İkinci hakikat

Himmet UÇ

Onuncu Söz haşrin isbatına herşeyi esmanın yansımalarına göre gören ve yorumlayan bir büyük dehanın izlenimleri, gözlemleri, müşahadeleri hepsinden önemlisi dramatik bahis inşa etmedeki büyük sanatçı kudretini gösterir.

İkinci hakikatte, kerem ve rahmet; izzet ve gayret kelimelerinin gözlemlerle göz önüne serilmesi görülür.

Bediüzzaman perde arkasında tezadı nazara vererek öldükten sonra dirilme hakikati ile kerem arasında bağlantı kurar.

Önce Keremi seyirlerle anlatır.

“Mesela bahar mevsiminde Cennet hurileri tarzında  bütün ağaçları  sündüsmisal libaslar ile giydirip , çiçek ve meyvelerin  murassatıyla süslendirip, hizmetkar ederek , onların latif elleri olan  dallarıyla  çeşit çeşit , en tatlı , en musanna  meyveleri  bize takdim etmek, hem zehirli bir sineğin eliyle  şifalı , en tatlı balı bize yedirmek ,hem en  güzel ve yumuşak bir libası  elsiz bir böceğin eliyle  bize giydirmek, hem rahmetin büyük bir hazinesini  küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak  ne kadar cemil bir kerem ve ne kadar latif bir rahmet eseri olduğu bedaheten anlaşılır. “

Ağaçlar, arı, ipek böceği ve tohumlar. Üzerinde düşünmüş, bu dört şey kerem elinin bütün dünyayı ihata ettiğini gösteriyor.

Kerem ikram etme, kerim ikram eden, bütün kainatı nasıl keremiyle insana hizmetkar ettiğini ifade etmiş. Koca kainat sofrasını nasıl kullarına ikram edeceği şeylerle donatmış.

Tasvirdeki incelik insana nasıl önem verildiğini gösteriyor. Ağacı cennet hurisine benzetiyor, bunlar, ağaçlar dünya hurisi, bütün ağaçlar. Sonra ona en güzel elbiseyi sündüs meleğin elbisesiyle giydiriyor. Hizmetçiye ne kadar önem veriyor, çünkü o en büyük misafir olan insana hizmet ediyor. Bu kerem elini öpmek için secdeye kapanıp saatlerce kalkmayan veliyullah, nasıl haklı bir mukabele de bulunuyor. Secde Kerim bir Rabbin elini öpmek. İnsan kendine verilen bu kadar önem ve itinayı nasıl secdesizlikle görmezden gelir. Bir kahvenin kırk yıl hatırı varsa, bu ağaçların sahibinin ne kadar hatırı var. Secdeden kalkmayan Resullullah’ı ayağıyla öldü mü diye uyarır Hz Aişe. Peygamberimiz (asm) başını kaldırır. Seni öldün sandım Ya Resulallah der. Neden kendini bu kadar harab ediyorsun, sen özelsin, peygambersin. Ya Aişe Rabbime şükretmeyeyim mi koca kainatı bana hizmetkar eden beni peygamber eden Rabbime.

Ağacı önce çiçek ve meyve ile süslüyor. Ağacın tasvirinde misafire gösterilen sevgi ve rahmet nazara veriliyor.  Ağaç nasıl ilahi bir garson gibi hazırlanmış. Milyonlarca tohuma sayısız rahmetin büyük bir hazinesini yüklemek, insana bitkilerden elde edilen bir tatlı yedirmek için arıyı yaratmak ve hizmete sunmak, küçücük ipek böceğinden insana ipek üretmek. Koca dünyayı nasıl rahmet gözüyle taramış, Rabbinin keremini anlatıyor.  Bunlar en ideal prototipler, bunlar saymakla bitmez. Layüadd ve layühsa. Bedri Rahmi  bak nasıl bakmış tabiata.

Yılda bir kere çıldırır ağaçlar sevincinden
Rabbim ne güzel çıldırır.
Yılda bir kere uzatır avuçlarını yaprak;
Sevincinden titreyerek.
Yılda bir kere kendini verir toprak
Yılda bir kere yarılır bahçeler hazdan
Rabbim ne güzel yarılır.
Biz de bir kere sevinebilseydik.
Çiçek açmış ağaçlar gibi çıldırasıya.
Kimbilir belki bir gün sulh olunca
Biz de deliler gibi seviniriz,
Ağaçları ve baharı taklit ederiz
Renkli bez parçalarıyla donatırız şehri
Renkli ampuller asarız pencerelerden
Kimbilir belki bir gün sulh olunca
Biz de çatır çatır çatlarız binbir yerimizden
Ağaçlar gibi.

Hiç içimizi açan bir haber yok, yıkım, sürgün, daha neler. Allah’ım imdadımıza yetiş.

Yetiş ya Muhammed yetiş Ya Ali
Nedir bu ümmeti Mahemmedin hali

Ömer Sevinçgül bir yazısında “biz nerde hata ettik” diyor, aslında nerde iyi yaptık ki demek geliyor içimden.

Bedri Rahmi Türk şiirinin namusu bir mısralar, ne güzel birleştiler Bediüzzaman’la. Bediüzzaman’ın bütün edebiyat ve sanata açılan birlikte binlerce kapısı var ama açan gören göz lazım, bilimlerle sanatla parelel bir anlatım olsaydı, neler olmazdı. Dar bir yere hapsedilen Bediüzzaman kime anlatacaksın.

Necip Fazıl, “Beni kimsecikler anlamaz zaten sen öp seccadem” demiş. Namık Kemal adalarda harab edilmiş, Halide Edip Avrupa’da, Bediüzzaman hapishanelerde. Akif on yılı aşkın Mısır’da birkaç sahife yazmış ancak. Hiç anlaşılmış adam gibi adamlar var mı? Demek bu işin raconu bu.

Bu keremi isbat edilen Allah’ın keremi ile büyük ikramı ahiret arasındaki tezada vurgu yapan satırlar.

“Bu âlemin mutasarrıfının mâdem nihayetsiz böyle bir keremi, nihayetsiz böyle bir rahmeti, nihayetsiz öyle bir celâl ve izzeti vardır. Nihayetsiz celâl ve izzet, edebsizlerin tedibini ister; nihayetsiz kerem, nihayetsiz ikram ister; nihayetsiz rahmet, kendine lâyık ihsan ister. Halbuki, bu fânî dünyada ve kısa ömürde, denizden bir damla gibi, milyonlar cüz’den ancak bir cüz’ü yerleşir ve tecellî eder. Demek o kereme lâyık ve o rahmete şâyeste bir dâr-ı saadet olacaktır. Yoksa, gündüzü ışığıyla dolduran güneşin vücudunu inkâr etmek gibi, bu görünen rahmetin vücudunu inkâr etmek lâzım gelir. Çünkü, bir daha dönmemek üzere zevâl ise, şefkati musîbete; muhabbeti hırkate; ve nimeti nikmete; ve aklı meş’um bir âlete; ve lezzeti eleme kalbettirmekle, hakikat-i rahmetin intifâsı lâzım gelir.

Hem, o celâl ve izzete uygun bir dâr-ı mücâzât olacaktır. Çünkü, ekseriyâ zâlim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek, bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor, tehir ediliyor; yoksa, bakılmıyor değil. Bâzan dünyada dahi ceza verir. Kurûn-u sâlifede cereyan eden âsi ve mütemerrid kavimlere gelen azablar gösteriyor ki, insan başıboş değil; bir celâl ve gayret sillesine her vakit mâruzdur.

Evet, hiç mümkün müdür ki, insan, umum mevcudât içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam masnuâtıyla kendini tanıttırsa, mukabilinde insan imân ile Onu tanımazsa; hem, bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse, mukabilinde insan ibâdetle kendini Ona sevdirmese; hem, bu kadar bu türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse, mukabilinde insan şükür ve hamd ile Ona hürmet etmese, cezasız kalsın, başıboş bırakılsın, o izzet, gayret sahibi Zât-ı Zülcelâl, bir dâr-ı mücâzât hazırlamasın?
Hem, hiç mümkün müdür ki, o Rahmân-ı Rahîmin kendini tanıttırmasına mukabil, imân ile tanımakla ve sevdirmesine mukabil, ibâdetle sevmek ve sevdirmekle ve rahmetine mukabil şükür ile hürmet etmekle mukabele eden mü’minlere bir dâr-ı mükâfatı, bir saadet-i ebediyeyi vermesin?

Üçüncü Hakikat:

Bâb-ı Hikmet ve Adâlet olup, ism-i Hakîm ve Âdilin cilvesidir.
Hiç mümkün müdür ki, zerrelerden güneşlere kadar cereyan eden hikmet ve intizam, adâlet ve mîzanla Rubûbiyetin saltanatını gösteren Zât-ı Zülcelâl, Rubûbiyetin cenâh-ı himâyesine ilticâ eden ve hikmet ve adâlete imân ve ubudiyetle mukabele eden müminlere  birb dar-ı mükafatı  bir saadet-i ebediyeyi vermesin.”

Bu kadar Rahmet ve kerem ebedi bir kerem karargahını ahireti gerektirir. Bu izzet ve celal de cehennemi. Kırkıncı Hocanın bir örneği vardı. Adam birilerini besler büyütür, ikram eder, sonra kapıya bir satır bir de kütük koyar. Sorarlar bu ne? Velinimetimiz. Derki “şimdi kafanızı koparıp sizi şu farelere yem yapacağım.” Onlar da bu kadar itinadan sonra neden, o zaman ikram etmeseydin, iyiyi ve güzeli tattırmasaydın. Bu sana yakışır  mı?  Hakikati rahmetin intifası bu işte…

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.