Kim, her dem mutlu olmak ister ki?
Her dem kahkaha, her dem pür neşe, hangi kalbe fazla gelmez. Hangi kalbi kasvete boğup ağır gelmez hüzünsüz neşe, şen kahkaha.
Her dem gündüz, hem ruhumuza hem bedenimize ağır gelir..
Vakti gelir, göz kapaklarımız ağır ağır kapanır; ruhumuz karanlığın sükûnetine teslim olup başka âlemlere misafireten gitmek ister; yorgun bedenimiz gecenin kollarında dinginliğe erer.. Kim geceye manasızdır diyebilir? Kim uykunun tadını inkâr edebilir?
Kimin kalbi aşkla kavrulurken bir damla suya hayır der? O su ki vuslattır. Yatışmayan ya da sönmeyen bir aşka hangi bünye her daim dayanabilir?
Öte yandan, her dem gece de, bir kefesinde ruh bir kefesinde beden olan bu teraziye ağır gelir.
Her dem keder de kalbi tarumar eder.
Sürekli konuşanlar kadar sürekli susanlar da bize sıkıcı gelir. Kalbimiz de dilimiz de bir susar, bir konuşur. Bazen çok konuşur, bazen az. Bazen kısa aralıklarla susar. Bazen de o suskunluk uzar..
Bir dem gelir kalbimiz kilitlenir. Dilimiz lal olur. Tüm sözler toprağın altında gömülü gibidir. Bir dem olur, dudakların asma kilidi kendiliğinden çözülür, dilden inci taneleri dökülür. Her bir söz bir kalbin teselligâhına dönüşür.
Bir dem gelir kara bulutlar kaplar gönlümüzün semasını. Şimşekler çakar. Göğü gürler kalbimizin. Sonra bulutlardan sağanak halinde sevinç yağar.
Yeknesak bir hayat, ruhumuza göre değildir; gönlümüz iki uçludur, hayatımız da.
Doğumla ölüm. Vuslatla ayrılık. Boşlukla huzur. Gitmekle gelmek. Sıcakla soğuk. Açlıkla tokluk.. Bollukla kıtlık.
Ya da;
Kalple nefis.
Şeytanla melek.
Musa'yla Firavun.
Gönlümüzün tahterevallisi uçlar arasında salınır durur.
Arada ortalarda bir yerlerde de durur elbette tahterevalli.
Biz kâinatın en acayip varlığız. Biz bir mucizeyiz. İki uçlu bir mucize. Gönlü iki uçlu başka hangi varlık vardır bizden gayrı?
Akıl ve fikir meydanımız o kadar geniştir ki, ihata etmekte zorlanırız. Ve bazen de o kadar dardır ki, bir noktada hapsoluruz. Bir katrede yüzeriz. Bir zerrenin içine dalıp gideriz. Sonra bir dem gelir; âlemi bir karpuz gibi elimize alırız. Kâinat misafirliğe gelir akıl odamıza.
Bir sabah bir kahvaltıya davetliydim. Laf lafı açarken, "hep mutluluğun her dem mutluluğun" hem bir efsane olduğunu hem de; belirtilerinden birinin "sürekli neşe içinde olma" olan iki uçlu duygulanım bozukluğunun mani safhasından bahis açmıştım ki, sevgili Emine Eroğlu "Miskin Yunus"un "Hak bir gönül verdi bana" şiirini okudu masadakilere:
"Hak bir gönül verdi bana, ha demeden hayran olur/ Bir dem gelir şâdân olur, bir dem gelir giryan olur/ Bir dem sanırsın kış gibi, Zemahşer-î olmuş gibi/ Bir dem bişâretten doğar, hoş bağ ile bostan olur..."
Şiir bittiğinde hepimizin, bilhassa uğraşısı insan olan biz psikiyatristlerin hikmet ehlinden öğrenecek çok şeyi olduğuna bir kere daha kanaat getirdim.
Yıllarca kulağımızda yankılanan bu şiir insan gönlünün mühim bir özetini nasıl da güzel sunuyordu.
Zaman