Dağyenice’de ay göğe yükselirken, yüreklere yıldız aydınlığı doğuyordu. İttihat-ı İslam’ın zahir ve batın dili dillendirildi sadırlarda, lafızlarda o aydınlıkta…
Dilsiz dilin kelamı, harfsiz yazının ne denli güçlü bir lisan ve risale olduğu görüldü o gecede. Ay nasıl konuşuyorsa, yıldızlar nasıl konuşuyorsa farklı ırktan, farklı renkten, farklı dilden insanlar aynı dili konuşuyordu o günde.
Belki de kaybettiğimiz buydu, ümmiliğimizi yitirmiştik nicedir. Zihnimiz talan edilmiş, kalbimiz harap edilmişti zamanın haramilerince. Talanda tufanda ne kardeşlik kaldı, ne muhabbet, ne de uhuvvet. Gönül coğrafyamız, zihin haritamız ortada; Suriye’yi mi sayalım, Irak’ı mı hatırlatalım, taşeron örgütleri mi söyleyelim? Girdiğimiz terör girdabını mı gösterelim? Her şey açık ve aşikâr; bir o kadar da gece gibi karanlık ve bilinmez.
Naci Atış ağabeyin anlattığı hacı hatırası yitik adresi hatırlattı. Dağyenice’den biri hacca gider, dönüşte köylüleri sorar; anlat bakalım kimlerle tanıştın konuştun, intibaların nedir? Ne İngilizce bilir hacı, ne de Arapça. Suskunlaşır.
Sonra ümmi lisanla konuşmaya başlar; Ezanı aynı bizim gibi Türkçe okuyorlar; Allahu Ekber, Allahu Ekber.
Rükûları sücutları aynı. Fatiha okuyuşları Türkçe… Selam vermeleri bizim gibi… Bu minval üzere sıralar gider. Hepsi ile iyi anlaştık der.
Kalp tek, zihin tek, hisler tek olunca tek dille anlaşmak kolay oluyor böyle. O dil yoksa aynı lafzı konuşmak anlaşmak için yetmiyor.
Bursa Kültür Vakfı Dağyenice Sosyal Tesislerindeki programda aynı dili kullanıyor Naci Ağabey; gönül diliyle anlaşıyor Genç Akademisyenler ve Hocaları ile.
Genç Akademisyenlerin kapanış oturumunda Arapça Türkçe tercüme ile Akademisyenler düşüncelerini hissiyatlarını dillendirdiler. Bu dil de lazım; bu iki dilin birleşmesi ile İttihat-ı İslam gerçekleşecek inşallah.
Zahire bakılırsa olumsuz günler geçiriyoruz.
Sudan’dan Suriye’ye, Fas’tan Suudi Arabistan’a, Irak’tan Cezayir’e genç akademisyenlerin intibahları bizde bıraktıkları sürur; batın inşirah dolu, akış umumi bahara doğru.
Ay ve yıldızlar aynı dili söylüyorlardı o akşam; Öyle değil mi Mehmet Fırınca Ağabey, öyle değil mi Ali Çakmak ağabey. Ömrünüze bereket, ümmetin ömrüne bereket…