Yazımızın başlığı “İki Sema İki Nur – Hayat ve Şuur’ iken, yazımıza konuya giriş ve hazırlık niteliğinde olan “bilgi ve bilginin kaynağı” kavramları ile başlıyoruz. Bu tespit ve kabullerden sonra inşAllah, önümüzdeki hafta “Hayat nedir?” konusunu ele alacağız.
Hayat ve Şuur, hem perde hem de nur’dur. Hayat perdesinde (semasında), madde algılanıyor; Şuur perdesinde (semasında), hayat algılanıyor. Madde ve hayat dairelerinden gelen manaların/bilgilerin zuhura çıktığı, göründüğü iki sema, iki alan…
Hayat ve Şuur aynı zamanda nur’dur. Nur’un bir tanımı, gizliyi açığa çıkarması, görünür kılmasıdır. Örneğin, 6 + ? = 8 ifadesinde 2’yi göz görmez, akıl görür. Çünkü akıl bir nurdur ve gözün görmediğini açığa çıkarmış, fark edilir kılmıştır. Yoksa gerçekte orada 2’nin vücudu zahir değildir, gaybîdir.
"Hayat, vücudun nurudur; şuur, hayatın ziyâsıdır. " (Sözler, 29.Söz)
İşte maddenin mahiyeti, aslında gizli (gaybi) iken, hayat nuruyla bilinir olmuş; hayatın mahiyeti gizli (gaybi) iken şuur nuruyla bilinir olmuştur. Yani her iki gaybî alandan (madde ve hayat) gelen mahiyetler, bilgi şeklinde nazarımıza, şuhudumuza çıkmakta ve bilinir olmaktadır. Sonrasında biz de kelime-i tevhide limmî ve innî tarzdaki iki şuhudî bürhanla icabet ediyoruz.
Madde ve hayat dairelerinden şuura gelen “bilgi”, esma-yı İlahiyye’den gelmektedir. Kaynağı, esma-yı İlahiyye’dir.
Yakin nedir? Beyan nedir?
Âlemde her şey bir bilgidir ve eşya tarafından şuur sahiplerinin maneviyatına –aklına, kalbine, ruhuna, sırrına, hafiye, ahfaya bir enformasyon (bilgi akışı) söz konusudur.
Örneğin, sinemaya gidildiğinde görülür ki aslında bilgi bir ışık kümesinde gizlidir. O ışık kümesi ancak bir beyaz perdeye düştüğünde bizim için görülür, algılanır bir hal alır.
Rabbimizin sonsuz ilmi, tüm varlık âlemlerini doldurmuştur. Aslında tüm zişuur mahlûkat ve tabî ki biz, bu sonsuz bilgi denizi içindeyiz. Hayalî’nin dediği gibi “Ol mahiler ki derya içredürler, deryayı bilmezler”.
“vesia kursiyyuhus semâvâti vel ard (arda)”
“O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır.” (Bakara, 255).
Bu sonsuz kümeden bilgiyi limitli istidadımızla çekip almak imkânsızdır. Ancak Rabbimizin izni ile bizim şuhudumuza açılmış bir alandan (âlem-i şehadetten) bize yansıyan bilgi, bir nevi sinema perdeleri hükmünde olan akıl perdesinde, kalb perdesinde, ruh perdesinde, sır perdesinde ve ahfa perdesinde ayrı ayrı görünür, bilinir hatta daha da ötesi hissedilir hale gelir.
Bilgi her bir perdede ayrı ayrı görünme ile -taayyün ile- insana beyan olur. Ulaşılan, idrak edilen bu bilgiye ise yakîn denilir.
“Allemehul beyân(beyâne). Rahman/4
Ona, beyanı (idrak edip ifade etmeyi) O öğretti.”
Perdeler (Semalar) ve Esma-yı İlahiyye
İnsan idraki, sonsuz çeşitliliğin olduğu bir bilgi kümesinden bilgiyi kavrayamaz, yani yakîni söz konusu olamaz. Her mahlûkun her ihtiyacına Mucib ismiyle cevap veren Rabbimiz, çok kıymetli ve nazdar bir mahlûku olan insana burada da icabet ile o sonsuz bilgiyi/ilmi, her bir perdeye uygun bir özelleştirme (teşahhus) ile kategorik hale getirir ta bir perdede bir kısmı, diğer perdelerde diğerleri ayrı ayrı görünsünler (taayyün etsinler) ve insan her mertebede bu bilgiye ulaşsın.
Bilgi, bir perdede (akıl perdesinde) eserler ve işleyişler suretinde idrak edilsin. Bir perdede (kalb perdesinde) esma-yı İlahiye ile, bir diğer perdede (ruh perdesinde) sıfat-ı İlahiye ile, diğer perdelerde şuunat-ı İlahiye ile…
Ya da bir başka ifadeyle bir semada (akıl semasında) eserler ve işleyişler, bir diğer semada (kalb semasında) esma-yı İlahiye, bir diğer semada (ruh semasında) sıfat-ı İlahiye ve diğer semalarda şuunat-ı İlahiye formunda görünsün, idrak edilsin.
Bu yönüyle insan, kâinat gibi… Cismaniyeti var ve kâinatın manevi semavat tabakalarına benzer maneviyatı var.
Sırlara vakıf ol ki yan, aşk-ı hakîkide,
İlm ile seyret ki âlem, âlem-i vahdette.
Yok artık kesret, yok artık masiva,
İlahî! yalnız bir Sen, yalnız bir Senden başka.
Hakîkati idrake kabil değil yalnız latife,
İntizar eyle ki nur ile tecellî eylesin kalbe.
Alem ü Cihana sığmaz o mana-yı Hakîkat?
İlahî! cirm ü fani şu kalbe mi nüzul ile Rahmet? (s.kurt-2016)
Esma-yı İlahiye açısından bakıldığında, görülür ki sonsuz İlim denizinden insanın bu âlemde bilmesine açık İlahi isimler (ünvanlar) olan 99 esma-yı hüsna insan idrakine ayrı ayrı kategorilerle açılmıştır. Rahman, Rahîm, Kadîr, Hafîz, Latîf vs…
Esma-yı İlahiyyeden her bir ismin kâinatın her bir semasında ayrı bir görünmesi (tecellisi) ve nurlandırması (tenevvürü) olduğu gibi; insan maneviyatının her bir semasında da ayrı ayrı görünmesi ve nurlandırması vardır.
İnsan sonsuz esma ta’limine (öğrenmesine) âlem-i Cennette sonsuz kümeyle devam eyleyecektir. Çünkü şu kısa ömür ve dünya buna mukabil değil.
İşte Rabbimiz murad eder ki, iman ile maneviyatında bir kıvılcım çak! Sadece nurlu bir kıvılcım! Esmadan talim ile iman nurunu daimî kıl, takva emirlerine uy ve maneviyatını koru, onunla ebediyete geç, talimine sonsuz devam et! Yoksa o münevver maneviyat olmadan ebediyet âlemine zulüm karanlıkları ile gelsen, ebedi karanlıklarda kalırsın!
Esma-yı İlahiye Kemalatın (Gelişmenin) Kaynağıdır
Bütün fenler, ilimler ve her türlü gelişmenin, kemalatın kaynağı esma-yı İlahiyedir.
İnsandaki bilgi, Rabbimizin ilahi ilmî ünvanlarının (esmasının) tabiattaki yansımalarından edinilmiştir. Ancak materyalist bilim, yanlış okuma ve anlamlandırma ile o bilgiyi tesadüfe ya da insan aklına vermektedir.
Örneğin, Mimar Sinan’ın mimarlık ünvanı, eserlerinde görülüyor. Eserleri incelendiğinde mimarlık ilmi kapsamında olan bütün bilgilere nasıl ulaşılıyor ise aynı halde Rabbimizin İlahi ilmi ünvanları da (İlahi isimler - esma), kâinattaki eşyada ve işleyişlerde görülüyor. Çünkü, eşya ve işleyişlerin alt planında o ünvanlar vardır. Ünvanlardan yansıyan ahkam (kanunlar, kurallar) ile eşya, görünen biçim, şekil ve işleyişler formundadır. Eşyanın gözlemlenmesiyle elde edilen bu bilgiler, İlahi ilmin bilgi okyanuslarından, yani esma’dan gelmektedir.
İnsan sonraki süreçte bunları matematik, fizik, biyoloji vs. şeklinde kendi algısına uygun kategorize etmiş ve böyle isimlendirmiştir.
Materyalist bilim eşyadan gelen bilgiyi ve bilginin var oluşunu insan aklının üretmesi şeklinde açıklamakla, bilgiyi oraya kodlayanı görmezden gelir.
Durum, bir çocuğun puzzle’ın parçaları ile resim oluşturmasına benzer. Puzzle’ın her parçası önceden var olan bir bilgidir. Onların birbirleriyle ilişki biçimlerini idrak edip anlamak, bilgiye sahibiyet hakkını vermez. Puzzle’ın parçalarındaki ve bütünündeki bilgi, mantık, kurallar (ahkam) önceden kodlanmıştır. İnsan ise sadece ondaki bilgiye ulaşmıştır ve açığa çıkarmıştır, hepsi bu kadar!
Hiçbir bilim insanı, “işte bu bilgi de bendendir”, diyemez! Benden dediği şey, puzzle’ın parçalarında olduğu gibi bir izafedir, ilişkilendirme ile açığa çıkarabildiği kısmî bilgidir.
Matematikten, fiziğe, biyolojiye psikolojiye, sosyolojiye böyledir.
Şimdi birileri çıkıyor. Bir masaya zar atıyor veya suyun yüzeyine sayılar atıyor. “Bakın tesadüfen şu sayılar yan yana geldi. Evrende büyük olasılıklar olduğuna göre anlamlı sayılar oluşabileceği gibi bu kâinat ta tesadüfen oluşmuştur”, diyor.
Acaba atılan zar, bir bilgi değil midir? Zarın küp şekli, üzerindeki sayılar önceden kodlanmamış mı? Üzerine attığın masa ve su da bir bilgi alanı değil midir? Hem attığın zar, hem de ortam kodlanmış bilgidir. Sen zarı attığında onların ahkâmına, kanunlarına, kurallarına göre vaziyet alıyorlar. Ortaya çıkan bilgi, “tabiatta tesadüfen bilgi üretiliyor” tezinden ziyade, “önceden kodlanmışlarla, bilgi ortaya çıkıyor” tezini destekliyor.
Bir diğer husus ise bilginin sabit olmayışı, şehadet âleminin alanı her mevsim hatta her an siliniyor, aynı bilgiler farklı zeminlerde tekrar görülüyor! Sürekli yok olan ve tekrar aynı şekilde var olan bilgi, bilginin yeniden kodlanması (refresh), acaba kaynağındaki vahdet manasını, tekliği göstermiyor mu?
Bilgi insan üretimidir, iddiasında bulunabilmen için, şu bilgi alanının, düzleminin dışına çıkman lazımdır. Hatta sen de bir bilgisin. Elin, kolun, gözün, duyguların, aklın her biri bilgidir. Tek bir çıkış yolun var! Bilgi alanının dışına çıkmak. Orası ise ademdir. Yani hiçlik!