İkinci Şua’ya doğru olan seyrimizde İsm-i Ferd’in Dördüncü İşareti’ne geldik. İlk cümleyi beraber okuyalım: “İsm-i Ferdin cilve-i âzamı Güneş gibi zahir olmakla beraber, vücub derecesinde bir mâkuliyet ve hadsiz bir kolaylıkla kabul edilir. Ve o cilvenin zıddı olan şirk, nihayet derecede müşkül ve akıldan gayet derecede uzak, belki muhal ve mümteni derecesinde olduğunu ispat eden çok bürhanlar, Risale-i Nurun eczalarında beyan edilmiş. Şimdilik o delillerdeki o noktaların tafsilatını o risalelere havale edip, yalnız “Üç Nokta”sını burada beyan edeceğiz.”
Evet; tevhid, kainatı öyle bir teklik içine alıyor ki her mevcudun simasına bir sikke-i vahdet, hatem-i ehadiyet koymuş ve her şey birinin olması ile bu gözümüz önünde olanlar geyet rahat ve kolaylıkla oluyor, vücuda geliyor. Öyle ki bunun böyle olması; yani her şeyin birine ait olması ve bir elden idare ediliyor olması hem Güneş gibi zahir, hem vücub derecesinde makul yani; bu olanlar ancak böylelikle olabilir başka yolu yok hem kabul edilmesi de hadzis derecede kolaydır. Peki bu delilsiz bir iddia mı? hayır. Risale-i Nur’un çok yerlerinde bu iddia ispat edilmiş. Tevhid ve vahdette kolaylık ve şirkte ise hadsiz zorluk olduğu 16. Söz, 22.Söz, 32.Ssöz, 23.Lem’a, 20.Mektup, 7.Şua, 11.Şua’nın 6.Meyvesi gibi çok yerlerde izah ve ispat edilmiş.
Çok zaman Risalelerde bir yeri anlamak için sair çok yerleri anlamak gerekiyor. Mesela “İkinci Şuayı Anlamak” diye yola çıktığımızda meselemiz o şuada geçen cümleleri anlamanın çok ötesinde. Çünkü; burada geçen cümlelerin çoğunun izah ve ispatları başka risalelerde yapılmış. Öyle ise bir risaleye, onunla bağlantılı ve onda geçen meselelerin izah ve ispat edildikleri diğer risalelerle bakmamız gerekir ki meseleyi anlayabilelim. Mesela Birinci Söz tüm külliyat için bir fihriste hükmünde. Bismillah ile başlıyor her şeyden önce. Yani lafza-i celal olan ve tüm esmayı tazammun eden Allah lafzı içinde var ki; tüm külliyatta Esma talimi yaptırılması bu Allah lafzına bakıyor. “Bismillah her hayrın başıdır” diyor. Hayrın vücut manasına geldiğini ise 13.Lem’anın 4. İşaretinde görüyoruz: “Adem, şerr-i mahz ve vücut hayr-ı mahz olduğunu…”(Lemalar 72) ve adem ile vücudu izah eden her bir risale Birinci Söz’ün bu cümlesi için bir izah mahiyetinde. Demek Birinci Söz’ü anlamak aslında bütün külliyatı anlamak manasına geliyor. Öyle ise bir meseleyi okurken o mesele ile ilgili diğer yerleri hatırımızda tutmanın faydası var.
Evet şimdi gelelim ism-i Ferd’in Dördüncü Meselesine. Uzun olduğundan hem orijinal metne burada yer veremeyeceğiz hem de sadece “Birinci Nokta” üzerinde duracağız. Her zamanki gibi evvela orijinal metni okumanızı tavsiye ederiz. Zira üzerinde ne kadar konuşulursa konuşulsun hepsi de bu ummandan bir katre mesabesindedir.
Bu “Birinci Nokta” içinde üç önemi mesele var:
1-Allah’ın kudretinin zâti olması
2-İntisap ve istinat kuvveti
3-Harika eserlerin küçük ve ehemmiyetsiz şeylerden vücuda gelmesi
Varmak istediğimiz hedefin de zihnimizde olması adına bu üç meselenin izahından sonra ulaşacağımız sonuç cümlesini de şimdiden zikredelim : “Evet, dünyadaki bütün suhulet, bütün ucuzluk, bütün mebzuliyet vahdetten gelir ve ferdiyete şehadet eder.” (Lemalar 322)
Öncelikle şunu soralım; dünyadaki suhulet, mebzuliyet ve ucuzluk ile ne kadar tanışıyoruz? Gözümüz önünde gerçekleşen muhteşem işlerin ne kadar farkındayız? Cehaletin yakın akrabası olan ülfet belasından paçamızı ne kadar kurtarabildik?
Öyle ya madem şimdi dünyadaki suhulet, ucuzluk ve mebzuliyeti anlamaya çalışacağız evvela böyle bir şey olduğunu fark ediyor muyuz? Yoksa nazarlarımızı evvela ve bizzat kendine çekmek için bazıların harıl harılçalıştırğı “geçim derdi, hayat pahalılığı” gibi şişirilmiş ve kainatın hüsn-ü mücerredinden nazarlarımızı uzaklaştırmış meseleler önceliğimiz mi olmuş? “Hayat pahalı” diyenler yanılıyorlar “hayat paha biçilemeyecek kadar kıymetli” inşallah ism-i Hayy üzerinde tefekkür etmekle hayatın ne olduğunu anlamak nasib olur.
Evet mebzuliyet, suhulet ve uzucluğun elbette en net ayinesi bahar sayfası olsa gerek. Elbette AdemAleyhisselam’dan kıyametin kopmasına kadar nazarı genişleyebilenler için ve tüm kainata bakabilen nazarlar için farklı olabilir. Biz hepimizin gördüğünden gidelim.
Malumumuzdur ki bir insanın dünyaya gelmesi meşakkatlidir. Hem bebek için, hem anne için. Aylar öncesinden bir bekleyiş ve heyecan ve bütün işlerin iptali ile sadece doğacak çocuğun selameti için belki aylar süren bir istirahat. Peki ya masamızdaki bir menekşenin çiçek açması? Hiçbir gürültü patırtı çıkmadan ve kolayca feth olup açılıvermiyor mu bu menekşenin çiçekleri? Şimdi akıl gözümüzü de devreye sokalım ve baharın bütününe bakalım: tüm küre-i arz yüzünde renkleri, şekilleri, cihazları farklı farklı iki yüz bin nebat nevinin birden baharın başlangıcında altı gün içinde cihazlarının takılması, süslü yaprak ve çiçeklerinin açılması hiçbir zorluk olmadan suhuletle ve yanlışsız meydana geliyor. Aynı anda iki yüz bin hayvan nev’i de sayısını bilemediğimiz tüm fertleri ile birden yanlışsız, karıştırılmadan ve her birinin layık ve münasip cihazları verilerek yaratılıyor. Bu arada on sekiz bin âlemin kendilerine münasip mahlukatı ile yaratılıp idare edilmesini de düşünelim. Kainatın tamamı ki; kainat sadece galaksilerden ve bilim adamlarının ‘evren’ olarak nitelendirdiği madde aleminden ibaret de değil. Gaybalemleri, melekut ve ruhlar elemleri gibi on sekiz bin alemin bütününe “kainat” diyoruz. Zira “kainattan halıkını soran seyyah” melekut alemi gibi alemleri de geziyor. Demek kainatın bütününde bizim baharda gözümüzle gördüğümüze benzer (çok benziyor çünkü aynı Zatın fiilinin eseri her hepsi de) harikulade bir yaratma faaliyeti var. Bir de YirmidördüncüMektup’ta izah edilen anen fe anen yaratma hakikatini düşünecek olursak belki bu “suhulet, ucuzluk ve mebzüliyet”in ne manaya geldiğini bir nebze anlayabiliriz.
Şimdi bu kadar büyük, geniş, sürekli, aynı anda meydana gelen işler nasıl olabilir? İşte bu “Birinci Nokta”nın birinci meselesi bunu izah ediyor. “Zat-ı Ferd ve Ehadin kudretine nisbeten en büyük şeyin icadı, en küçük bir şey gibi kolaydır. Bir baharı bir çiçek gibi suhuletle halk eder. Binler haşrin numunelerini, her baharda gözümüz önünde kolaylıkla icad eder. Büyük bir ağacı, küçük bir meyve gibi rahatça idare eder.” (Lemalar320) Bu meselenin nerelerde isbat edildiği de burada zikredilmiş: “Onuncu ve Yirmi Dokuzuncu Sözlerin ahirlerinde icmâlen ve Yirminci Mektubun ahirinde tafsilen, gayet kati bürhanlarla isbat etmişiz ki” (Lemalar 320)
Onuncu Söz’ünHatime’sinde bütün insanların yaratılması ve haşri, bir tek insanın yaratılması ve haşri gibi kolay olması sadedinde;YirmidokuzuncuSöz’de Allah bu dünyayı kapatıp ahireti açmaya muktedirdir (fail muktedirdir) sadedinde bu mesele isbat edilmiş. Yani bu iki Sözde bir başka iman rüknünü isbat için, haşir ve ahireti isbat sadedinde Allah’ın kudreti anlatılmış. Bu sebeple buralarda icmalen bahsedilmiş. Yirminci Mektub’da ise bir başka iman rüknünü isbat sadedinde değil bizzat İsm-i Azam noktasında, tevhid-i rububiyet ve kibriya-i vahdet ve kamal-i vahdaniyet noktasında Allah’ın kudreti mevzu bahis edildiğinden burada tafsilen izah edilmiş.
Öyle ise biz de kudrete dair bu bahsi geçen üç risaleyi esas alarak meseleyi anlamaya gayret edelim. Yani bu “Dördüncü Nokta”nın birinci meselesi olan Kudretin zati oluşu ve o kudrete nisbeten büyük küçük bir olduğunu, hadsiz işleri bir anda yapmaya muktedir olduğunu, çok kıymettar ve kesretli işlerin bir anda vücuda nasıl gelebildiğini ve ila ahirihi meseleler. Bunu bir dahaki seferimize bırakalım. İkinci Şuaya doğru suhuletle seferimize devam etmek temennisi ile…ve suhuletin menbaı kudret-i ezeliye olduğunu derk edebilmek duası ile…