Risale Akademi’de geçen hafta başlayan Barla Lahikası Müzakerelerinin ikincisi tertiplendi. 63.mektuba kadarki mektublar üzerinde müzakere edildi. Hava sayfasına yazılan çok meselelerden bazı müteferrik meseleler bunlardır :
- Barla Lahikasının başında Yirmisekizinci Mektub’un Yedinci Mes’elesinin yer almasının bir sebebi de budur ki; anlaşılsın ki Üstad kimdir, vazifesi nedir ve Risale-i Nur nedir. Şahsına hiçbir övgü istemeyen ve hoşlanmayan hatta tenfir eden Bediüzzaman Risale-i Nur’un Kur’an namına her türlü övgüyü haketiğini ifade ve izah ve isbat etmiştir.
- Bediüzzaman Hazretleri yazılan Risaleleri talebelere gönderiyor ve onlardan geri dönüş istiyor. İnsanlar okuduklarında onlarda ne gibi bir tesire neden olduğunu öğrenmek istiyor. Yazılan sözler hak mı değil m diye değil, yalnız halkların tarz ı telakkisi nasıldır diye sual ediyor. Ve talebeler de kendilerine tevdi edilen bu vazifeyi bihakkın yerine getirip, okudukları ve okuttukları zevat üzerinde Risalelerin ne gibi tesiri olduğunu Üstada bildirmişler. Mesela bunlardan bir numune: Büyük bir alim olan Sabri Efendi diyor: “On Altıncı Mektubu Atabey'e giderken götürdüm. Ekseri noktalar bir kısım ihvânı ağlattı. Ve amcazâdem Zühdü Efendi, On Altıyı okuyunca, "Şimdiye kadar bilmediğim ve görmediğim nuranî ve pek kesretli sürur-u mânevîyi ihtiva eden bir pencere bugün kalbimde açıldı. Şu pencereden hâsıl olan netâyici yazmak iktidarımın fevkinde ise de, avn-i İlâhîye dayanarak bir arîzayla arz etmek ehass-ı emelimdir. Nihayetsiz selâm ve hürmetlerimi tebliğe tavassutunuzu rica ederim" dediler.”[1]
Bir başka misal: Risale-i Nur’un birinci talebesi olan Hulusi Bey diyor: “Doktordan Mirâcı nasıl bulduğunu sordum. Doktor Kemal der: "Eserin pek büyük kıymetini takdir etmek için İslâm olmaya bile lüzum yok, insan olmak kâfi" cevabını verdi.”[2]
Barla Lahikası mektublarında bu gibi misaller çoktur. Okudukları cemaatte veya kendisine okumak için risale verdiklerinde ne gibi tesirleri olduğunu Üstada bildirmişlerdir. Elbete kendi hissiyatlarını ve Nurları okumak ile ne gibi bir hale girdiklerini ve nasıl bir feyiz deryasına dalıp nurlu alemlerde seyahat ettiklerini, kalblerine ne gibi pencereler açıldığını da Üstadlarına yazmışladır. Cenab-ı Hak bize de onların okuduğu tarz ile Risaleleri okumayı nasib etsin amin.
- Risale-i Nur’da üç mühim mesela vardır: iman, hayat ve seriat. Barla Lahikasında iman hakikatleri ve onların neşri ve anlaşılması ve onların anlaşılmasından hasıl olan harikulade haller yer almış iken Kastamonu Lahikası içtimai hayatı düzenlemek ile hayat dairesini tanzim eder, Emirdağ Lahikası ise daha geniş bir dairede ve siyaset karşısında da ne gibi bir duruş sergilenmesi gereğini de ortaya koymak ile şeriat dairesinin hükümlerini ortaya koymuştur. Artık şeriat ile idare edilen bir devlet yoktur ve Müslümanlar bu devletin idaresi altında nasıl bir duruş sergilemeleri gerekir sualinin cevabı verilmiştir.
- Bizim zihnen Barla dönemini yaşamamız ve bu zatların tarz-ı telakkilerini anlamaya çalışmamız gerekir ki Risaleleri anlayabilelim ve hakiki tesanüde muvaffak olalım.
- Bediüzzaman Sabri Efendi’yi (Efendi bir saygınlık ifadesidir) “büyük bir alim” olarak tavsif etmiştir. Ondaki ilme bakın ki o ilim ile demiş: “Yalnız şu noktayı hissettim ki:
O vekâyide siz cismen değilse de, fakat ruhen, Server-i Kâinat Efendimiz Hazretleriyle beraber idiniz tasavvur ediyorum. Zira o vekayi-i mezkûrenin künyesiyle, mevkiiyle, an'anesiyle kat'iyen müşahede ve ol vecihle nakil ve tahrir buyurduğunuza kani ve kailim.”[3] Bahsettiği vakıalar Mucizat-ı Ahmediye Risalesinde anlatılan vakıalardır. - Hulusi Ağabey mektubunda Nur Talebelerini Ashab-ı Kehf’e benzetiyor. Bu konu üzerinde çalışılabilecek derinliktedir.
- Bu mübarek zatlar her mazhar oldukları hayırlı işin inayet-i İlahi, muavenet-i Peygamberî ile olduğunu sık sık ifade ediyorlar. Bu zamanın “ben yaptım, ben başardım” gibi kelimeler kalemlerinden dökülmemiş.
- Üstad kendisinden “biçare ve günahkar” olarak bahsetmek ile şahsına değil vazifesine, yaptığı işe dikkatleri çekmek istemiştir.
- İnsanın imanı ne kadar parlar ise Hürriyeti de o kadar parlar. Hulusi Ağabey diyor: “Esasen siyaset anlamadığım bir iş; şunun bunun âmâline hizmet, menfurum. Zilletle yaşamak, tahammül edemediğim hallerdir. Felillâhilhamd, Allah'ımız bir, Peygamberimiz bir, kitabımız bir, dînimiz bir, ilâ âhir. Bu bir birler, bize yekdiğerimizi Allah için sevmek kaydını sağlamlaştırmakla beraber, ruhî, kalbî, ebedî, lâyemût bir birlik temin etmektedir. Hamd ve şükürler olsun, mü'miniz.”[4]
- Bediüzzaman’ın âli tavsiyesini, evvelden tarikate bağlı olan Hulusi Ağabey böyle ifade ediyor: “Beş vakit namazını tâdil-i erkânla kıl. Yani, başka ibadete gücün yetmez. Namazın nihayetindeki tesbihleri yap. Yani, başka zikri yapamadım diye teessüf etme. Yedi kebâiri terk et. Çünkü sagairi arayacak zamanda değiliz. İttibâ-ı sünnet et. Zira bu zamanda arkasında gidilecek ve harekâtı taklide değer, saf, hâlis ve muhlis bir hâdi—ki, o da seni yine bu yola götürecektir—maalesef bulamayacaksın. Belki bu yola çıkaracaklar vardır; fakat kömürle elması kim fark edecek? Öyleyse, sen çalış, ondan daha iyi kılavuz bulamazsın.”[5]
- Hulusi Ağabey yine 48.mektubda buyuruyor: “Yine idrak ediyoruz ki, burada vazifeleri nihayet bulanlar için, ebedî mev'ûd bir hayat başlıyor. Biz de bu yolun yolcusu, bu hanın misafiri, bu fabrikanın muvakkat bir amelesi olduğumuz için, er geç o kafileye iltihak edeceğiz. Kısa, müz'iç, dağdağalı, elemli, hüzünlü, firaklı ve ancak o sermedî hayatın mezraası olan bu fanî ve kararsız âlemde başlayan garazsız, ivazsız, pürüzsüz ve kimsenin arzusuna tâbi olmadan, sırf hasbî ve ciddî, hâlis ve muhlis arkadaşlığımızın meyvesini ve her türlü saadeti câmi hayatta idrak edeceğiz.” Vaadedilen ebedi hayatta ebedi saadete kavuşacağız çünkü burada hiçbir garaz karışmaksızın Allah rizası için, kimsenin arzusuna tabi olmadan bir araya gelmişiz diyor. Cenab-ı Hakk bizlere de böyle sırf Allah rizası için garazsız, ciddi, halis, muhlis kardeşliği nasib etsin inşallah.
- Madem ki biz bu fani dünya için dostluk yapmıyoruz öyle ise uhuvvetimizi sağlamlaştırmak ve dünyevi menfaatler üzerinden irtibatlanmamak iktiza eder. Her birimiz Allah’ın rızasını gözeterek Peygambere bağlanmalıyız ki hakiki kardeşliğe çalışmış olalım.
- Risale-i Nur, semavi bir sefinenin mahsulüdür.
- Küçük Hafız Zühtü, otuzüçüncü sözün kendisine hissettirdiklerini böyle ifade etmiştir: “Otuz Üçüncü Mektubun otuz üç penceresinden ayrı ayrı lemeân eden nuranî ziyalar kalb-i âcizâneme feyyaz nurlarıyla gül-âblar serpti. Daha birçok Nur Risalelerinin füyuzâtından hisseyâb olmasını bârigâh-ı Ehadiyyetten tazarru ederim efendim.”[6]
- Risale-i Nur’un anlaşılması için bir kez okunması kafi değildir, tekrar tekrar dikkatle mütalaa ederek okumak gerekir. Saff-ı evvel talebelerin ekseri çok defalar aynı risaleyi yaza yaza çoğaltmış ve böylece onu nerede ise ezber etmişlerdir.
- Zekai Ağabey, 4 ve 9 ve 21 numaralı sözleri “refik-i hayat” olarak tavsif ediyor.
- Doktor Yusuf Kemal, Risalelerden aldığı dersleri; dinî ve insanî ve vicdanî ve iktisadî ve ilmî dersler olarak tavsif etmiştir.
- Hulusi Ağabey; Üstad ve Risaleler ile olan şiddetli alakasını böyle tarif etmiştir: “Tâ küçük yaştan beri lûtf-u Hakla Kur'ân'ın hakikatine merak etmiş ve taharrî-i hakikat yolunda bulunmuş. Nihayet aradığımı Eğirdir'de Üstad-ı Muhteremimin neşre vasıta olduğu Sözler ünvanlı nurlarda bulmuşumdur. Bu buluş, beni evvelemirde çirkâbdan selâmete, felâketten saâdete, zulmetten nura çıkardığı için, Nurlara ve Hazret-i Kur'ân'a ve bu nurların izn-i Hakla nâşiri, mübelliği, vâizi, dellâlı olan Üstadıma o andan itibaren ruhumda lâyetezelzel bir muhabbet ve bir alâka ve bir merbutiyyet hasıl olmuştur. Yüz bin kere hamd ve şükürler olsun. Nurlarla alâkadar olduğum zamanlarda, dünyevî bütün lezzetlerin fevkinde büyük bir zevk ve havâssımda azîm bir şevk hissediyorum.”[7]
- Üstadın; “ümmi fakat alamelerin işini gören ve esrar-ı Kur’aniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebeb olan, ahiret kardeşim” diyerek taltif ettiği Âdilcevazlı Bekir Ağa, sözler hakkındaki hislerini bu fevkalade mektub ile Üstadına arz etmiştir:
“Fazîlet-meâb Üstadım Hazretleri,
Efendim, evvelâ arz-ı tâzim ve hürmetle mübarek ellerinizi öperek, her an ve zaman lisanıma yakıştığı kadar dua eder ve duanızı rica ediyorum.
Efendim, malûmunuz, fakir talebeniz ve kardeşiniz cahil olduğum halde, güneş-misâli olan risale-i bergüzîdelerinizden umum Nur Risalelerinizi okutup dinledim. Güneşin nuruna sed çekilemediği gibi ve sed çekilmek ihtimali olmadığı gibi, risalelerinize de sed çekilemez. Onları istimâda ruh ve kalbimi tetkik ettim; tetkikatımda ne gibi hissetmiş ve anlamış olduğumu aradım. Baktım ki, ruh ve kalbimde bir feyezan ve coşkunluk var ki, beni bilâihtiyar bir vazifeye sevk etmek için hemen "Haydi, haydi" diye tazyikata başladı. Ben de ruhumda olan bu vâkıayı takip ederken, o Nurların irae ettiği miftahları gördüm ve gösterildi. Anladım ki, bu anahtarlarla icap eden kapıları açıp, o Nurlara ehil olan kardeşlerimi—min gayri haddin—arayıp bulmak vaziyeti adeta bana emrolunup, o Nurlardan güneş gibi nur saçılması hususunda ben de bu hali kendime vazife addettim.
O Nurlardan almış olduğum anahtarları teslimle, hâin-i din olan mülhidlerin elleri kımıldanmayacak derecede kırılması için, hamden lillâh, bu kardeşlerimi arayıp buldum. Emânetullah ve emânât-ı Peygamberînin (a.s.m.) gayet parlak, yakut ve zümrütten kıymettar olan hazinelerini o zâtların ellerine teslim ettim. Elhamdü lillâh, Cenâb-ı Hak muvaffak etti. O mübarek eserlerinizi mütalâa eden eşhas, insan iseler ve insaniyetle alâkaları varsa iman eder. İnanmadıkları takdirde, ya insaniyetten istifa etmeli veyahut "İnsan değiliz" demeli. Bu eserler başlı başına, ayrı ayrı birer fâtihtir. İnşaallah, her cihetle feth ederek fâtih olacaktır. Cenâb-ı Mevlâ âhirette cümlemizi sevabına nâil eyleyip şefaatine mazhar buyursun. Âmin.
Tekrar mübarek ellerinizi bûs ile duanızı istirham eylerim, efendim hazretleri.”[8]
Evet, bugünün okumuşları olarak bu mektubu ne özetlemek ne de içindeki bir tek cümlenin nazirini yazmak elimizde değildir. Bir başka edeb, bir başka tarz, bir başka nazar…
- Barla Lahikasında Risaleleri ilk okuduklarında hissettikleri feyizler, kalblerinin gülsuyu ile yıkandığını hissetmeleri, nur deryasına dalmaları, başkalarına ulaştırmak konusundaki fevkalade gayretleri ve bunu her şeyden öncelikli bilmeleri gibi çok hadisat gösteriyor ki Risalelerde fevkalade bir tesir, fevkalade bir nur, fevkalade bir dönüştürme gücü (tabi onların ifadelerinin altına yakışmayacak kadar yavan bir ifade oldu) var.
[1] Barla Lahikası erisale25.mektub, Envar Neşriyat s.40
[2] A.g.e., erisale 6.mektub Envar neşriyat s.30
[3] A.g.e. , erisale 25.mektub, Envar N. S.40
[4] A.g.e. ,erisale 48.mektub, Envar N. S. 48
[5] A.g.e. ,erisale 48.mektub, Envar N. S. 49
[6] A.g.e. ,erisale 46.mektub, Envar N. S. 48
[7] A.g.e. ,erisale 63.mektub, Envar N. S. 59
[8] A.g.e. ,erisale 54.mektub, Envar N. S. 54-55