İhtiyarlar Risalesi, modern medeniyete bir meydan okumadır
(İhtiyarlar Risalesi Notları, 6. Yazı.)
Bediüzzaman’ın kendi hayatını ayırdığı “Eski Said” ve “Yeni Said” dilimlerinin aşinası olanlar; o dönemlerde yazdıklarına baktıklarında, bir ayrımı çok net bir şekilde fark ederler: “Eski Said” iken dünyayı değiştirecek büyük meseleler üzerine eserler üreten, kürsülerden ettiği vaaz u nasihat ile gazeteleri ve devrin idarecilerini kendisiyle meşgul eden Bediüzzaman; “Yeni Said” inkılabını yaşadıktan sonra adeta kabuğuna çekilir, kozasına giren tırtıla dönüşür, sessizleşir. Hâşâ, burada sessizlik ifadesini, suskunluk anlamında kullanmıyorum. Bu kelimeyi, Eski Said’e kıyasla bir sessizlik olarak kullandığım açıktır. Yoksa Bediüzzaman’ın her hali, bizim her halimizden daha sesli ve haksızlık karşısında daha dik duruşludur. Bu sessizlik, ezik bir sessizlik değil; bir inkılabın sessizliğidir. “Doğruyu kafalarını çatlatırcasına anlat!” mesajından; “Firavun’a vardığın zaman, onu, Rabbinin yoluna yumuşak sözlerle çağır” mesajına varıştır. Bu yönüyle Bediüzzaman’ın hizmet metodunun da Celal/Cemal dengesi içinde Celal’in daha hâkim olduğu bir tarzda başladığını, fakat daha sonra Cemal’in daha ağırlıklı olduğu bir noktaya vardığını söylemek yanlış olmaz. Onun her tavrı “bedi”dir gerçi… Celali de bedidir. Cemali de bedidir…
Bu nedenle Bediüzzaman’ı Hutbe-i Şamiye’deki hitaplarıyla tanıyanlar; İhtiyarlar Risalesi gibi eserlerini okuduklarında; “Bu mudur bir konuşmasıyla binleri harekete geçiren veyahut durduran o haşmetli hatip? Dünyaya nizam öğreten yiğit bu mudur? Hayır, hayır; bunun hali hiç öncekine benzemiyor” diyebilirler. Çünkü onlar Bediüzza¬man’ı Eski Said halinde, Celal’in daha hâkim olduğu bir devirde tanımışlardır. Ama Bediüzzaman, sonra yolculuğuna devam etmiş, ilerlemiştir. Rabbinin yoluna hikmetle çağırmayı, farklı tecellileriyle öğrenmiştir.
Fakat maalesef bazıları bu ilerlemeyi, tam bir ilerleme olarak idrak edemiyorlar. Bediüzzaman’ın ahir ömründe müspet hareket üzerine temerküz ettiği gayretlerini, bir tahavvüf, bir çekinmek, bir korku emaresi olarak değerlendiriyorlar. Adeta geri adım sayıyorlar. Halbuki bu düşündükleri, söyledikleri külli hatadır. Zira Bediüzzaman, İhtiyarlar Risalesi gibi eserleriyle geri adım atmamıştır aslında… Aksine; ahirzaman fitnesinin kuyruğuna vurduğu kılıcı kaldırıp sinesine saplamıştır. Evet, İhtiyarlar Risalesi’nin, Hastalar Risalesi’nin yaptığı aslında budur.
Benedict Anderson, Türkçeye, “Hayalî Cemaatler” ismiyle tercüme edilen kitabında; kendisinin de bir bağlısı olduğu modern medeniyeti eleştirirken, çok manidar bir ifade kullanır. Manidardır, çünkü bizim bile görmediğimiz bir Bediüzzaman okuması yapmıştır bence Benedict Anderson o cümlesiyle… Hiç Bediüzzaman’ı görmediği, okumadığı halde bunu yapmıştır. Hem de harika bir şekilde yapmıştır. Modern medeniyeti ve bütün ideolojik doktrinlerini karşısına almış bir insanın dilinden sordurduğu sorularla yapar bunu o kitapta… Onun dilinden yapar… Bu insan ise; öyle büyük şeyler sormaz “izm”lere. Sadece der ki; “Benim çocuğum neden özürlü doğdu?” veyahut da der ki; “Öldükten sonra ben ne olacağım?” Evet, aynen böyle basit sorular sorar. Hiç zorlamaz medeniyeti öyle büyük hesaplamalara girişmeye… Fakat Bene¬dict Anderson, onların bu tarz sorulara karşı verebileceği tek cevabı ise hafızamdan silinmeyen şu ifadeyle tarif eder: “Rahatsız edici bir sessizlik…” (Sanırım sayfa yirmi sekizde idi, o baskıda.)
Evet, günümüz medeniyeti, bütün alt sınıflarıyla ve ideolojik ayrımlarıyla birlikte, her koşulda ve her şekilde sadece bir “Gençlik Medeniyeti”dir. Marksizm de bir gençlik medeniyeti vaadeder, Kapitalizm de, Faşizm de, Liberalizm de, Hümanizm de, Feminizm de, Milliyetçilik de… Nihayetinde tamamı, gençliğin hevesatına ve kuvvetine dayanır. Kapitalizm; tüketebilen, üretebilen, zevk alabilen ve sömürebilen sağlıklı gençler görmek ister yapısı içinde… Yaşlıları hemen egale eder, sağlıksızlar da hemen sistemin dışına atar. Marksizm, yaşlıları görmezden gelir. Onun tek işi devrim yapabilecek gençlerledir. Faşizm zaten tam bir bedensel saadet düşler sisteminde. Seçilmiş genler ve hiç yaşlı, sakat bulunmayan toplumlar hayal eder. Onlara mutluluk vaadeder. Feminizm de güzel kadınlar için vardır. Diğerleri de, vesairesi de yine böyledir… Neticesinde hepsi gençlere ve sağlıklılara dayanır; onlar için vardır. Yaşlılar ve hastalar bahis mevzuu olduğundaysa, tıpkı Denzel Washington’un oyunculuğuyla taçlanmış John Q filminde olduğu gibi, sigorta şirketlerinin “derin sessizlikleriyle” karşılaşılır. Çünkü sistem sağlıklılar ve gençler için vardır. Hastalar ve ihtiyarlar ise hiç hesapta yoktur, olmamalıdır.
Biz bu yönüyle İhtiyarlar Risalesi’ni veyahut Hastalar Risalesi’ni; Bediüzzaman’ın, modern medeniyete bir meydan okuyuşu olarak da değerlendirebiliriz. Çünkü bu eserlerde, Bediüzzaman, onların cevap veremediği, mutluluk vaadedemediği kesimlerin tamamına, Kur’an’dan aldığı ilham ile, İslamiyet’in nasıl muhteşem bir saadet vaadettiğini ve hatta getirdiğini göstermiştir. Gene müellifin, İhtiyarlar Risalesi’nden yıllar evvel, Eski Said’den Yeni Said’e geçiş yaparken telif ettiği “Lemaat” isimli eserine atıf yaparsak; orada söylediği; “Lâkin saadet odur: Külle ola saadet” cümlesini, yıllar sonra, İhtiyarlar Risalesi’yle; “İşte saadet budur, İslam’ın getirdiği saadet böyle bir şeydir” diye delil¬len¬dir¬diğini söyleyebiliriz, bu yanlış olmaz. O zaman modern medeniyetinin sistemine kısa meydan okumalarla ifade ettiklerini, sonradan böyle mütevazı eserler eşliğinde kemaline erdirmiştir. “Siz böylesiniz” demektense; “Bakın biz de böyleyiz” demeye başlamıştır. Yani geri adım atmak yoktur, aksine; küfrün kalbine indirilen çok sert darbeler vardır. Bir putu devirmek vardır. Ve inanın, bundan ehl-i küfür çok rahatsız olmuştur.
Hatta öyle ki; kendisi, Emirdağ Lahikası’nın hemen başlarında, bir şekilde İhtiyarlar Risalesi eline ulaşan bir münafığın ona verdiği rahatsızlıkları anlatır. Nasıl muhabereden men edildiğini, mektuplarında, “Nedeni İhtiyarlar Risalesi’dir” diyerek izah eder. Eğer bazılarının iddia ettiği gibi, bu eserler, iddiasız, basit ve zulmün sistemine zarar vermeyen “yalnız ölüme yaklaşmış ihtiyarlar” için yazılmış olsa idi, kurulu düzenin savunucularına böylesine bir rahatsızlık verebilir miydi? Sırf bu soru eşliğinde düşünülse bile İhtiyarlar Risalesi’nin görüldüğü, sanıldığı kadar “sade” bir eser olmadığı anlaşılır. İçindeki bu tarz cevherler ise, inşallah, bizim de okumayı ümit beklediğimiz genç kalemlerle inkişaf edecektir. Bir mütefekkirin çok veciz bir şekilde ifade ettiği gibi: “İhtiyarlar Risalesi, gençler için yazılmıştır.” Amenna! Biz de o gençleri bekliyoruz.