin, edebiyatın ışığında söylemi modernleştirdi. Bu bizim anladığımız anlamda köksüz bir modernizm değil elbette ki.
Hatice Er Nadravi bir mektup yazar Salihi’ye. Bir sempozyumdan izlenimlerini anlatır. “Sempozyumdaki en güzel şey alimimiz ve imamımız Bediüzzaman Said Nursi’nin muhabbetiyle parlayan yüzlerdi. O öyle bir Üstad ki Allah’a olan kulluğuyla onur duymuş ve ömrünü ilahi aşkın mihrabında geçirmiş. Nefsini bu zamanda en büyük bir ihsan olan imanı kurtarmak gayesiyle hakkın sancağını kaldıran bir asker olarak görüyor. Onun cihadı yalnızca hayatıyla sınırla kalmamış. Aynı zamanda berzah alemine de uzanmıştır.”
Yine başka bir zat Bediüzzaman’ın bir eserini okuyunca ilmi ledünü izah etmek ister ve der ki “Ben bir kitabı açıp bir şey okuduğumda o kitabın şu veya bu ilme münhasır olduğunu bilirim. Bu adamın kitapları ise ledünni ilmini ihtiva eder. Ben de Süleyman Çelebi Mevlidde Resullullahı (asm) anarken “ilmi ledün sultanı” der. Neymiş ilmi ledün sultanı olmak ve Bediüzzaman’ın da eserlerinin ledünni olduğunu bilmek? Hem başkalarını hem de beni tatmin etsin, biraz konu muğlak kaldı gibi.
Burada bir konunun şerhi var, yazıyorum. Ledün müdür değil midir onu da okuyucularımız belirlesinler. “İnsan ismi Rahman’ı tamamiyle gösterir bir surettedir. Kainatın simasında bin bir ismin şualarından tezahür eden ism-i Rahman göründüğü gibi ve zemin yüzünün simasında Rububiyet-i dsiz mutlaka-i ilahiyenin cilveleriyle tezahür eden İsm-i Rahman gösterildiği gibi insanın suret-i camiasında küçük bir mikyasta zeminin siması ve kainatın siması gibi yine o ism-i Rahman‘ın cilve-i etemmini gösterir demektir.” Giderken kitabı alır. Kendinin olmadığı halde benim der. Bu izahın karşısındaki suskunluğunun ilmi ledün olan bir bahsi dinlemesinden dolayıdır. Kasım Abi bu Mehhece kelimesini de muğlak bırakmış onu da izah etse iyi olur. Mesele çok ama yastık yorgan yedi gitti ömrümüzü.
Fas’ta Risale-i Nur‘u tanıtan Muhsin Abdülhamit’in gayretidir. Onun araştırması Fas evkaf bakanlığının çıkardığı Hakkın Daveti isimli dergide yayınlanır. Böylece eserler Fas’ta tanınır. Salihi, mezkur ülkede Türkiye’de Kur’an-ı Kerim manaları, tercümesi hakkında görüşler adında bir tez sunmuştur. Maşallah. Fas’ta daha başka da tanıtıcı çalışmalar yapılır, İstanbul ile ortak. Taha Abdurrahman, Risale-i Nur penceresinden Kuran’ın İnsana Bakışı adı altında bir bildiri ile Beşinci Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumuna katılmıştır. Salihi’nin Türkçe’den Arapçaya eserleri çevirmesi sıradan telif, telifat mantığı ile bakanları hayrete düşürür. O da bunları izah eder. Risale-i Nur’un tesiri başka kitaplarla kıyas edilmez. Onun kütüphanesinde bulundurmuş olur. Bir kütüphanede kitaplar arasında bir kitap ama Risale-i Nur kitaplar arasında değil tek başına dünya ve kitaplardır. Salihi eserleri İbraniceye de çevireceğini söyler. Aşk imiş alemde her ne var ilim bir kıl ü kal imiş ancak.
Bir toplantıda bayan öğrencilerden birisi “siz hiç durmaksızın imandan bahsediyorsunuz, biz de müminiz” der. Salihi ona cevaben “Ben hiç kimsenin imanından şüphe etmiyorum ancak Allah Resülü “Kim Allah’ı Rab, İslamı din ve Muhammed’i (asm) resul olarak kabul ettiyse imanın tadına varmıştır” buyuruyor. Burada imanın bir zevki bir tadı bir tatlılığı olduğunu anlıyoruz. Risale-i Nur bu imanı tattırıyor” der. “Öyleyse ver, bize de bu risalelerden ver” der bayan.
Ben de buraya ilave olarak diyebilirim. Ben Allah’a inanıyordum ama Bediüzzaman Kur’an’ın kainata, insana ve olaylara, bitkilere, hayvanlara bakış açılarını bana öğretti. Çünkü Kur’an sadece ibadet sırasında okunan bazı kısa süreler değildi. Kur’an’da en çok tekrar edilen fiiller insanın o filler ile kainata bakmasını gerektiren fiillerdir ama ne yazıkki bizim ülkemizde alınan eğitim ve verilen dini eğitim bunlardan mahrumdur. Diyanet bunları veremedi vermesini bekleyeceğiz. Kur’an peygamberler tarihindeki olaylardan kesitler alır ve insanlara onlardan istidlalle bakmayı öğütler. “Elemtere keyfe feaala rebbüke bieshabil fiil” “Fil ashabının akibetine baktınız mı?“ Şimdi fil ashabı Kabeye saldırmak istemiş ama başaramamış ebabil kuşlarının saldırısından kaçmışlar. Diyor ki bütün zamanlara şumülle sizde bu dini mübine ve ahkamına yanlış bakanların akibetine bakabilirsiniz, ordan istidlalle.
“Rahmetimin asarlarına bakın” diyor Allah. Bediüzzaman bu ayeti adeta bakış felsefesi haline getirmiş, Kur’an‘dan öyle bir seçme yapmış ki her şeye bakmayı öğretiyor. Mücrimleri, dalalette olanları, günahkarların akibetlerini gösteriyor. “Allahümme la yüziyi ecrel muhsinin.” “Allah işinin hakkını verenlerin ücretini zayi etmez.” Sen yeter ki iyilik yap. İyilik yap denize at balık bilmezse Halık bilir derler ya işte onun gibi Allah’ın bu kullandığı insan için ikaz fiilleri birkaç kitap olur. “Allahümme layühibbilül mürimin, Allah suçluları sevmez.” “İkaz eden Kur’an” diye bir kitap yazmak lazım hangi birini yazacaksın. Tüylerimiz hiç diken diken olmuyorsa hep aynı şekilde bakıyorsak, ürpermiyorsak, boşuna dememiş Peygamberimiz (asm) “Allah’ım ürpermeyen kalpten sana sığınırım.” İnsanlar neler karşısında ürperiyor bak sen hele. Zübeyir Abi demiş “Üstadım korkuyorum.” “Kardeşim korkma titre“ demiş Üstad. Bayram Abi’ye demiş, “korkma kardeşim korkma senin sonun iyi olur.” Ben de korkmuyordum ama dostlar ile imtihan olunca ben de korkmaya başladım. Allah’ım benim halim ne olur diye?
Devam edecek