Yusuf Kaplan, Yeni şafak gazetesinin müdavim kalemlerinden. Şiire, estetiğe ve politikaya açık bir dimağ. Üslup; mahir, akıcı ve munis. En seviyeli ve sevimli üslup saiplerinden. Üstat Meriç’ten nasibini almış gibi. Fakat “Keşf-i kadim” yazarı kadar değil. Öyle ya Meriç’in hem kendisi hem de okuyucusu daima sırıtır ve sıyrılır. Çünkü her ikisi de şahikaya yani denenmeyene taliptir. Turan Alkan, bir parça önde olmakla birlikte üsluptaki kıvam bakımından ikisi at başı gidiyor gibi. Ancak esaslı bir fark var: Kaplan, Alkan’a nispetle daha öfkeli, daha iniltili, daha dürüst, daha sancılı çünkü dava ve ideal farklı.
Yazarımızın biricik derdi: İnkıraza yüz tutmuş muhteşem bir medeniyete tutulan ağıt. Yani mazi hasreti ve özlemi. Kelimeler, derin bir gönülden fışkırır gibi sıcak ve etkileyici. Kapsamlı bir medeniyet hamlesi, şiiriyle, estetiğiyle, irfanıyla, diyalektiğiyle unutulmaya terk edilen bir maziye duyulan özlem. Ancak sadece tahassürlü bir özlem bu. Yeniyi inşa etmeye gelince derin bir sessizlik, suskunluk, küskünlük ya da kaçamak şeklindeki yuvarlak cümleler. Onun gözünde mesele inşa değil, sadece ifşa. İfşa eden yüzlerce, ancak inşaya yanaşan bir elin parmakları kadar az. O da tıpkı bazı selefleri gibi hazince öten bir bülbül. Ama ötüşü farklı ve sıradışı.
Ney, maziyi çağrıştıran en büyük ve en büyüleyici sembol. Ayşe Şasa’nın editörlüğünü yaptığı “Dinle Neyden” filmi mazinin hale karşı isyanı, feryadı ve dahi çığlığı. Ancak aydınlarımızın çoğu bu acıklı sayhadan habersiz daha doğrusu ona ilgisiz. Kaplan’a göre bu ilgisizliğin tek sebebi aydınlarımızın gafleti daha doğrusu ihaneti. Orhan Pamuk, Yaşar Kemal, Atilla İlhan, Elif Şafak, Mehmet Uzun… bu alinasyona tutulmuş kafileden sadece birkaçı. Yani köksüz, mazisiz ve şeceresiz. Amenna. Ancak şöyle bir itiraz yükseliyor içimizden: Bu “alinasyon” hastalığına tutulmuş kafile kimin çocukları? bu bir. İkincisi bizim diye itinalı bir parantezle ayırdığımız cenahta bu simalara karşı meydan okuyacak, onlarla yarışabilecek tek bir kalem var mı acaba? Sakın Hekimoğlu, Bahadıroğlu, Şenlikoğlu var demeyin, tabiî ki en cahil edebiyat nasipsizlerini bile güldürmeye niyetiniz yoksa. Hamaset, güzel ama tek başına yetmez; sadece geciktirir ve geçiştirir.
Öteki Kaplan’a (Mustafa) gelince; Vakit gazetesinin bir zamanlar hatırı sayılı eski vaizlerinden. “Tahşiye davası”nın ilk kurbanlarından. Gündeme aldığı meseleler metruk ve arkaik. Mehdi, mesih, ebced, cifir ve daha nice spekülatif konu… Dayanağı ve referansı Gümüşhanevi ve Bediüzzaman.
İkbal ne güzel demiş: “Ey biçare! Mehdi’yi beklemeyi bırak, içindeki mehdiyi çıkar.” Entelektüel maya, Yusuf’a nispetle dar ve kıvamsız. Musiki, şiir, estetik ve edebiyat yani tek kelimeyle sanat üstadın yabancısı olduğu ucubeler. Biricik gündem gaybe dair haberler, yani tehlikeli ve yasak bölgeler. Üslup, mat ve heyecansız, zaten üstada göre en gereksiz şey üslup takıntısı. Lafız yüzey ve kabuktan ibaret, önemli olan manadır. Her şeye rağmen gündemine aldığı konular tahrik edici ve merak uyandırıcı; bundan dolayı üstat, sevimli, günahsız ve cana yakın.