Hayat, ihtiyaçlar üzerine kurulu bir saray gibidir. Her bir canlı, ister şuurlu ister şuursuz olsun, ihtiyaçları ile dış dünyaya bağlıdır. Dış dünya, hayat sarayının bahçesi ve tarlasıdır. Hayat mekanizması yenilenen ve büyüyen ihtiyaçları ile doymak bilmeyen bir yapı arz eder. Maddenin temeli olan, sıcaklık ve ateş, tüketici ve en nihayetinde tükenicidir. Fakat canlılık mekanizması, maddeyi ve sıcaklığı kontrol altına alıp büyüyen, çoğalmakla istila eden ve evrenselleşen bir özellik gösteriyor. Ondaki bilgi ve şuur tecellileri, hayatı maddeye hâkim ve maddeyi, canlılığa ve canlılığın temeli olan ruha hizmetçi kılmıştır. Ruhun zuhur derecesine göre canlılık yoğunlaşır. Bir canlıda, hayat yoğunlaştıkça ihtiyaçlar da çoğalır. Bu cihetten en basit bir tek hücreli hayattan en kompleks, şuurlu ve hür iradeli hayat sahiplerine kadar canlılık dünyasını incelediğimizde sonsuz çeşitlilikte ihtiyaçlar görürüz. Fakat dikkatle incelendiğinde maddi ve manevi bütün hayatî faaliyetlerin 2 temel üzerine kurulduğu görülür:
a)Savunma mekanizması…
b)Beslenme mekanizması…
Bu iki mekanizma istisnasız her bir canlıda vardır. Çok farklı ve bir birinden ilginç savunma mekanizmaları ile ekoloji dünyası bir askerî manevra alanı ve İlâhî bir teknoloji fuarıdır. Kamuflaj yapan bukalemunlar, yaralı taklidi yapan kuşlar, kuyruğunu bırakan kertenkeleler, yuvasını çift delikli yapan tarla fareleri, yapraklarına zehir salgılayan ağaçlar gibi… Birbirinden farklı beslenme özellikleri ile canlılar âlemi, mükemmel ve muhteşem bir mutfak ve Rahmanî bir üretim sahası olarak görünüyor. Fotosentez yapan bitkiler, okaliptüs yaprağı yiyen koalalar, leşle beslenen akbabalar, alglerle doymaya çalışan balinalar, ekip şeklinde balık avlayan yunuslar gibi…
Savunma ve beslenme mekanizmaları bir birine son derece bağlı olarak canlı bünyesi içinde cereyan ettiği gibi canlının dış dünyayla temasını sağlayan ana unsurlar olarak da kendilerini gösteriyorlar. Canlılardaki uyku ve boşaltım sistemi, bünye içi bir savunma ve müdafaa mekanizması olduğu gibi; canlılardaki yeme-içme ve sindirim sistemi de canlı bedenindeki beslenme düzeneğidir. Diğer canlı ve cansızlarla ilişki noktasında savunma ve beslenme mekanizmaları korku ve açlık hisleri eşliğinde kendilerini sürekli gösterirler.
Manevi savunma mekanizması noktasında bir canlının bünyesi, hücre denilen taşlarla örülmüş bir bina ve bünyan (kale) gibi hayatın kaynağı olan ruh için güvenli bir sığınaktır. Maddi savunma mekanizması noktasında ise her canlıdaki güven ihtiyacı, onu insiyakî bir tarzda kendisi ve yavrularının hayatını himaye için bir sığınak ve yuva arayışına yönlendirir. Mağaralar, ağaç kovukları, yer altı tünelleri, ağaç dalları ve yüksek kayalıklar canlılar ve nesilleri için birer güvenli sığınaktır. Yeryüzü bu manada canlılığın evi ve yuvasıdır. Maddi ve manevi beslenme mekanizması açısından bakıldığında canlıların beslenme stratejileri, rızık ve tatmin arayışları canlılığı, yeryüzüne yayılan sürekli faal bir hale getirmiştir. Kuşların periyodik göçlerinde, Afrika’nın savanlarındaki sürekli harekette, her bahar yeryüzünde yeşeren ağaçlar ve çiçeklenen bitkilerde bu daimî faaliyeti görebiliyoruz.
Savunma mekanizması en derin temelinde korku hissinin kaynağı olan âcizlik, çaresizlik ve kendi başına hiçlik hissine dayanır. Beslenme mekanizması ise, en derin temelinde açlığın kaynağı olan fakirlik, yoksunluk ve kendi başına yokluk hissine dayanır. Her canlı ilk yön itibariyle, mutlak bir güven ve sükunet ararken; ikinci yön itibariyle sonsuz bir tatmin ve dış dünyayla barışıklık ister. Bu arayış ve yönelişler, insan haricindeki canlılarda tamamen İlâhî bir ilham ve sevk-i fıtrî iledir. İnsanda ise, bu arayış mükemmel bir şekilde kendini gösterir.
Kureyş suresi, insan ve canlı fıtratının bu iki yönünü ve bunların varlık gayesini şöyle ifade eder: “Sizi kendi aranızda birbirinize, yaşadığınız yer ve iklim şartlarına karşı alıştırdığımız ve Ebrehe’nin saldırısından koruduğumuz için Kureyş halkı… İhtiyaçlarınızı gidermek için kışın güneye Baharat Yolu’na, yazın kuzeye İpek Yolu’na yolcuğa alıştırdığımız için… Yani size yeryüzünü yaşanılır kıldığımız ve bu şekilde lütuflandırdığımız için, bu Beyt’in (Kâbe’nin) Rabbine kulluk edin. Ki O, sizi çeşit çeşit açlıklardan alıp lezzetli rızıklarla sürekli doyuran ve sayısız korkulardan alıp size güven hissi verendir.”
Dindar bir bilim adamı olan Abraham Maslow, insan canlılığı merkezinde canlılık dünyasında ihtiyaçları inceler ve bunları İhtiyaçlar Hiyerarşisi şeklinde 7 katlı ve 2 kategorili bir piramit olarak şöyle ifade eder:
A) Temel İhtiyaçlar: İhtiyaçlar hiyerarşisinin ilk basamakları temel ihtiyaçlardan oluşmaktadır. Bunlar bireyin yaşamının her döneminde olan ve sürekli giderilmesi gereken ihtiyaçlardır. Temel ihtiyaçlar, hiyerarşi piramidinde ilk 4 basamağı oluşturmaktadır.
1) Fizyolojik İhtiyaçlar: Su, yemek, ısınma, uyku gibi bedenin varlığını sürdürebilmek için gerekli olan ihtiyaçlardır. En temel ihtiyaçlarımız fizyolojik ihtiyaçlarımızdır.
2) Güvenlik İhtiyacı: Fiziksel ya da psikolojik zararlardan koruyan ihtiyaçlarla ilgilidir. Barınma, kendini tehlikelerden koruma, kaygıdan uzak kendini güvende hissetme ihtiyaçları güvenlik ihtiyaçlarıdır.
Maslow, Kureyş suresindeki sıralamaya uygun olarak beslenmeyi, hayatın en temel ihtiyacı olarak ilk sıraya almıştır. Evet, beslenemeyen bir bünye, kendini savunacak güç ve kudreti elde edemez.
3) Ait Olma–Sevme–Sevilme İhtiyacı: Bir gruba ait olma hissi, insanlar tarafından kabul edilme, benimsenme, sevme, sevilme gibi sosyal ihtiyaçlardır. Bu ihtiyaçlar karşılanmazsa bireyde yalnızlık, umutsuzluk, yabancılaşma, bunalıma girme gibi duygular ortaya çıkabilir.
4) Saygı–Saygınlık İhtiyacı: Bu ihtiyaçlar, takdir edilme, tanınma, statü ve başarı kazanma, saygı görme gibi ihtiyaçlardan oluşmaktadır. Bir yazarın eserleriyle kalıcı olmak istemesi ve devamlı hatırlanmak istenmesi saygınlık ihtiyacına yöneliktir. Bu ihtiyacın giderilmemesi durumunda aşağılık, zayıflık, çaresizlik, değersizlik gibi kompleksler ortaya çıkabilir.
Dikkat edilirse Maslow’un sıraladığı bu 2 ihtiyaç da manevi açlık ve güven arayışına dayanıyor. Evet sevgi, yokluk hissinden kurtulup varlığa aşk ile sarılmaktır. Saygı ve saygınlık arayışı ise, silinip gitme ve bir hiç olma korkusundan kurtuluş çaresidir.
B) Üst Düzey İhtiyaçlar: Bunlar, bireyin var olan potansiyellerini en son noktasına kadar kullanarak kendini gerçekleştirmeye kadar giden süreçlerden oluşur. İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ndeki bundan sonraki ihtiyaç basamakları üst düzey ihtiyaçlar içerisindedir.
5) Bilme–Anlama İhtiyacı: Kendi içinde olsun, toplumda olsun, çevrede olsun, olup biten olayları daha iyi bilme ve anlama ihtiyacıdır. Merak, keşfetme ve bilgiye ulaşma ihtiyaçları, bilme ve anlama ihtiyaçları içindedir.
6) Estetik İhtiyacı: Sanatı anlama, zevke alma, bireyin kendi yaratıcılığını kullanma ihtiyacı estetik ihtiyaçlardır.
Maslow’un saydığı bu iki ihtiyaç, insan fıtratının sonucu olan korku ve üzüntüden kurtuluşuyla ilgilidir. İnsana güven verici en kalıcı şey, kendini ve dış dünyayı bilme ve anlamadır. İnsana en lezzet verici ve tatmin edici iş ise, onun içine ruhunu katarak estetik bir sanat eseri ortaya koymasıdır.
7) Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı: Bu basamak bireyin doğuştan getirdiği potansiyelleri tam olarak gerçekleştirebilmesi ve kullanabilmesidir. Bireyin kendi yeteneklerini kullanarak istediği hedefi gerçekleştirebilmesidir.
Bu son adım “Gökleri ve yeri bir oyuncu olalım diye yaratmadık. Onları bir hakikatin tahakkuku için yarattık. Fakat insanların ekseriyeti bunun ilmine sahip değiller”[1] şeklindeki âyetlerin tefsiri konumunda bir tespittir. Evet, her bir canlı bünye, temelinde bilkuvve durumdaki bir ruhun ve kader yazılımının kudret tarafından tatbikinden ibarettir. Ağaçlar, çekirdekler denilen planların; kuşlar, yumurtalar denilen programların tahakkukudur. İnsan canlılığı ise, bireysel ve sosyal manada bir “Hilafet Projesi” nin tahakkukuna dayanır. Yani Allah’a şuurlu bir ayna olma yolculuğu…
Bediüzzaman Said Nursî potansiyel yetenekler ve hayattaki belirişleri hakkında şöyle der: “Beşerin cevher-i ruhunda derc[2] edilmiş gayr-ı mahdut istidadat (sınırsız potansiyel yetenekler) ve o istidadatta mündemiç olan gayr-ı mahsur kabiliyetler (kuşatılamayan fiilî yetenekler) ve o kabiliyetlerden neş'et eden (çıkan) hadsiz meyiller ve o hadsiz meyillerden hasıl olan nihayetsiz emeller ve o nihayetsiz emellerden tevellüd eden gayr-ı mütenâhi efkâr (sonsuz fikirler) ve tasavvurât-ı insaniye, şu âlem-i şehadetin arkasında bulunan saadet-i ebediyeye (ebedî mutluluğa) elini uzatmış, ona gözünü dikmiş, o tarafa müteveccih olmuş olduğunu ehl-i tahkik görüyor.”[3]
Arapça’da meyil, şiddetli istek, arzu, düşkünlük ve eğilim demektir. İnsanın arzularından, emelleri yani umutları doğar. İnsan arzu ve umutlarını ise, dünyevi güzellik ve imkânlarla gidermeye ve tatmin etmeye çalışır. Bu manada Hanefi fıkıhçıları iktisadın temeli olan malı tanımlamada bu meyilleri temel alarak şöyle Mecelle’de şöyle derler: “Mal, tab‘-ı insanî mâil olup da vakt-i hâcet için iddihâr olunabilen şeydir.”[4] Bu tanımına göre mal, insanın tabiatı icabı kendisine bir ihtiyaç ve istek duyduğu ve lüzumu olduğunda kullanılmak üzere doğrudan saklanıp korunması mümkün olan şeydir.[5]
Bu tanımdaki ifadeler ve doktrinde malla ilgili ileri sürülen görüşler dikkate alındığında Hanefîler’de bir nesnenin mal niteliği taşıması için iki temel unsura sahip olması gerektiği görülür. Birincisi insanların bir ihtiyacını gidererek fayda temin etmesi, yani örfen iktisadî bir değer taşımasıdır. Bir şeyin mal olabilmesi için o şeyden yararlanmanın Müslümanlar açısından câiz olmasa da İlâhî bir dinin mensupları (Ehl-i kitap) tarafından mubah görülmesi yeterlidir.[6] Malın ikinci unsuru müstakil bir fizikî varlığının bulunmasıdır. Malın tanımında yer verilen iddihâr olabilme (depolanabilme) özelliği, malın üzerinde doğrudan ferdî hâkimiyet kurulabilmesi unsurunu ifade eder.[7] Şâfiî hukukçusu Zerkeşî ise malı, “Kendisinden faydalanılan ya da faydalanılması mümkün olan şeydir” diye tanımlar.[8] Şafiî ufkundan bakıldığında fiilen faydalanılan ve insanın bir ihtiyacını gideren her şey bir mal olduğu gibi, şu an bize ve hiç kimseye fayda vermese de başka bir zamanda fayda vermesi mümkün olan her şey de mal sayılır. Bu manada Şafii fıkhı bütün yaratılmış âlemi ve içindekileri insanın istifadesi için sunulmuş bir mâl olarak görür.
İnsan, sonsuz potansiyelinin verdiği zenginlik ve evrensellik gereği bütün kâinattaki güzellik ve nimet çeşitlerine meyleder. Onun her meylettiği şey, Hanefi literatürüyle, bir çeşit maldır. Nesneler, canlılar ve kişiler, çok yönlü yapılarıyla insanın ve diğer canlıların ihtiyaçlarını belirli sınırlar dâhilinde sürekli olarak tatmin edebilirler. Mesela dünyadaki su miktarı sabit olmasına, kullanılması ve kirlenmesine rağmen sürekli buharlaştırılma ile temizlenmekte, yağmur denilen damıtma operasyonu ile tekrar yeryüzüne inmektedir. Bu manada su kaynakları, tükenmeyen bir hazine haline gelmektedir. Aynı durum toprak ve diğer tabiat kaynakları için de geçerlidir. Fakat bu kaynaklardan istifadede inkısam (bölüşüm) sorunu doğal olarak meydana gelmekte; insandaki sonsuz hırs duygusunu tatmin etmede kaynaklar kıt kalmakta; bu durum ise inkısamda bir birine zahmet verme, çekişme ve nihayetinde kavgalara yol açmaktadır. Mikro planda hakikat böyle cereyan ediyor.
Makro planda ise inkısam sorunu, ülkeler ve kıtalar arası savaşlara kadar büyüyen bir boyuta ulaşmaktadır. Asırlarca süren Haçlı Seferleri’nin ana sebebi, din olmakla birlikte tâli en büyük sebebi ise Doğu Dünyası’nın zenginliklerine ulaşmaktı. Macellan’ın Amerika’yı keşfi temelde Hindistan ve Çin’deki zenginliklere erişmek içindi. Bu yolculuğun damgası, Amerikalı yerli halka ve Kızılderililere İngilizce’de “İndian” (Hindli) denilmesiyle günümüzde de devam etmektedir. Yapılan 2 Dünya Savaşı, günümüzdeki Orta Doğu işgalleri ve İslam dünyasına yapılan saldırılar doğrudan veya dolaylı olarak yeryüzündeki petrol ve kıymetli madenler gibi sâbit kaynakları kendi kontrolü ve mülkiyeti altına alma çabasından başka bir şey değildir. Akan bir nehirdeki bütün suyu içeceğini zannederek onun yanına yuvasını yapan ve suya yaklaşanlara saldıran bir yaban domuzu psikolojisi Kapitalist mantığın dünyaya yansıttığı manzarayı ifade eden en güzel temsildir. Kapitalizmin Cehennem gibi hırsını tatmin için bütün dünyanın kaynakları dar geldiğinden Mars ve diğer gezegenleri de yutmak için teşebbüslere geçtiğini hayretle gözlemliyoruz.
Bu kritik noktada sahabeden Abdullah İbnu'ş-Şihhîr’ın (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (ASM) ile arasında geçen diyalogdan aktardığı sözler insanın dünya ve kâinat imkânlarından gerçek manada istifade çapının sınırlarını gösterir. Abdullah (ra) der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Elhâkümüttekâsür sûresini okurken yanına geldim. Bana: " İnsanoğlu malım, malım der. Halbuki Âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terk eder ve insanlara bırakır.")[9]
İnsan, hayatını devam ettirmek ve tehlikelerden korunmak için, istifade ettiği yeryüzü kaynaklarını sabit bir şekilde kontrolü altına almak ister. Tâ ki belirsizlik ve kayıplardan kurtulsun. Evinin güçlü ve dayanıklı oluşu ona güven verdiği gibi beslendiği kaynağın bereketi de ona itminan verir. Bu sâbitleştirme yönünden bir insanın, kontrol altına almak için emek ve ücret şeklinde bir bedel ödediği mal ve istifade kaynaklarına, iktisadda ve hukukta “meta” ve “özel mülk” denilir. Bu manada dünya içindeki bütün kaynaklar maddi ve manevi belirli bedeller dâhilinde insanlar arasında taksim edilmiştir. Hz. Peygamber (ASM) kollektif mülkiyet ve özel mülkiyet hakikatleri ekseninde bu kritik konuyu şöyle özetler: “Ed-dünya metâun ve hayru metâu’d-dünya’l-mer’etü’s-sâliha”[10] (Dünyanın tamamı ve içindeki bütün imkânlar, kişinin emeğiyle elde ettiği kişisel metâdır. Dünya içindeki istifade imkânları içinde en seçkini, en iyisi ve faydalısı sâliha bir eştir.) Sâliha tabiri, lügatta, bozgunculuğu gideren, barışçı, eldeki imkânları en hayırlı şekilde kullanan demektir. Bu hadis, Şafii fıkhının istifade noktasında bütün nesneleri birer mal olarak görmesinin dayanağıdır.
İktisad dünyası, Maslow’un hiyerarşisindeki ihtiyaçlara göre dünyevi imkânları ve malları sınıflandırır. Dünyanın içindeki her şeyi insan ihtiyaçlarına göre dikilmiş bir gömlek olarak şöyle gösterir:
İnsanın fiziksel ihtiyaçlarını ve güvenlik ihtiyacını gideren, onsuz hayatın devam edemeyeceği mallara “zorunlu mallar” der. Yiyecek, içecek, giysi ve mesken gibi… İslam hukuku ise bunlara “havaic-i zaruriye veya asliye” der. İktisad dünyası insanın diğer ihtiyaçlarını ise, hayatı güzelleştiren ve süsleyen, onu kemale erdiren unsurlar olarak gördüğü için “lüks mallar” olarak isimlendirir. İnsanın emeksiz istifade ettiği hava, güneş ışığı gibi bol miktarda bulunan mallara “serbest mallar” adını verir. İnsan emeği, tasarrufu ve üretimine dayanıp alınıp satılması söz konusu olan mallara “ticari mallar” der. İstifade edilmediği durumda kısa sürede çürüyebilen ve bozulan sebze, meyve ve saire gibi mallara “dayanıksız mallar”; uzun süre kendisinden istifade edilme imkânı olan dolap, halı gibi mallara “dayanıklı mallar” ismini verir. Ticari manada kendisi bir ürün olan ve doğrudan insanın istifade ettiği ekmek gibi mallara “tüketici malı”; kendisiyle üretici veya tüketici malı üretilen mallara ise “üretici malı” de. Ekmeğin hammaddesi olan un ve pasta makinası üretiminde kullanılan metal aksam gibi…
Hizmetler ise, manevi bir mal mahiyetinde olup biriktirilememesi ile maddi maldan ayrılır. Fakat kendisinden istifade edilmesi noktasında ve diğer mallardan istifade yollarını göstermesi ve artırması açısından bir çeşit mal sayılır.
Lüks mal ve hizmetler insanın psikolojik temel ihtiyaçları olan duygu alış verişine, aidiyet hissinin tatminine, sevme ve sevilme ihtiyaçlarının giderilmesine vesile olduğundan günümüz dünyasında sıklıkla kullanılmaktadır. Sevgi göstergesi olan bütün hediyeler birer lüks maldır. Zaruri mallar, hediye olarak kullanılmaz. Duygu paylaşımına yol açan müzik konseri, bir hizmettir.
Aynı zamanda lüks mallar insanın üst seviye ihtiyaçları olan bilme-anlama ihtiyacını karşıladığı gibi, estetik ihtiyaçlarını da tatmine vesiledir. Kitaplar birer lüks mal olduğu gibi müzik aletleri, resim ve heykel malzemeleri de birer lüks maldır. Bu noktada gezi ve turist rehberliği, doğa sporları eğitim ve öğretimi de birer hizmet olarak tabiattaki güzellik ve imkânlardan istifadeyi kolaylaştırmakla insan hayatının kemali için lüzumlu birer araç vazifesi görüyorlar.
En ileri seviye olan kişilerin kendilerini gerçekleştirmeleri noktasında lüks mal ve hizmetler anahtar vazifesi görürler. Târihen sabittir ki herhangi bir toplum ekonomik manada ilk 6 seviyedeki ihtiyaçları karşılayacak surette geliştiğinde insanlar kendi özlerine ve ruhani potansiyellerini açmaya yöneliyorlar. Böyle toplumlarda edebiyat, felsefe, özgür düşünce ortamı, sanat, metafizik algı ve dindarlık bütün yönleriyle inkişaf etmiştir. Eski Yunan ve Helenistik Dönem, Abbasiler Dönemi, Osmanlı’da 16. yüzyıl, İngiltere’de Kraliçe Victoria dönemlerini misal olarak gösterebiliriz. Birçok tarihi şaheserler böyle dönemlerde açığa çıkmıştır. Osmanlı’da Piri Reis, Matrakçı Nasuh, Mimar Sinan, Bâki, Fuzuli gibi şahsiyetlerin bu lüks mal ve hizmet dönemlerinde yetişmesi bir tesadüf değildir. Bu değişmez gerçek, ebedî Cennet’in sonsuz mutluluğunun temelde ruhanî olduğuna bir işaret ve açılan bir penceredir.
Evet İktisad, Psikoloji bilimi ve Medeniyet dünyası, Kur’anın potansiyel yetenekler-ihtiyaçlar-dünya imkanları arasındaki kopmaz ilişkiyi bildiren şu âyetlerinin birer izah ve ispatından ibarettir. “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Tâ ki fâni şeylere, mal ve mülke kul olmaktan kurtulup ruhunuzu zarara uğratmaktan sakınasınız. O, yeryüzünü sizin için bir döşek ve göğü de bir bina kıldı. Gökten su indirip onunla size rızık olmak üzere ürünler meydana getirdi…”[11]
[1] Duhan suresi, 38-39.
[2] Derc ve münderiç tabirleri, bir şeyin içine eklenen ve ondan biraz gayretle geri çıkartılabilen özellikler için kullanılır. Tuzlu sudaki tuz gibi… Mündemiç ve indimaç tabirleri ise, bir şeyi meydana getiren ve onsuz olamayan ana özellikleri belirtmek için kullanılır. O özellik o şeyden ayrıldığında o nesne de yok olur. Suyu oluşturan hidrojen ve oksijen gazları gibi…
[3] Sözler, 29. Söz, 2. Maksad, 2. Esas, 5. Medar.
[4] Mecelle, Madde 126.
[5] Hamevî, IV, 5; Ali Haydar, I, 228.
[6] Kâsânî, VII, 147; Ali Haydar, I, 332.
[7] DİA, Mal Maddesi.
[8] el-Mens̱ûr fi’l-ḳavâʿid, III, 222
[9] Müslim, Zühd 3, 4, (2958); Nesâî, Vesâya 1 (6, 238); Tirmizî, Tefsîr, Tekâsür, (3351). Bu hadiste geçen surenin adı Tekâsür’dür. Yani mal ve evlad konusunda çoğalma ve çokluk yarışı… Âyet der: “ Çoğalma yarışı size oyalayıp durdu tâ ki siz, kabirleri ziyaret edene ve ölene kadar… ” ( Tekasüre suresi 1-2 )
[10]Müslim, “Raḍâʿ”, 59; İbn Mâce, “Nikâḥ”, 5.
[11] Bakara suresi, 21-22.