Dr. İhsan Şenocak Hoca, “Hâlâ M. İslamoğlu’na muhabbeti olan kardeşlerim! Allah rızası için bu yazıyı sonuna kadar okuyun” diyerek önemli açıklamalarda bulundu.
Kendi sitesinde yazdığı yazıda Şenocak Hoca, “İslâmoğlu ya Kur’ân-ı Kerim okumuyor. Ya okuyor lakin anlamıyor. Ya da anlıyor fakat manayı tahrif ediyor” dedi.
Yazısı şöyle:
“Kur’ân Müslümanları” adını alarak kendilerine kutsal bir hüviyet kazandırdıklarını düşünen Kur’âniyyûn hareketi, zuhûrundan günümüze kadar ‘‘Kur’ân’la, Kur’ân-ı Kerim’e karşı direnen müslümanlar topluluğu’’ olarak anılmışlardır.
KUŞATMA
Kur’ân Müslümanları’nın reddettiği mevzulara Allah Rasûlü bağlamında bakıldığında her birinin Peygamber-i Ekber’in itibarsızlaştırılmasına yönelik hamleler olduğu görülmektedir. Ümmîliğin reddiyle oryantalizmanın Kur’ân’ın başka kitaplardan istinsah edildiği iddiasının; Allah Rasûlü’nün masumiyetinin inkarıyla, O’nun günahkar biri olabileceği ve bu yüzden kendisine itaatin şart olmayacağının; hadisler etrafında şüpheler oluşturarak Peygambersiz bir İslâm’ın önü açılmakta, mucizelerin inkarıyla ise risalete şehadet eden ilahi tasdiknameler iptal edilmektedir.
KUR’ÂNİYYÛN’UN MUCİZE TELAKKİSİ
Kur’ân Müslümanları’na göre, “Allah Rasûlü’nün Kur’ân’dan başka bir mucizesi yoktur; her ne kadar Ay’ın ikiye yarılması gibi rivayetler hadis mecmualarında mucize bağlamında nakledilse ve bazı âlimler de bunu Kur’ân’la isbat etme noktasında aşırı gitse de durum değişmez; İnşikâk-ı Kamer/Ay’ın İkiye Yarılması geçmişte olan bir hâdiseyi değil, Kıyâmet esnasında vuku’ bulucak bir olayı anlatmaktadır. Zaten ayetlerin devamında da hâdiseyi Allah Rasûlü’yle ilişkilendiren ne açık, ne de gizli bir delil vardır.” 1 Kur’ân Müslümanları bu noktada iddialarını şu şekilde müşahhaslaştırmaktadırlar: “Allah Teâlâ bir peygambere maddi bir mucize verir, muhatapları ona inanmaz ve risaletini inkar ederse, mühlet tanımadan onları helak eder. Nitekim Hz. Salih ve Hz. Musa başta olmak üzere diğer peygamberlerin muhatapları bu çerçevede helak edilmiştir. Buna göre, eğer Allah Rasûlü’nün mucizelerinden İnşakâk-ı Kamer/Ay’ın İkiye Yarılması gerçek olsaydı, onu inkar eden Kureyş hemen helak olurdu; kitaplarda helak olduğuna dair bir rivayet olmadığına göre bu hâdise tahakkuk etmemiştir. Kamer Sûresi’nde ifade edilen Ay’ın Yarılması hâdisesi Kıyâmet’te olacaktır. Mucize olarak nakledilen rivayetler ise uydurmadır.”
MUCİZELER
Mucizeler, Allah Teâlâ tarafından risalet davasına memur kılınan Peygamberlere, risaletlerini sorgulayan muhataplarına izhar etmeleri için ihsan edilen ilahî belgeler hükmündedir. Bu yüzden gösterilmesi de, ona inanılması da zaruret arz eder. Mucizeleri inkar, peygamberlerin ellerindeki ilahî şehadetnameleri de inkar etmektir.
Mucize; akla değil, insanın alıştığı sisteme, gördüğü nizama aykırıdır. Kainatı yoktan var eden, küçücük bir çekirdekten dev ağaçlar çıkaran Allah Azze ve Celle diriltmeye de, balığın karnında, ateşin içinde diri tutmaya da kadirdir. O’nun alemdeki tasarrufunu gören akıl, peygamberlere verdiği mucizeleri idrak etmekte zorlanmayacaktır.
KUR’ÂN-I KERÎM’İN İ’CAZ HARİTASI
Allah Rasûlü’nün en büyük mucizesi ise bütün zaman ve mekanlarda tesiri devam eden Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân’ın harikulade oluşu ise dört başlık altında mülahaza edilebilir:
Kur’ân-ı Kerim insanların unuttuğu hâdiselerden de, gelecekte olacak olaylardan da haber verdi. Ehl-i Kitap olan Rumlarla, Müşrik Mecusiler arasında 10 yıla kadar tekrar bir savaş olacağını ve bu savaşta Ehl-i Kitab’ın galip geleceğini; 2 Mekke’de inen bir ayette müşriklerin yenilip kaçacağını haber verdi. 3 Kur’ân’ın dediği oldu; Mecusiler yenildi, Mekkeliler Bedir’de hezimete uğradı. Allah Teâlâ neyi, nasıl haber verdiyse o şekilde zuhur etti.
Kur’ân-ı Kerim, on dört asır önce ancak yakın bir zamanda keşfedilebilen ilmî meselelerden de bahsetti. Denizlerin birleşim noktalarında doğal bir sed bulunduğunu, bunun da iki akıntının birbirine karışmasına mani olduğunu; 4 her şeyin çift yaratıldığını 5, biri erkek, diğeri dişi hücreli varlıkların rüzgarla aşılandığını 6, yer ve göklerin bitişik olduğunu, daha sonra birbirinden ayrıldığını, bütün her şeyin sudan yaratıldığını 7 haber verdi, bilimse bunları yeni keşfetti.
Kur’ân-ı Kerim, fesahat ve belagatıyla dünya milletlerine rüchaniyeti olan Arapları hayrette bıraktı. Münkirlerini önce mislini;8İsrâ: 88. sonra on sûresinin, 9 en son olarak da bir sûresinin 10 benzerini getirmeye davet etti. En büyük şairler O’nun önünde diz çöktü. Kimi iman etti, kimi de edebiyatına secde etti. Fakat hiç kimse onun meydan okumasına cevap veremedi.
Kur’ân-ı Kerîm’in hukuki yönü de mucizedir. Yol kesme cezasıyla 11, hırsızlık haddi 12 arasına “takva” çağrısı yapan ayet-i kerimeyi 13 koyarak, her iki suçun da ancak iman ve takva ile önlenebileceğini haber verdi. Can ve mal emniyeti açısından en tehlikeli bölgelerden olan Hicaz’ı en emin belde haline getirdi Kur’ân. ABD, 1930 yılında bir yasa değişikliğiyle içkiyi yasakladı fakat içki tüketimi daha da arttı. Yasakta başarılı olamayınca tekrar serbest bıraktı. Fakat Kur’ân-ı Kerîm; üç merhalede yasakladığı içkinin, üçüncü merhalesinde, “Artık vazgeçtiniz değil mi?” 14 deyince, içki küpünü alan müminler sokağa koştu, Medine sokakları içki seli haline geldi.
Kur’ân-ı Kerîm; damarlarına şiir nüfuz eden Arab’ın üdebasına da, şuarasına da meydan okudu. Onun karşısına sözle çıkmaktan aciz kalan müşrikler, kılıçlarını kuşanıp Mekke’ye yürüdü. Bedir, Uhud, Hendek; Müşriklerin söz planındaki mağlubiyetini, galibiyete çevirmeye matuf hamlelerdi.
SÂİR MUCİZELER
Allah Rasûlü’nün Kur’ân-ı Kerîm dışında da çok sayıda mucizesi vardır. Bunlardan bir kısmı Kur’ân-ı Kerîm’de, önemli bir bölümü de hadis mecmualarında yer almaktadır. Ay’ın ikiye yarılması, cansız varlıkların O’na selam vermesi, hurma kütüğünün ayrılığına dayanamayıp ağlaması, az miktardaki yiyecek ve içeceğin O’nun bereketiyle çoğalması, okuduğu ya da dokunduğu hastaların şifa bulması, parmaklarından su akması gibi mucizelerinin anlatıldığı eserler umumi manada mucizeyi ikiye ayırmış; manevi mucize noktasında Kur’ân-ı Kerîm’i, hissî mucize noktasında ise Allah Rasûlü’nden sadır olan harikulade hususları incelemişlerdir. Son dönemde ise, Allah Rasûlü’nün, vaktinden önce haber verdiği, vakti gelince de ifade buyurduğu gibi tahakkuk eden hâdiselere dair sözleri “Nübuâtu’r-Rasûl” başlığı altında cem edilip, incelenmiştir. 15
MUCİZE, MÜMİNLERE NE SÖYLER?!
Ne var ki modernist müslümanlar, Batı’nın pozitivist aklı karşısında mucizeyi izah edemeyince reddetmişler ya da mucize Müslümana, “En zor şartlarda da bir çıkış yolu vardır! Sabret! Küfre teslim olma! Hz. İbrahim’i yakmayan Allah Azze ve Celle seni de koruyacaktır!” dediğinden, mûstağribler tarafından inkar edilmiştir. Bu bağlamda Mısır’da, Ferid Vecdi, “İlim ve Felsefe Işığında Allah Rasûlü’nün Hayatı” başlıklı dizi yazısında mucizeyi sıradanlaştırdı. Muhammed Abduh, “Fil Sûresi”nin tefsirinde Ebabil Mucizesi’ni bir takım te’villerle reddetti. Hüseyin Heykel de “Hayat-u Muhammed” adlı kitabında; Batı’nın bilim anlayışını tercih ettiğini açıkça deklare etti. Mustafa Meraği mezkûr esere yazdığı takrizde, “Allah Resulü’nün karşı konulamaz tek mucizesinin Kur’ân olduğunu, onun da akıl terazisine geldiğini” söyledi. 16
Ezher’in içselleştirdiği modern bilim mantığı her gün yeni bir vecheye bürünerek yayıldı. Islah edebiyatı, İslâm Coğrafyası’nın en ücra noktalarına kadar ulaştı. Bu bağlamda pek çok şey gibi mucize de inkar edildi. Müslümanlar mucizeyle birlikte, Nemrutlara karşı İbrahimî direniş ruhunu da kaybetti.
MUCİZE TE’LİFÂTI
Allah Rasûlü’nün risaletini inkar faaliyetlerine karşı, ulemanın risaleti mucizelerle isbat etme noktasında kaleme aldığı te’lifât, zamanla bir ilim dalı haline geldi ve Delâilu’n-Nübüvve ya da “A’lâmu’n-Nübüvve” literatürü oluştu. Bunlar içerisinde Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin (v. 430/1038) “Delâil”i ile Ebû Bekir el-Beyhakī’nin (v. 458/1066) “Delâil”i ayrı bir öneme sahiptir. İmam Suyuti’nin “el-Hasâisu’l-Kübrâ”sı gibi eserler hem Allah Rasûlü’nün risaletinden önceki “irhâsât” kabilinden olan rivayetleri, hem de risaletten sonra vuku’ bulduğundan “mucize” babında değerlendirilen harikulâde olayları da ihtiva eder.
Sünnet’i reddeden Kur’ân Müslümanları, hadis-i şerifleri delil olarak kabul etmediklerinden, biz de bu makalede, mucizeleri daha çok hadisler bağlamında ifade eden Delâil kitaplarını değil de ayet-i kerimelerin haber verdiği şekliyle harikulade olayları esas alacağız. Ne gariptir ki, Hristiyanlar Hz. İsa’nın hissi mucizelerine istinaden O’nu uluhiyet derecesine çıkarırken, Modernistler ya da Kur’ân Müslümanları Peygamberlerinin risaletine delalet eden tek bir mucizeye dahi tahammül edememektedirler. 17
SİHİRBAZ AKLI VE DERİN ÇARPITMA
Allah Rasûlü’ne Kur’ân’dan başka mucize verilmediğini iddia eden Kur’ân Müslümanları, mucize ile alakalı ayetleri fasid şekillerde te’vil etmektedirler. Bu bağlamda “İsra” hâdisesinin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya değil, Mescid-i Haram’dan Ci’rane’deki bir mescide yapıldığını 18; meleklerin gelmesinin manevi destek anlamında olduğunu, Ay’ın da Kıyâmet alameti olarak gelecekte ikiye ayrılacağını savunmaktadırlar.
Allah’ın kitabına bütüncül bir nazarla bakamadıklarından dolayı ayetleri murad-ı ilahî çerçevesinde anlayamayan Kur’ân Müslümanları, akidevî noktada derin yanılgılara düşmekte, bu yüzden de pek çok meseleyi inkar etmektedirler. Kafirlerle alakalı ayetleri müslümanlara teşmil eden Kur’ân Müslümanları, “Şefaat” gibi, hükmü kafirler için başka 19, müminler için başka 20 olan ayetleri sihirbaz aklıyla çarpıtıp reddetmektedir.
Muhal farz… Kur’ân’ın kafirler ve müminler için ayrı ayrı hüküm ifade eden ayetleri birbirine karıştırılırsa “var”, “yok”; “yok” da “var” olur. İşte Kur’ân Müslümanları şefaat ve mucize gibi konularda tam da bunu yapmaktadırlar.
KUR’ÂN-I KERİM’İN MUCİZE SİSTEMİ
Mealci, ‘‘Kafirlere şefaatin fayda vermeyeceğini’’ bildiren ayetleri, müminleri de içine alacak şekilde tefsir edince, ya “şefaat’in varlığını’’ haber veren ayetleri inkar edecek ya da Kur’ân’da -haşa- tenakuz olduğunu iddia edecek… Kur’ân Müslümanlığının aynı mantığı mucizede de yürütmesine itibar edilir ve bu bağlamda İsra Sûresi’nin 59. ayeti Allah Rasûlü’ne mucize verilmediğine delil kabul edilmesi söz konusu olursa –haşa- Kur’ân’da tenakuz ortaya çıkar. Bu durumda mucizeyle alakalı ayetleri nasıl anlamalıyız?
Şefaatle alakalı ayetler nasıl kafirler ve müminler için iki başlık altında toplanıyor ve kafirler için caiz olmayan şefaat, müminler için caiz oluyorsa, mucizelerle ilgili ayetler de iki başlık altında incelenmelidir. Birinci grupta yer alan mucizelere, ‘‘el-Mu’cizetu’l-Muhlike/İnanmayıp, fesad çıkaranları helak eden mucizeler’’ adı verilebilir. Çünkü bu grupta yer alan mucizeler zuhur edince muhataplar birinci merhalede onları inkar ettiler, ikinci aşamada ise onları inkarda ileri gidip, fesad çıkardılar, son tahlilde ise helak oldular. İkinci grupta yer alanlara ise ‘‘el-Mu’cizetu’l-Murşide/Yol Gösteren Mucizeler’’ denebilir. Çünkü muhatapların bir kısmı bunlar vasıtasıyla inanır ya da inananların imanı güçlenir. Bir kısmı ise inkar eder; fakat inkarı büyük bir fesada dönüşmeden sönüp, gider.
MEKKELİLER NİÇİN MUCİZE İSTEDİ?!
Allah Teâlâ; Mekke müşriklerinin Efendimiz’den yerden su çıkarmasını, altından bir evinin olması ya da göğe çıkması 21 gibi mucizeleri istemelerini inkar ve istihza bağlamında kabul etmiş, bunun da sonu inkar ve ifsad olduğundan taleplerini reddetmiştir. Nitekim bu ayetler 22 kafirlerin samimi taleplerine değil, istihzalarına cevap olarak nazil olmuştur. Müşriklerin taleplerinin Allah Rasûlü’yle alay etmek ve inkarlarını daha da derinleştirmek için onlardan sadır olduğu malumdur. Ayetlerin siyak sibakına bakıldığında da görülmektedir ki, onlar bir beşerin peygamber olmasını reddetmekte, Rasûl olarak melek beklemektedirler. Nitekim Allah Azze ve Celle onlardaki bu akıl tutulmasını şu şekilde ifade buyurmaktadır: “Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar, yine de, ‘Herhalde gözlerimiz perdelendi, bilakis bize büyü yapılmış olmalı!’ derler.” 23
İSLÂMOĞLU KUR’ÂN’A NİÇİN BU KADAR YABANCI?!
Sünnet’i redden Kur’ân Müslümanları, Kur’ân’ı bütüncül bir nazarla okuyamama özürlerine bağlı olarak anlayamadıkları şu ayeti mübtedi bir talebe vâsâtında okuyabilselerdi, herkes gibi onlar da ilgili ayet-i kerimenin mucizenin inkarına değil, isbatına delalet ettiğini idrak edecekti: “Bizi, (Kureyş’in istediği) mucizeleri göndermekten, ancak, öncekilerin onları yalanlamış olması alıkoydu. (Nitekim) Semûd kavmine o dişi deveyi açık bir mucize olarak verdik de onlar bu yüzden zâlim oldular. Oysa biz mucizeleri sırf korkutmak için göndeririz.” 24. Allah Rasûlü’ne Mekke’li müşriklerin talep ettiği mucizelerin niçin verilmediğinin gerekçesini bildiren bu ayet, öncekilerin yalanlama keyfiyetini ifade noktasında Semud Kavmi’ni örnek olarak zikretmektedir. Buna göre Semud, Mucize noktasında iki cinayet işlemiştir. Bunlardan birincisi, “فَظَلَمُوا بِهَا/Mucizeye inanmayarak kendilerine zulmettiler.” ifadesiyle, ikincisi ise “فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَا /Onu yalanladılar ve kestiler.’’ 25 mealiyle ifade edildiği gibi hayvanı boğazlama şeklinde gerçekleşmiştir. Semud kavmi, istediği mucize zuhur edip, kendisi tarafından inkar edilince değil, mucize olarak yaratılan deve öldürülünce helak oldu. Bu ayet, Kur’ân Müslümanlarının, mucizeyi inkar eden kavimlerin hemen helak edildiği yönündeki iddialarını çürüten delilerden sadece bir tanesidir.
Kur’ân-ı Kerîm sayfalarca, mucizeleri inkar edilen peygamberlerden ve inkar eden kavimlerin -hemen değil de- yıllar sonra helak edilmelerinden bahs eder. Biz bu makalede -umumi tahlilin yanında- Sünnet düşmanlığını “Kur’ân Müslümanlığı” zırhıyla gizleyen hareketin Türkiye mümessillerinden Mustafa İslâmoğlu’nun Kur’ân’a ne kadar yabancı olduğunun bir tescili olarak aynı iddiaları nasıl tekrar ettiğini de değerlendireceğiz.
Kullanmış olduğu ifadelerden Kur’ân Müslümanlığı’nın görüşlerini kaynak göstermeden aldığı anlaşılan bu zât, bir hutbesinde şunları söylemektedir: “İnşikâk-ı kamer hâdisesi iki yüz yıl sonra imal edilmiş bir yalandır. Ayetin Ay’ın yarılmasıyla hiçbir alakası yoktur. Fiilin mazi olması gelecekte olmasına engel teşkil etmez. Zira Kıyâmetle alakalı bütün fiiller mazi sigasıyla gelir. Ay ikiye yarıldı diye iman eden tek bir kişi oldu mu? Kur’ân’daki mucizelerin sistematiğine göre bir kavim imana davet edilir, o da mucize ister, mucize verilir de iman etmezse helak edilir. Sistem budur. Tamamen budur. Onun içindir ki Allah Hz. Peygamber’e Kur’ân’dan başka mucize vermemiştir. Allah Rasûlü’ne verilen tek mucize Kur’ân’dır. İsra Sururesi’nin 59. Ayeti de bunu teyit ediyor. Ankebut Sûresi’nin 52. Ayetini de onun üzerine koyun. Bu Kur’ân-ı onlara göndermemiz mucize olarak yetmedi mi? diyor. Bağlam manipüle edildi, iki yüz yıl sonra bu yalan uyduruldu.” 26
AY YARILDI MI, YARILACAK MI?!
Allah Azze ve Celle inşikâk-ı kamer hâdisesini, “Ay yarıldı.” 27 şeklinde “fiili mazi” olan “إِنْشَقَّ” fiiliyle haber vermektedir. Fiili mazi, gelecekteki bir hâdiseyi değil, geçmişteki bir vakıayı bildirir. Kelamda asıl olan ise, bir fiil ne için vaz’ edildiyse o anlamda anlaşılmasıdır. Yani mazi ise mazi, muzari ise şimdiki ya da gelecek zaman çerçevesinde onu anlamaktır. Buna göre biri “خَرَجَ مُحَمَّدٌ وَ مَاتَ أَحْمَدُ” dediğinde, Muhammed’in çıktığı, Ahmed’in de öldüğü anlaşılır. “Gerçek şu ki biz Nuh’u kavmine peygamber olarak gönderdik.” 28 ayetinde geçen “أَرْسَلْنَا” şeklindeki mazi fiilden Hz. Nuh’un ilerde bir tarihte peygamber olarak gönderileceği değil, geçmişte bir tarihte gönderildiği anlaşılır. Eğer mazi fiilden, gelecek zamanda vuku’ bulacak bir hâdise kastediliyorsa bu durumda ibareye bu anlamı destekleyecek bir karine gerekir. İslâmoğlu’nun “إِنْشَقَّ /yarıldı” fiilinin gelecekte olacağını, buna delil olarak da Tekvîr Sûresi’nde güneşin dürülüp, yıldızların dökülmesi hâdisesinin mazi fiille zikredilmesini delil getirmesi, “إِذَا”dan bahsetmesine rağmen, “إِذَا”sız fiille “إِذَا”lı fiili aynı bağlamda ele alması ya cehaletinden ya da bilerek hakikati inkar etmesinden kaynaklanıyor.
Tekvir Sûresi’nin ayetlerindeki “إِذَا” bir karinedir ve bu hâdiselerin gelecekte olacağını haber vermektedir. 29 Yine Nahl Sûresi’nin “أَتَى أَمْراللهِ” diye başlayan ayetin, ‘‘أَتَى’’ fiilinin mazi olmasına rağmen manasının, “Allah’ın emri geldi.” şeklinde değil de, “Allah’ın emri yerine gelecektir.” şeklinde verilmesi bu durumu destekler. Çünkü fiilin gerçek anlamda alınmasına engel olan bir karine vardır ki o da “فَلاَ تَسْتَعْجِلُوهُ/Bir an önce gelmesini istemeyin.” ifadesidir. Fiili mazi olduğu halde, karinelerle muzari/şimdiki ya da gelecek zaman anlamında kullanılan çok sayıda fiil vardır.
Bir ayeti hakiki manada anlamak imkansız olduğunda mecazi manalara müracaat edilir. Ay’ın yarılması mucizesinin anlatıldığı Kamer Sûresi’nin ikinci ayet-i kerimesinde, ‘‘Onlar bir mucize görseler hemen yüz çevirip, ‘Bu önceden beri bilinen bir sihirdir.’ derler.” 30 buyrulmaktadır. Ayet, Allah Rasûlü’nün, Ay’ın ikiye yarılmasıyla düşmanlarına karşı risalet davasını doğrulayan bir mucize gösterdiğini, onların da bunun, önceden beri insanların bildiği sihirden başka bir şey olmadığını söylediğini, bildirmektedir. Eğer ay yarılmamış olsaydı, hangi olay Allah Rasûlü’nün risalet davasını desteklemiş ve onlar da neyi yalanlamış olacaklardı?! Zira bir sonraki ayet, müşriklerin bu hâdiseyi yalanladığını belirtmektedir: “Allah Rasûlü’nü yalanladılar ve kişisel arzularına uydular.” 31 “Yalanladılar” ifadesi, gelecekte olacak bir hâdise için değil, “vuku’ bulan bir olay” için kullanılmıştır. O hâdise de, Allah Rasûlü’nün bir mucizesi olarak Ay’ın ikiye yarılmasıdır.
Bazıları -ayet-i kerimede- Ay’ın yarılmasının “Kıyâmet yaklaştı.” 32 cümlesine atfedilmesini gerekçe göstererek, “Kur’ân’ın nuzûlünden günümüze kadar 14 asır geçtiğine göre, bu hâdise Kıyâmet alameti olarak vuku bulacaktır.” demektedir. Allah Rasûlü bu nev’i insanların anlama problemi yaşayacağını da dikkate alarak şöyle buyurmuştur, “Kıyâmetle aramda şu iki parmak arası kadar bir mesafe kaldığı bir sırada ben gönderildim.” 33 Efendimiz, işaret parmağıyla orta parmağını göstererek, Kıyâmetle arasındaki zamanın, Hz. Adem’le O’na nisbetle iki parmak arası kadar kısa olduğunu ifade etmiştir. Allah’ın ayetlerini, O’nun bizzat beyan yetkisini verdiği Peygamber-i Ekber’den almayanların -pek çok mikyas gibi- yakınlık, uzaklık ölçüsü de vahye uymaz. Nitekim Allah Azze ve Celle Kıyâmeti uzak ya da imkansız gören müşriklere dair şöyle buyurmaktadır: “إِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَعِيدًا وَنَرَاهُ قَرِيبًا / Doğrusu onlar Kıyâmet gününü ihtimalden uzak, bizse onu yakın görmekteyiz.”34
MUCİZE İKİYÜZ YIL SONRA MI İMAL EDİLDİ?
İslâmoğlu’nun Ay’ın yarılması mucizesinin iki yüz yıl sonra uydurulan bir yalan olduğunu iddia etmesi tarihin en çarpık cümlelerinden biri olarak anılmaya sezadır. Zira Ay’ın yarıldığını bizzat Kur’ân-ı Kerim haber vermektedir ki; O’nun nuzulü Allah Rasûlü’nün bi’seti ile başlayıp, O’nun vefatıyla son bulmuştur. Abdullah b. Mesud 35, Abdullah b. Abbas, 36 Enes b. Malik, 37 Cübeyr b. Mut’îm, 38 Abdullah b. Ömer 39 başta olmak üzere daha başka sahabinin de rivayet ettiği Ay’ın yarılması mevzuunda Ümmet icma etmiştir. Kettanî “Nazmu’l-Mütenasir” adlı eserinde “Ay’ın yarılması mevzuundaki hadislerin mütevatir olduğunu söylemektedir.” 40 Hâdise bu minvalde iken İslâmoğlu’nun inşikâk-ı kamer iki yüz yıl sonra imal edilmiş bir yalandır, demesinden daha büyük bir yalan olabilir mi?!
Buharî ve Müslim başta olmak üzere Sünen ve Müsned tarzında yazılan hadis mecmuaları da inkarı mümkün olmayan bir katiyette inşikâk-ı kamer mucizesini rivayet etmektedir. 41
Ay’ın yarılması mucizesi karşısında tek bir kişinin iman etmediği ile alakalı iddiaya gelince, açıkça belirteyim ki; ben bu noktada bir nakil görmedim. Lakin Kur’ân Müslümanları’nın kendi mantıklarına göre de müşriklerin zaten inanmamaları gerekirdi. Çünkü onlar -ayette de belirtildiği gibi- Mucizeye sihir diyorlardı. 42 Mekkeli müşrikler insanların Müslüman olmasının önüne geçmek için mucizelere sihir, Peygamber-i Ekber’e sihirbaz diyor, “Sihirbaz’dan peygamber olmaz” mukaddime-i kübrası üzerine kendi yalanlarını bina etmeye çalışıyorlardı. Bu insanların mucizeye inanmalarını ancak Kur’ânî hakikatlerden mahrum olanlar onlardan bekleyebilir.
HANGİSİ KUR’ÂN’IN SİSTEMİ İSLÂMOĞLU?
“Kur’ân’daki mucizelerin sistematiğine göre bir kavim imana davet edilir, o da mucize ister, mucize verilince kavim iman etmezse helak olur. Sistem budur. Tamamen budur. Onun içindir ki Allah, Hz. Peygamber’e Kur’ân’dan başka mucize vermemiştir. Allah Rasûlü’ne verilen tek mucize Kur’ân’dır. İsra Sûresi’nin 59. Ayeti de bunu teyit ediyor.”
İslâmoğlu’nun bu ifadeleri de bir Kur’ân Müslümanı olarak Kur’ân-ı Kerim’e ne kadar yabancı olduğunu resmetmektedir. Yukarıda kısaca izah edilen Hz. Salih kıssasında da görüldüğü gibi Kur’ân’daki kıssalara -umumi bir nazarla- bakıldığında şu zahir olmaktadır ki: Kavimler; talep ettikleri mucizeyi inkar edince değil, ifsatta sınır tanımayıp azınca, peygamberler de onların iman etmelerinden umudu kesince helak olmuşlardır. Hz. Nuh, kavmi arasında 950 yıl kaldı, onlara mucizeler gösterdi, onlar da inkar etti fakat Allah Teâlâ onları -hemen- helak etmedi. Ne zaman ki Hz. Nuh onlardan umudu kesip, “Rabbim! İnkarcılardan yeryüzünde hiç kimseyi sağ bırakma!” 43 diye yalvardı, o zaman semadan yağmur boşaldı, yerde tufan oldu, kavim sular altında kalıp helak oldu.
İŞTE KUR’ÂN-I KERÎM’İN SİSTEMİ İSLÂMOĞLU!
Firavun, Hz. Musa’ya, “Eğer bir mucize getirdiysen ve gerçekten doğru söylüyorsan onu göster bakalım.” 44 deyince, Hz. Musa asayı yere bıraktı, asa ejderha oldu; elini koynundan çıkardı, bakanların gözü önünde eli bembeyaz bir şeye dönüştü. 45 Fakat bütün bunlara rağmen ne Firavun, ne de bürokratları inandı. Şehirlere adamlar salındı, sihirbazlar çağrıldı, onlar da Hz. Musa’ya karşı hünerlerini ortaya koyup, büyük sihirler yaptılar. Allah Teâlâ da Hz. Musa’ya emretti, asayı yere attı, sihirbazların uydurduklarını yutuverdi asa. Bunun üzerine Sihirbazlar secdeye kapandı; ‘‘Biz Musa’nın ve Harun’un da Rabbi olan Alemlerin Rabbi’ne iman ettik.’’ dediler. Sihirbazlar, Firavun’un el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi tehdidine rağmen O’na teslim olmadılar, şehadetlerinden önce, ‘‘Eğer tehdidini yerine getirirsen ne mutlu bize ki, şehid olmamız durumunda şüphesiz ki Rabbimize dönüceleriz.’’ 46 dediler.
Bürokratları Firavun’u, Hz. Musa ve kavmini serbest bıraktığından dolayı uyarınca Firavun, planını, onların oğullarını öldürmek, kadınlarını da sağ bırakmak şeklinde açıkladı. 47 Hz. Musa yeni döneme dair kavmine, Allah’tan yardım istemeyi ve belalara karşı sabırlı olmayı telkin etti. 48 Sonraki süreçte Allah Teâlâ Firavun ailesini kurak seneler ve ürünlerden eksiltme cezası ile yakalayıp cezalandırdı. Firavun ve milleti daha pek çok şekilde imtihan edildi. 49 Hz. Musa’nın Firavun’a mucize göstermesi ve onun bunları inkar etmesi üzerinden yıllar geçtikten sonra Allah Teâlâ Firavun’u ordusuyla birlikte Kızıldeniz’de boğarak helak etti. 50
ÜÇ İHTİMAL
Allah Teâlâ -İslâmoğlu’nun iddia ettiği gibi- Hz. Musa’nın mucizelerini inkar eden Firavun’u hemen helak etmedi. Hz. Musa, Hakk’a davet ettikçe Firavun azdı, azdıkça fesadı daha da yayıldı. Şehirden ayrılan Hz. Musa’nın peşine düştü, dağları, tepeleri aştı, sonunda asa ile yarılan denize o da girdi fakat bir daha çıkamadı. Eğer İslâmoğlu’nun iddia ettiği gibi, “Kur’ân’ın anlattığı sistem, bir kavim, bir mucizeye inanmayınca hemen helak olur.” şeklinde olsaydı, Firavun, Hz. Musa’yı inkardan yıllar sonra değil, hemen helak olmalıydı. Fakat öyle olmadı, Firavun yıllar sonra Kızıldeniz’de boğuldu.
Kur’ân-ı Kerim’de üç sayfada ayrıntılı bir şekilde anlatılan bu kıssadan İslâmoğlu’nun haberi yokmuş gibi hüküm vermesi ortaya şu ihtimalleri çıkarmaktadır:
İslâmoğlu ya Kur’ân-ı Kerim okumuyor.
Ya okuyor lakin anlamıyor.
Ya da anlıyor fakat manayı tahrif ediyor.
Kur’ân sistematiğine göre mucizeye inanmayan bir milletin hemen helak olacağını iddia eden İslâmoğlu, bu iddiasının bir zuhûl olmadığını izah noktasında da ifadeyi farklı vurgularla bir kaç defa tekrar ediyor. Ne hazindir ki Sünnet’i reddeden Kur’ân Müslümanları’nın namaz kıldığı bir mescitte biri ayağa kalkıp da, “Bu dedikleriniz tamamen Kur’ân-ı Kerîm’e aykırıdır”, deyip hazreti tövbeye davet etmiyor. Mevcut hâl de göstermektedir ki, İslâmoğlu izleyicilerine Kur’ân Müslümanlığı adı altında “İslâmoğlu İslâmı”nı anlatıyormuş. Zira aksi olsaydı, Buharî’ye, Müslim’e itiraz etmeyi dinî bir vecibe gören zavallı dinleyiciler, bir defa Kur’ân meali okuyanın bile rahatlıkla anlayabileceği bir hakikatin çiğnenmesi karşısında sessiz kalmaz, itiraz ederlerdi. Fakat öyle olmadı, mescitten kameralara aykırı bir söz yansımadı.
KUR’ÂN-I KERÎM’İ İNKAR EDEN MEKKELİLER NİÇİN HELAK OLMADI?!
Mucize’ye inanmayan milletlerin hemen helak edileceğini söyleyenlerin, Allah Rasûlü’nün tek mucizesinin Kur’ân-ı Kerîm olduğu yönündeki iddiası, kendi mantık örgüleri içerisinde çelişkilerle doludur. Zira inşikak-ı kamer mucizesine inanmayan müşrikler, bir mucize olan Kur’ân-ı Kerim’e de inanmamışlardı. Bu durumda hemen helak olmaları gerekirdi, lakin öyle olmadı, Mekke’de toplu bir helak hâdisesi yaşanmadı. Bu da göstermektedir ki, İslâmoğlu Kur’ân Müslümanlığı’nın, Kur’ân’ı en az bilen, mantıkî çıkarımları en zayıf halkasıdır. Sürekli öfke, zaman zaman da tekfir dilini kullanması -belki de- bu acziyetinin bir yansımasıdır.
MUCİZE SÜNNETULLAH MI, SÜNNETULLAH’A MUHALEFET Mİ?!
Kur’ân Müslümanları’nın Ay’ın yarılmasının Sünnetullah’a aykırı olduğu iddiaları da doğru değildir. Mealciler, Sünnetullah’ın değişmeyeceğini savunurken doğru söylüyorlar. Fakat Ay’ın ikiye yarılmasının Sünnetullah’a aykırı olduğunu iddia ederken ise yanılıyorlar. Çünkü Allah Teala’nın peygamberlerini mucizelerle teyit etmesi bizzat Sünnetullah’tır. Ateş’in Hz. İbrahim’i yakmaması, Hz. Musa’nın asa ile denizi yarması, Hz. İsa’nın ölüleri diriltmesi nasıl Sünnetullah bağlamında normal bir hâdise ise, Ay’ın yarılması da Sünnetullah bağlamında o kadar normaldir. Hz. İsa’nın babasız dünyaya gelmesini Sünnetullah’a aykırı bulmayanlar, Allah Rasûlü’nün mucizelerine ise akıllarında bir idrak alanı açamıyorlar.
NİÇİN HERKES GÖRMEDİ?
Ateistlerin, “Eğer bu hâdise vuku’ bulsaydı pek çok bölgeden insan onu görür, mütevatir olarak da bize naklederdi.” şeklindeki iddiaları da inşikak-ı kamerin inkarına delil olamaz. Zira Ay’ın yarılması, insanların yaygıların altında uykuda olduğu bir gece vaktinde olmuştu. Bu yüzden semayı temaşa edenlerin sayısı da azdı.51 Ayrıca bu mucizenin herkes tarafından görülmesi de Sünnetullah’a aykırıdır. Zira inşikâk-ı kamer her yerde zahir olsaydı, gayba iman durumu ortadan kalkardı.
Ay’ın her gece farklı saatlerde doğması, bir yerde gece iken, bir başka yerde gündüz olması ya da bir yerde akşam yeni başlamışken, başka bir bölgede fecrin yakın olması gibi hâdiseler yanında pek çok insanın Allah Rasûlü’nden haberdar olmaması vesilesiyle bu durumu Ay tutulması gibi tabii bir hâdise olarak görmesi de söz konusudur.
İnşikâk-ı kamer olduğunda Hindistan’da gece yarısı olmasına rağmen yine de onu görenler olmuş ve bazı kadim Hind tarihçileri bu hâdiseden bahsetmişlerdir. 52
Ulema, Ay’ın yarılmasının Allah Rasûlü’nün bir mucizesi olduğunda icma etmiştir. Bütün müfessirler de bu noktada hem fikirdir. Yalnızca Osman b. Ata, babasının bunun gelecekte olacağını söylediğini nakletmektedir. 53 Kıyâmetin yaklaşmasının Ay’ın yarılmasıyla birlikte zikredilmesinin nedeni ise, Ay’ın yarılmasının Allah Rasûlü’nün risaletinin; risaletinin de Kıyâmetin yaklaştığının alametlerinden olmasıdır.
Görüldüğü gibi, Kur’ân Müslümanlarının en temel problemi Allah’ın Kitabına bütün bir nazarla bakamamaları, bundan dolayı da ayetleri murad-ı ilahi çerçevesinde anlamaktan mahrum olmalarıdır.
Kur’ân Müslümanlığını, fasid te’viller üzerine bina edenler, bu iddialarıyla Kur’ân’a ne kadar yabancı olduklarını da izhar etmektedirler.
MELEKLERİN İNMESİ
Bedir’de Müslümanların yardımına önce bin 54, sonra üç bin, ardından da beş bin melek 55 geldi. Melekler, sahabe safında küffara karşı muharebeye katılıp bizzat savaştı. Bazı alimlere göre cihad meydanında sabredip ecrini yalnız Allah Teâlâ’dan bekleyerek cihad edenlere bu melekler Kıyâmete kadar yardıma gelecektir.56
Sünneti reddeden Kur’ân Müslümanları, Bedir’de meleklerin inmesi mucizesini de “manevi yardım” şeklinde te’vil/tahrif etmekte, delil olarak da, “Ondan sonra onun kavmi üzerine bir ordu indirmedik, indirmeyiz de.” 57 mealindeki ayet-i kerimeyi kullanmaktadır.
Kur’ân Müslümanları’nın Bedir’de müminleri teyit etmek için meleklerin gelmesi mucizesini inkara vasıta yaptıkları ayet-i kerimedeki “عَلَي قَوْمِهِ” terkibindeki “ه” zamiri, şehrin en uzak noktasından koşup gelen ve halkına, “Sizden bir ücret istemeyen o kimselere tabi olun; onlar doğru yoldadır.” diyen Habib en-Neccar’a 58 döner. 59 Buna göre Allah Teâlâ’nın Habîb’in kavmine şehadetinden sonra ordu indirmemesi, “bundan sonra Müslümanlara yardım, kafirleri de hezimete uğratmak için melek indirmemesi anlamında değil, Habîb’in kavminin helakinin sesle olduğunu bildirmek içindir. Zira bir sonraki ayet, “Cezaları müthiş bir sesle oldu. Bir anda sönüp gidiverdiler.” 60 şeklindedir.
Bütün bunlar gösteriyor ki mucize dahil pek çok akidevi meseleyi inkar eden Kur’ân Müslümanları’nın en temel sorunu Kur’ân’a yabancı olmalarıdır. Eğer Habîb en-Neccar kıssasını siyak-sibak bütünlüğü içerisinde okur, ardından da Allah Teâlâ’nın -önceki kavimlerden- kimini taş, kimini dehşetli bir ses, kimini yerine dibine gömmek, kimini de suda boğmak 61 gibi farklı şekil ve sûretlerde helak ettiğini mütalaa etselerdi, “Ordu indirilmeyeceğini” bildiren ayetin, Habîb’in sesle helak edilen kavmiyle alakalı olduğunu anlayacak ve meleklerin Allah Rasûlü’ne yardıma gelmesini inkar etmeyeceklerdi.
BEDİR MUCİZELERİ
Kur’ân-ı Kerîm’in Allah Rasûlü’nün mucizesi bağlamında zikrettiği bir diğer husus ise Bedir’de Allah Azze ve Celle’nin, kafirler cesaret edip savaşa başlaması için harbin bidayetinde Müslümanları onlara az göstermesidir.62 Savaş başlayınca Müşrikler Müslümanları kendilerinin iki katı; iki bin kişi ya da Müslümanların iki katı; altıyüz yirmi küsur kadar görmüşlerdir.63
Kur’ân-ı Kerim bize bu hâdiseyi şu ifadelerle nakletmektedir: “(Bedir’de) karşı karşıya gelen şu iki gurubun halinde sizin için bir ayet/mucize vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir grup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir topluluk… Allah dilediğini yardımı ile teyid eder. Elbette bunda derin akıl sahipleri için büyük bir ibret vardır.” 64 Mekkelilerin muharebenin başında müslümanları olduğundan az, muharebe esnasında ise İslam Ordusu’nun iki katı ya da kendi mevcutlarının iki katı görmelerinin bir mucize/ayet olduğunu bizzat Allah Teâlâ beyan ediyor.
Bedir’de Allah Rasûlü’nün müşriklerin yüzüne attığı bir avuç toprağın onların göz, burun ve ağızlarına isabet etmesi hâdisesi de bir mucizedir. 65
Bir beşer olan Peygamber-i Ekber’in attığı toprağın tesiri, ancak beşerin tesir alanı içinde kalır. Lakin Allah’ın atması, Peygamber’in eliyle gerçekleşen bu ameliyeyi, bütün müşriklerin gözlerinde etkisini gösterecek hale dönüştürmüştür. Bunun içindir ki Kur’ân-ı Kerim: “Oku/toprağı attığında sen atmadın, Allah attı.” buyurmaktadır. 66
HÜLÂSA
Kur’ân-ı Kerim tarihin en kapsamlı kuşatmasıyla karşı karşıyadır. Akademyadan bir grup O’nun tarihsel olduğunu iddia ederek, çağının kapandığını; bir başkası kıssaların bir kısmının masal olduğunu iddia ederek, yegâne hakikat olma özelliğini yitirdiğini; Tevrat’tan uyarlandığını söyleyen oryantalist Rudi Paret’e katıldığını ifade eden ‘‘pe-re-fe’’ ise ilahi değil, beşeri olduğunu iddia etmektedir. Bütün bunlara rağmen hala büyük kalabalıkların bu kuşatmadan etkilenmemesi ise, Sünnet ve Cemaat akidesine sahip ehl-i ilmin gayretli çalışmalarının bir sonucu değil, Kur’ân-ı Kerim’in ilahi koruma altında olma hususiyetinin bir bereketidir.
Bu ahval ve şerâitte ehl-i ilmin yapması gereken ise, selef-i salihin gibi Kur’ân-ı Kerim’e yöneltilen tenkitlere ve iftiralara muknî ve müfîd cevaplar vererek, gençlerin zihninde oluşan kuşatmayı kalemle ve kelamla yarmaktır.
Modern zamanda ikinci kuşatma Sünnet-i Seniyye’ye yapıldı. Bu bağlamda her biri Peygamber-i Ekber’i itibarsızlaştmayı amaçlayan pek çok iddia ortaya atıldı. Allah Rasûlü’nün ümmî olması reddedilerek, Oryantalizma’nın Kur’ân’ın başka kitaplardan istinsah edildiği iddiasının; Efendimiz’in masumiyetinin inkarıyla, O’nun günahkar biri olabileceği ve bu yüzden kendisine itaatin gerekli olmayacağının; hadisler etrafında şüpheler oluşturularak Peygambersiz bir İslâm’ın önü açıldı. Mucizelerin inkarıyla ise Allah Rasûlü’nün risaletine şehadet eden ilahî tasdiknameler itibarsızlaştırıldı.
Mucizelerin aklî bir temelde değerlendirilememesinin imanda bir kırılmaya sebep olacağını savunan Kur’ân Müslümanları, Kur’ân-ı Kerim’in sair enbiyaya dair haber verdiği mucizeler noktasında nasıl bir yöntem izleyecek?! Mesela Hz. İsa’nın ölüleri diriltmesi, doğuştan kör olanları ve alaca hastalarını iyileştirmesi ya da beşikte konuşmasını nasıl anlayacak?! Hz. Musa’nın bir asa ile taşı da, denizi de yarmasını, aynı asanın bütün sihirleri yutmasını nasıl izah edecek?! Hz. İbrahim’in ateşe atılmasını ve yanmadan çıkmasını, Hz. Yunus’un balığın karnından kurtulmasına ne diyecek? Allah Rasûlü’nün mucizelerini aklî vâsâtta izah edemediklerinden inkar edenler, yarın bu ayetleri de mi reddedecek?! Ayrıca bilinmelidir ki; mucize akla değil, adete aykırıdır. Küçücük bir hücrenin içerisinde insanı saklayan Allah Azze ve Celle, yarattığı Melekleri Bedir’e indirmekten ya da Peygamber eliyle ayı ikiye ayırmaktan neden aciz olsun?!
Mucizeler sayesinde Allah’ın kudretini daha farklı bir makamda gören Müslümanda, küfür tarafından teslim alınamaz bir irade oluşur. Muhammed Abduh’la başlayan mucizeleri inkar sürecinin esas gayesi ise, mucizeyi inkar ederek, o ruhu çökertmektir.
Ay’ın ikiye yarılması hem Kur’ân-ı Kerim’de zikredilmekte, hem de ilgili hadisler tevatür derecesindedir. Hem Kitab, hem Sünnet sarâhaten Ay’ın ikiye yarıldığını haber vermektedir. Hiç bir hadis mecmuasında bunun olmadığına dair bir rivayet yoktur. İddia edildiği gibi bu, Kur’ân’ın sistematiğine aykırı değil, bizzat o sistematiğin en müşahhas misallerinden biridir. Zira Hz. Musa kıssasında da ifade edildiği gibi, Firavun -hemen değil- Peygamber’in mucizelerini inkar ettikten yıllar sonra boğuldu. Bu da göstermektedir ki, İslâmoğlu’nun haber verdiği sistem Kur’ân’a değil, cehaletine dayanmaktadır. 67
Dipnotlar:
1. Tasarrufla tercüme edilmiştir: el-Hafız Muhammed Eslem, Ta’lîmâtu’l-Kur’an, Delhi, 1934, 150; Nüket-u’l- Kur’an, Delhi, 1952, 168; Hadim Hüseyin İlahi Bahş, el-Kur’aniyyûn, Mektebetu’s-Sıddık, 308-313.
2. Rûm: 3-4.
3. Kamer: 45.
4.Rahman: 19-20.
5. Zariyât: 49.
6.Hicr: 22.
7.Enbiya: 30.
8. İsrâ: 88.
9. Hud: 13.
10.Bakara: 23.
11.Maide: 33.
12. Maide: 37.
13. Maide: 35.
14. Maide: 91.
15. Muhammed Veliyyullah en-Nedvî, Nubûatu’r-Rasûl Mâ Tahakkaka minhâ ve Ma Yetahakkaku, Dâru’s-Selam, Kahire, 1990.
16. ihsansenocak.com/mukaddime-4/
17.Mustafa Sabri, Mevkıfu’l-Akl-i ve’l-İlm-i ve’l-Âlem, Dâru’t-Terbiye, Dımeşk, 2007, IV, 88.
18. Bkz. İhsan Şenocak, Yüreklerdeki Mescid-i Aksa Düşerse Selahaddinler Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya Muhafız Olur mu?, Hüküm Dergisi, sy. 48, s. 32.
19. Müddessir: 48.
20. Ta Hâ: 109.
21.İsra, 90,95.
22.İsra: 90, 95.
23.Hicr: 14-15.
24. İsra: 59.
25. Şems: 14.
26.Her bir cümlesi ancak sayfalarca yazıyla tashih edilecek hutbenin ilgili bölümü mana itibariyle aktarılmıştır. bkz. https://www.youtube.com/watch?v=LObDx2Q9UNM
27. Kamer: 1.
28.28 Hûd: 25.
29.İbn Hişam, Muğni’l-Lebîb, Dâr-u İhyâ-i’t-Türasi’l-Arabî, I, 92-93.
30.Kamer: 2.
31. Kamer: 3.
32. Kamer: 1.
33.Buharî, H. No: 60504, Müslim, H. No: 7270.
34.Me’âric: 6-7.
35. Buhari, H. No: 4864.
36. Buhari, H. No: 4868.
37.Buhari, H. No: 4866.
38. Tirmizi,.H. No: 3507.
39. Hakim, Müstedrek, H. No: 3759.
40. Muhammed b Ca’fer, el-Kettani, Nazmu’l-Mütenasir mine’l-Hadisi’l-Mütevatir, Daru’l-Kutubi’s-Selefiyye, Mısır, I, 211-2.
41. İbn Hacer, Fethu’l-Barî, VIII, 617; Nevevî, Minhacu’s-Sünne, XVII, 143.
42. Kamer: 2.
43.Nuh: 26.
44. A’raf: 106.
45.A’raf: 107-8.
46. Bkz. A’raf: 106-125.
47.A’raf: 127.
48. A’raf: 128.
49. A’raf: 1333.
50. A’raf: 136.
51. Bkz. Taki Osmanî, Tekmilet-u Fethi’l-Mülhim, Dâru’l-Kalem, Beyrut, 2006, VI, 74.
52. Taki Osmanî, a.g.e., VI, 74.
53.Şevkanî, Fethu’l-Kadîr, V, 169.
54.Enfal: 9.
55.Al-i İmran: 124-5.
56.Bkz. Kurtubî, el-Cami’u li- Ahkami’l-Kur’an, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2000, IV, 124-5.
57.Yasîn: 28.
58. Burada Habib en- Neccar’ın yerine bir başkası takdir edilse de manada bir değişme olmayacaktır.
59.Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl, IV, 11.
60.Yasin: 29.
61.Ankebût: 40.
62.Enfâl: 44.
63.Nesefî, a.g.e., I, 224.
64.Âl-i İmran: 13.
65.Beyhaki, Delâilu’n-Nubüvve, H. No: 968; Kurtubî, VII, 244.
66.Enfâl: 17.
67.Tasarrufla tercüme edilmiştir: el-Hafız Muhammed Eslem, Ta’lîmâtu’l-Kur’an, Delhi, 1934, 150; Nüket-u’l- Kur’an, Delhi, 1952, 168; Hadim Hüseyin İlahi Bahş, el-Kur’aniyyûn, Mektebetu’s-Sıddık, 308-313.