İhtiyacımız olmayan şeyleri neden satın almak istiyoruz?

Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ

Diderot, “Sanki Yedim” Diye Düşünseydi o Felaketleri Yaşar mıydı?

Bazı temel şeyleri varoluşsal ihtiyaç kabul edip onlara olan ilgimizi “Fıtratın gereği” olarak değerlendiriyoruz. Yiyecek-içecek, elektrik, barınak, kıyafet, tatlı su gibi. Bunlara Literatürde “Hâcât-ı Zaruriye” adı veriliyor.

İnsan türünün uzun ve vahşi geçmişinden, bugün için öğrendiği en önemli şey, yemeği için hayvanlarla savaşmaya, tuzaklar kurup saatlerce beklemeye, çiğ et yiyerek sağlığını riske atmaya artık gerek kalmadığıdır.

Günümüzde markete gidersiniz ve istediğiniz malzemeleri satın alırsınız. Beş parasız olsanız bile, yiyecek ve içilebilir suyu (Afrika’nın bazı bölgeleri hariç) nispeten daha kolay bulabilirsiniz.

Barınma, eski tarihlere göre daha modern olsa da ülkemiz gibi inşaat demokrasisi zayıf ülkelerde binalar insanın varoluşsalına bir tehdit unsuru olarak görünüyor.

İnsan türü ona takılan ve asırlar boyunca, nebiler öğretisiyle gelişen beyni vesilesiyle oldukça esnek bir varlıktır. Her ortama uyum sağlayabilir. Her probleme çözüm bulabilir. Parasız kalsa bile nerede yaşayacağını ve ne yiyeceğini bulabilir.

Ancak istatistiklere göre, harcamalarımızın çoğu hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğumuz temel şeyleri elde etmeye yönelik değil. Daha kötüsü, ihtiyacımız olmayan şeylere sahip olmaya yönelmemizdir.

Yani “Hâcât-ı Gayr-i Zaruriye”yi elde etme peşindeyiz. Gereksiz ama farklı nedenlerle ihtiyaç haline getirilmiş eşyaların peşindeyiz.  Bunu Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde şu şekilde irdeler:

“Hükm-ü Kur'âna göre, bu zamanda mimsiz medeniyetin icabatından olarak hâcât-ı zaruriye dörtten yirmiye çıkmış. Tiryakilikle, görenekle ve itiyadla, hâcat-ı gayr-ı zaruriye, hâcât-ı zaruriye hükmüne geçmiş. Âhirete iman ettiği halde, "Zaruret var" diye ve zaruret zannıyla dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı âhirete tercih ediyor.” (Emirdağ Lahikası – II (272)

Şimdi batılı toplumlarda, gereksiz olandan kaçınmak amacıyla başlatılan anlamlı sosyal hareketler var. Bunlardan biri Minimalizmdir. Minimalizmin kurucuları Joshua Fields Millburn ve Ryan Nicodemus bu girişimlerini en kısa yoldan şu şekilde açıklıyorlar:

“Daha azına sahip olmak iyidir. Paradan tasarruf etmenizi sağlar, size daha fazla özgürlük, netlik sağlar ve gerçekten önemli olan şeylere zaman ayırmanıza imkan tanır.” Kaynak: https://durmonski.com/private/minimalism/ 

Bunun için tek tip giysi giyen sanatçılar, toplumsal figürler oldukça gündeme geliyorlar. Sürekli aynı hırkayı bir derviş giyse, hemen gericilikle damgalanırdı. Problem, çeşitlenmeyi yanlış amaçlarla kullanmaktan; “İnsandaki fırsatları kaçırma korkusu” nun yanlış kullanımından kaynaklanıyor. Kaynak https://www.risalehaber.com/firsatlari-kacirma-korkunuz-mu-var-22590yy.htm

Genel olarak konuşursak, insanlık savurgandır. Her geçen yıl iç ve dış turizm gelirlerine bakarsanız, kendimizi eğlendirmek için daha fazla para harcıyoruz. Her yıl üretilen pek çok harika şeyler insanı gıdıklıyor:  Yeni telefonlar, yeni dizüstü bilgisayarlar, yeni arabalar, yeni araçlar, yeni TV dizileri...

Tamam icat edilsin; ancak yeni bir telefona ihtiyacınız olmasa bile, farklı reklam ve çevre baskısına dayanamazsınız. En son cihazların sosyal medya paylaşımları bir virüs gibi yayıldığından, yeniliğe olan eğilimimiz ve yanlış ihtiyaç değerlendirmesi nedeniyle, ihtiyacımız olduğuna kendimizi hızla ikna ediyoruz. Gerçekten ihtiyacımız olmayan bir şeyi, gerçekten sahip olmadığımız parayla elde etmek için ilk sırada yer alıyoruz.

Ve aldığımız tek şey bu değil.

Video oyunları, büyük ekran televizyonlar, pahalı ekipmanlar, kullanmayı bilmediğimiz dronlar, milyonlarca özellik içeren akıllı telefonlar, akıllı saatler, akıllı bilezikler, hatta artık kimsenin kullanmadığı MP3 çalarlar bile alıyoruz.

Üstelik daha iyi hissetmek ve acıdan uzaklaşmak için uyuşturucu, şifalı ot, pahalı şilteler ve alkol alıyoruz.

Ama devam ediyoruz...

Şekerli şeyler tüketiyoruz. Fast food sunan restoranlar bizim gidilecek tek müzemiz; alışveriş merkezleri yaşam alanımız oldu. Pek çok insanın ay sonuna kadar bunu yapmak için yeterli parası olmasa da eğlence mekanları dolu (ydu. Şimdilik pandemi önünü kesti.).

Temel olarak, tüm sorunlarımızı satın alma eylemi yoluyla çözmeye çalışıyoruz. Bu yüzden ne yazık ki çoğu insan borç zincirine saplanmış durumda.

Ne yazık ki büyük şirketler de bu gerçekleri biliyor ve bize karşı kullanıyorlar.

Tüm bunların üstüne, yılın neredeyse her günü, farklı bir veya iki hatta bazı günler 3-4 farklı “önemli” (!) bir “gün” iken, üstüne bir de “Kara Cuma” adıyla yeni bir israf kapısı daha açılıyor.

Yeri gelmişken size Fransız devriminin düşünce alt yapısında harcı bulunan 18. yüzyıl düşünürlerinden (okuyunca göreceksiniz; nasıl düşünmüşse?) Diderot’un dramatik öyküsünden söz edeyim:

Diderot’tan Bediüzzaman’a; Tüketimde Nasıl Düşünülmeli, Nasıl Davranılmalı?

Denis Diderot (1703 – 1784), ünlü bir Fransız yazar ve filozoftur. Aydınlanma Çağı'nın en önemli kişilerinden birisi olarak kabul edilir. Fransız Devrimi'ni hazırlayan düşünsel gelişmelerde katkısı vardır. Yeni felsefi ve bilimsel düşünceleri ve bilgileri Avrupa’ya yaymak amacıyla Jean Le Rond D’alembert ile birlikte yazdığı Ansiklopedi en çok bilinen eseridir.

Diderot, büyük borç altına girmiş ve paraya ihtiyacı en üst düzeye çıkmışken 1765 yılında Rus İmparatoriçesi Büyük Catherine, sanat ve bilimin koruyucusu olarak, Diderot’nun kütüphanesini satın aldı ve hemen sonra o kütüphaneyi yine Diderot’ya bıraktı. Böylece Diderot’nun eline önemli bir miktar para geçmiş oldu. Catherine bununla da yetinmeyip 25 yıllık maaşını peşin vererek Diderot’yu kütüphanecisi olarak işe başlattı.  

Ne kısmet ama! Siz olsaydınız bu parayla ne yapardınız? Bakın bu salak (Diderot) ne aldı? 

Diderot, eline geçen bu büyük parayla öteden beri almayı düşünüp de alamadığı kırmızı pahalı bir sabahlık (Röpdöşambır) aldı. Sabahlık o kadar görkemliydi ki Diderot evdeki eşyaların ona uymadığını fark etti ve başladı eşyalarını sabahlığına uygun olacak yenileriyle değiştirmeye. Her değiştirmede diğerleriyle uygunsuzluk daha da arttı ve ötekileri de yenilemeye başladı. Eski halısını Şam'dan getirttiği yeni bir halıyla değiştirdi. Evini güzel heykellerle donattı. Mutfağı yeniden dekore etti. Mantonun üzerine yerleştirmek için yeni bir ayna aldı. Antika sandalyeler görkemliydi vs.

Sonuçta, parlak ve yeni eşyalarla tefriş edilme işlemleri bittiğinde böyle bir süreci ister istemez yaşamış olmasına ve eski ropdöşambırından vazgeçtiğine pişman olur Diderot.

Ona göre, bu güzel, şık, Röpdöşambır olmasa gereksiz olduğuna inandığı ve pişman olduğu bu süreç hiçbir zaman yaşanmayacaktı.

Aslına bakılırsa, Diderot’nun yaşadığı bu süreç ve deneyim sonucu her biri tek tek değiştirildikçe edinilen yeni eşyaların etkilerinin bir uyum, bütünlük içerisinde bir güç olduğunu fark etti.

Diderot Bütünlüğü” olarak da adlandırılan bu kavram, insanın yaşamındaki yeni bir eşyanın varlığının nasıl daha çok ve yeni eşyalara yönelttiğini açıklamaya çalışıyor. 

Diderot, bütün bunlardan sonra “Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık” başlıklı bir yazı yazdı ve içine düştüğü tüketim çılgınlığını anlattı.  

Diderot bu süreç boyunca yaşadıklarını kaleme alıp yayınlaması, bu psikolojik fenomenin “Diderot Örneği” adı ile anılmasına neden olmuştur.

“Eski eşyaların efendisiyken yeni eşyaların kölesi oldum” diye pişmanlığını bildirdiği “Eski Robdöşambırımdan Ayrılmamın Pişmanlıkları” adlı makalesinden kısa bir alıntı yapalım:

Neden saklamadım onu sanki? O bana alışmıştı, ben de ona… Vücudumun bütün kıvrımlarını sarıyordu. Diğeri kaskatı ve kolalı, beni hantal gösteriyor. Oysa eskisi tüm ihtiyaçlarımı karşılıyordu. Tozlanan kitapları eteği ile silebiliyordum. Üzerindeki çizgiler edebiyatı, yazarı, çalışan adamı anlatırdı. Oysa şimdi işe yaramaz bir zengin adam havası geldi üzerime. Kimse kim olduğumu bilmiyor. Onun içindeyken sakarlık etmekten korkmazdım. 

Eski robdöşambırımın mutlak efendisiyken yenisinin kölesi oldum… 

Saygı ve hayranlık duyduğum şu kıymetli giysiye lanet olsun. Nerede benim o eski, alelade kumaştan, mütevazı, rahat çaputum?… Dostlarım, eski dostlarınızı muhafaza ediniz. Dostlarım, varsıllığın size dokunmasından sakınınız.

Benim durumum size ibret olsun.

Yoksulluğun kendine has özgürlükleri vardır, zenginliğin de sınırlılıkları…

Hepsi bu değil dostlarım. Lüksün tahribatına, sürekli artan lüksün neticelerine bakın. 

Eski robdöşambırım, etrafımdaki diğer döküntülerle uyum içindeydi. Hasır bir sandalye; tahta bir masa; birkaç kitabı taşıyan bir eski kitaplık; çerçevesiz, isli birkaç gravür; bu gravürlerin arasında havaya kalkmış birkaç sıva parçası, bütün bunlar eski robdöşambırımla ahenkliydi. Şimdi her şey bozuldu, uyum, birlik ve güzellik yok oldu!”

Peki; Diderot gibi, neden ihtiyacımız olmayan şeyler istiyoruz?

Diderot örneği bize hayatınızın içine girmek için uğraşacak daha çok şey olacağını söyler; bu yüzden önemli olan şeyleri nasıl iyileştireceğinizi, ortadan kaldıracağınızı ve odaklanacağınızı anlamanız gerekir.

Örneğin, yeni bir ev aldığımızda, ona uyum sağlayacak, bir bütünlük gösterecek eşyaların alınmasındaki durum gibi. Yeni bir yemek masası; yeni yemek takımı, yeni masa örtüsü, yeni bardak takımının edinilmesine etkide bulunacaktır.

Yeni bir elbise aldığımızda ona uyum sağlayacak gömlek, ayakkabı gibi ürünlerin alınması da bu nedenledir.

Bir makamda terfi ettiğimizde gardırobumuzu yeni pozisyona uygun değiştirmek, yine o konuma uygun yerlerde yemek yemek, konumu bütünleyecek ürünleri, markaları kullanmak, öte yandan eski tarzı bırakma, onu çağrıştıracak tüketimlerden kaçınmak gibi davranışlar da bu konuyu açıklayabilir.

Bediüzzaman, ihtiyacımız olmadığı halde ihtiyaç diye belirlediklerimizi istememizin veya satın almamızın nedenlerini 3 grupta topluyor:

Neden # 1-) Tiryakilik: “Satın almak” bir alışkanlıktır. Bu alışkanlık eğer kontrol altında ve düzenli değilse, “alışkanlıktan” en şiddetlisi “bağımlılığa” kadar çığ topu gibi büyür ve gelişir.  Ne aldığınızın bir önemi yoktur. Sonuçta satın almadığınız zamanlar psikolojiniz bozulur ve depresyona girersiniz. Depresyona giren kişi çaresini alışveriş yapmakta bulacak ve bu kısır döngü sonuçta felaketle sonuçlanacaktır.

Özellikle büyük alış veriş merkezlerinde bir ürünü 7 kez gösteren ve bir fare gibi sizi labirentte dolaştıran, almakta acele etmenizi isteyen anonslarla, sonunda almayacağınız ve planınızda olmadığı halde sepetinizi doldurduğunuz mallarla marketten ayrılıyorsanız, durumunuzu bir çek edin.

Neden # 2-) Görenek: Kısaca, sosyal baskıdır. En küçük birim olan aileden, işyerine, toplumsal gruplara kadar genişleyen bir sosyal baskı bu. Uyulması için herhangi bir yaptırımı bulunmayan ya da yaptırımı çok yumuşak olan sosyal davranışlardır. Onda var, bende niye yok, yaklaşımıdır. En yakınınızdaki “Haydi bizde alalım” diyen sestir.

Bu bir karşılaştırmadır. Karşılaştırma insanlığımızın doğal bir hali gibi görünüyor. Başkalarının ne satın aldığını, ne giydiğini ve sürdüğünü fark ederiz. Toplumumuz bu karşılaştırmaları teşvik ediyor. Ve çoğu zaman, ihtiyacımız olmayan şeyleri sadece arkadaşlık çevremizdeki insanlar aynı şeyi yaptıkları için satın alırız. Fazlalıkları övmeye odaklanmış bir kültür her zaman gerçek başarıyı yanlış tanımlayacaktır.

Neden # 3-) İtiyad: Alışkanlıklar; kaderimiz olmaya aday alışkanlıklar… İtiyad, tekrarlanan alışkanlıkların zamanla davranışa, davranıştan inanca dönüşmesidir. İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınıza inanmaya başlarsınız. Çoğu kez nasıl olsa basit bir durum gibi gözükse de tekrarlandıkça satın alma eylemi tiryakilik haline dönüşür.  

Bunların yanında, dünya menfaati ve maişet derdi gibi ilkel beynin fonksiyonlarına uymak; kaygı ve endişe içinde esbaba yapışmaktır. (Detaylı açıklamalar için bakınız: Bediüzzaman Said Nursi, Şuâât, Marifetü'n-Nebi - 48)

Bunları derli toplu şu başlıklarda sunalım; içini siz doldurun:

  • Aldığımız eşyanın bizi güvenli hale getireceğini düşünüyoruz. 
  • Bizi mutlu edeceğini düşünüyoruz. 
  • Reklama sandığımızdan daha çok inanıyoruz.
  • Diğer insanları etkilemeyi umuyoruz. (Kıskançlık ve gıpta ekonomisi)
  • Daha fazlasına sahip olan insanları kıskanıyoruz. 
  • Eksiklerimizi telafi etmeye çalışıyoruz. 
  • Kabul ettiğimizden daha benciliz. 

Muktesit olmak ve “Yiyin İçin Ama İsraf Etmeyin!” ayetine uygun bir yaşam tarzı için bazı basit önerilerimiz şöyledir:

Gösterişi Bırakın. 

Neredeyse her alışkanlık, olmak istediğiniz duruma dair bir tetikleyici veya o davranışın işaretleri tarafından başlatılır. Başkaları için değil, şükür için; Allah rızası için giyinin, yiyin, için…

Mevcut sisteminize uyan ürünler satın alın. 

Her yeni ürün satın aldığınızda sıfırdan başlamak zorunda değilsiniz. Yeni kıyafet satın alma niyetiniz olduğunda, gardırobunuzdaki mevcut eşyalarınızı ölçü alın. Mevcut giysilerinizi dikkate alarak uyumu mevcut eşyanıza göre yapın. 

Sınırlarınızı kendinize empoze edin.

“Ayağını yorganına göre uzat!” cümlesini unutmuşsunuzdur; hatırlatayım, ilkokuldan beri ezberledik ama uygulamadık. İçinde kolay ve rahat çalışmanız için, sınırlamalar oluşturarak, dikkatle kısıtlanmış bir hayat yaşayın. Deneyin, çok kolay ama çok tatlı! 

Bir tane alıyorsan, bir tane de ver. 

Rabbin yasasını belirlediği dünya gibi olun; dünya üzerinden size bir şey verildiğinde bir şeyler mutlaka alınır. Bu İlahi muvazene (denge) kanunu gereğidir. Veren el olmak, her zaman alan elden üstün olmak demektir.

Her yeni satın alma işlemi gerçekleştirdiğinizde, eskisini veya başka bir şeyler verin. Yeni bir TV mi aldınız? Eskisini başka bir odaya taşımak yerine, bir yerlere verin. Amaç, evdeki eşya sayınınızın büyümesini önlemektir. Her zaman hayatınızı sadece size neşe ve mutluluk getiren şeyleri içerecek şekilde hazırlayın. Yaşlandıkça daha iyi anlarsınız.

Bir ay boyunca yeni şeyler almayacağınıza dair kendinize söz verin. 

Bir ay boyunca herhangi bir yeni ürün satın almamak için kendinizle bir sözleşme yapın. Yeni bir elbiseyi mağazadan almak yerine ikinci elden alın. Korkmayın, kimse sizin hayatınızı yaşamıyor ki ayıplanasınız. Böyle durumlarda gülüp geçin. Kendimizi ne kadar kısıtlarsak, o kadar işi bilen oluruz.

Bir şeyleri bırakmaktan vazgeçin. 

İhtiyaçlar sonsuzdur; insan hayali nereye ulaşsa orası da bir ihtiyaçtır; ama gerçek bir ihtiyaç mıdır? Hem onları elde edecek imkanlarınız kısıtlı değil mi? Her zaman kalitesi ve fiyatı yükseltilecek bir şeyler vardır. Yeni bir Honda mı aldınız; bir Mercedes'e yükseltebilirsiniz. Yeni bir Mercedes mi aldınız; bir Ferrari'ye yükseltebilirsiniz. Yeni bir Ferrari mi aldınız; özel bir uçak almayı düşünebilirsiniz. Bunlar bitmez…

Daha fazlasını istemenin, takip etmeniz gereken işler değil, zihninizin sağladığı bir seçenek olduğunu fark edin. Bu konuda Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar” adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsünü internetten arayıp bulun ve okuyun.

Tüketim Eğiliminin Üstesinden Gelin

İnsan tabiatı tüketimde nötr olduğu halde, şeytanla (menhiyatla) imtihanının bir yansıması olarak, eğilimi, daha azını değil, daha fazlasını tüketmek istemesidir. Bu eğilim göz önüne alındığında, tartışmasız tüketim akışını azaltmak için aktif adımlar atmanın hayatımızı daha iyi hale getirdiğine inanıyorum.

Pazarlamacılar, satışçılar veya reklamlar insanları kandırmak için satmak istedikleri ürünün sizi acıdan uzaklaştırıp zevke yakınlaştırdığını vurgulayıp, hedonist duygularınıza hitap ediyorlar. Bunun üstesinden gelmenin yolu sabır kuvvetini kuşanmaktır.

“Yiyiniz İçiniz; israf etmeyiniz.”

Şahsen, bu yazıdan amacım hayatı en az şeylere indirgemek değil, onu en uygun şeylerle doldurmaktır. 

Zenginlik, ihtiyacın az olması durumudur. Zengin ihtiyacı az olan insandır. Fakir ise ihtiyacı fazla olan kişiye denir. O halde zengin olmak istiyorsanız ihtiyaçlarınızı azaltın!

İnsan türünü yaşadığına, yediğine, içtiğine pişman eden Batı medeniyetinin insanlığı ne duruma getirdiğinin nedenini Bediüzzaman’dan okuyalım:

“Bir bedevi yalnız dört şeye muhtaç iken; medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa'y masrafa kâfi gelmediğinden hileye harama sevketmekle ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate, nev'e verdiği servet, haşmete bedel; ferdi, şahsı fakir, ahlâksız etmiştir. Kurûn-u ûlânın mecmu-u vahşetini bu medeniyet bir defada kustu. Âlem-i İslâmın şu medeniyete karşı istinkâfı cây-ı dikkattir.

Zira istiğna ve istiklâliyet hassasiyle mümtaz olan şeriattaki İlâhî hidayet, medeniyetin esası olan Roma felsefesinin dehâsıyla aşılanmaz.

Medeniyet, nev-i beşerden yüzde onu müzahref bir saadete çıkarmış, sekseni meşakkate sefalete atmıştır. Saadet odur ki; umuma veya eksere saadet ola! Nev-i beşere rahmet olan Kur'ân-ı Kerim ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder.”

Bediüzzaman bir minimalist mi yoksa bir muktesid midir?

Bediüzzaman’ın özgür olduğu gençlik dönemlerinden esaret ve denetimli mecburi ikamet yerlerindeki hayat tarzına batı gözlüğüyle baktığımızda, onun bir minimalist olduğunu düşünebiliriz. Ancak bu garp kavramı yerine ona biz “Muktesid” desek daha doğru olur.

Vefat ettiğindeki geriye bıraktıklarına (terekesine) baktığımızda dünya namına bir şey yok, olanlar da zaten Isparta’da müze evinde sergileniyor.

Zaten İktisad Risalesi’ni yazmaktaki muradı da bu zamanın insanlarını ekonomik kaygılar nedeniyle vartalardan kurtarmaktır.

Bediüzzaman, Barla Lâhikası’nda İktisat Risalesi’ni yazma sebebini Isparta Cumhuriyet Müdde-i Umumîliğine verdiği savunmada şöyle açıklıyor:

“İsraftan kurtarmak ve bu fakir milleti iktisada alıştırmak için yazdığım küçük, fakat müstesna bir ehemmiyette olan İktisat Risalesi ismindeki risalemin...”

Nur Talebelerinin manevî bir hastalık olan derd-i maişetten yani geçim sıkıntısından kurtulma yollarını da şöyle izah eder:

“Derd-i maişet sersemliğiyle, ekser halk ahiret işlerine ikinci derecede bakmalarından, ehl-i dalâlet istifade edip onları avlıyorlar. Risale-i Nur şakirtleri kanaat ve iktisat düsturlarıyla bu manevî hastalığa da mukabele ederler inşaallah.”

Bediüzzaman Hazretleri on, on beş günde bir okunmasını tavsiye ettiği “İhlâs Risalesi’nin yanında “İktisat Risalesi”nin de beraberce okunmasını istiyor:

“Sizler, ara sıra, İhlâs ve İktisat Lem’alarını ve bazan Hücumat-ı Sitte Risalesi’ni mâbeyninizde beraber okumalısınız. Sizin şimdiye kadar fevkalâde sebat ve metanet ve tesanüt ve ittifakınız, bu memlekete medâr-ı iftihar olacak ve istikbalini kurtaracak derecededir. Dikkat ediniz, bu yeni fırtına sizin tesanüdünüzü bozmasın.”

Bediüzzaman’ın muktesid yaşantısından birkaç örnek:

“Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket, iktisat ve rahmet-i İlâhiye bana kâfi geldi. (Tarihçe-i hayat, Eskişehir Hayatı, 1935)

“Neyle yaşıyorsun? Çalışmadan nasıl geçiniyorsun? Memleketimizde tembelce oturanları ve başkasının sa’yiyle (emeğiyle) geçinenleri istemiyoruz.”

Bediüzzaman ise, “Elcevap” diyerek, o­nlara şu mânâ ve hikmet dolu izahatı yapar:

“Ben, iktisat ve bereketle yaşıyorum. Rezzâkımdan başka kimsenin minnetini almıyorum ve almamaya da karar vermişim. Evet, günde yüz para, belki kırk para ile yaşayan bir adam, başkasının minnetini almaz.

“Şu meselenin izahını hiç arzu etmiyordum. Belki bir gururu ve bir enaniyeti ihsas eder fikriyle, beyan etmek bana pek nâhoştur. Fakat madem ehl-i dünya evhamlı bir surette soruyorlar. Ben de derim ki:

“Küçüklüğümden beri halkların malını kabul etmemek (velev zekât dahi olsa), hem maaşı kabul etmemek (yalnız bir iki sene Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyede dostlarımın icbarıyla kabul etmeye mecbur oldum), o parayı da mânen millete iade ettik. Hem maişet-i dünyeviye için minnet altına girmemek, bütün ömrümde bir düstur-u hayatımdır. Ehl-i memleketim ve başka yerlerde beni tanıyanlar bunu biliyorlar. Bu beş seneki nefyimde, çok dostlar bana hediyelerini kabul ettirmek için çok çalıştılar; kabul etmedim. “‘Öyleyse nasıl idare edersin?’ denilse, derim: Bereket ve ikram-ı İlâhî ile yaşıyorum…” (16. Mektup’tan)

Bu haftayı Nurlu Cuma olarak yaşamak arzu ve temennisiyle…

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.