İsm-i Ferd’in Dördüncü İşareti’nin Birinci Nokta’sı içinde üç mesele olduğunu geçen yazımızda demiştik. Şimdi bu üç meseleden birinci mesele üzerinde duracağız. Önce orijinal metinden bu meseleye dair olan kısmı beraber okuyalım: “Onuncu ve Yirmi Dokuzuncu Sözlerin âhirlerindeicmâlen ve Yirminci Mektubun âhirindetafsilen, gayet kat’îburhanlarla ispat etmişiz ki, Zât-ı Ferd ve Ehadin kudretine nisbeten en büyük şeyin icadı, en küçük birşey gibi kolaydır. Bir baharı, bir çiçek gibi suhuletlehalk eder. Binler haşrin nümunelerini, her baharda gözümüz önünde kolaylıkla icad eder. Büyük bir ağacı, küçük bir meyve gibi rahatça idare eder. Eğer müteadditesbaba havale edilse, herbir meyve, bir ağaç kadar masraflı ve müşkilâtlı ve bir çiçek, bir bahar kadar zahmetli ve suubetli olur.
Evet, nasıl ki bir ordunun teçhizat-ı askeriyesi bir kumandanın emriyle bir fabrikada yapılsa, o ordunun teçhizatı, adeta birtek neferin teçhizatı gibi kolaylaşır; eğer her neferin cihazatı ayrı ayrı fabrikada yapılsa ve idare-i askeriyesi vahdetten kesrete girse, o vakit herbirnefer, ordu kadar fabrikalar ister. Aynen öyle de, eğer herşeyZât-ı Ferd ve Ehade verilse, bütün bir nev’in hadsizefradı, birtek fert gibi kolay olur. Eğer esbaba verilse, herbir fert, o nevi kadar müşkilâtlı olur.”
Zat-ı Ferd-i Ehad’in kudretine nisbetenen büyük şeyin icadının en küçük kadar kolay oluşu bahsi geçen risalelerde bu ana başlıklar üzerinden izah ediliyor:
1. Allah’ın kudreti zatîdir
2. Kudret eşyanın melekut veçhine taalluk eder
3. Kudret kanunlar suretinde iş görür
4. Bu hakikatin sırrı hikmeti şu üç menbadan çıkar:
a. İmdad-ı vahidiyet
b. Yüsr-ü vahdet
c. Tecelli-i ehadiyet
5. Bu hakikatin sırrı üç şeydir:
a. Sanideki vücub ile tecerrüd
b. Mahiyetin mübayeneti ile adem-i tekeyyüd
c. Adem-i tahayyüz ve adem-i tecezzi
Evet böylece bir tek meselenin farklı çok vecihlerden izah edilmiş olduğunu da görüyoruz. Aynı mesele içinde hem eşyanın mahiyeti, hem kurdetin faaliyetinin hususiyetleri hem de doğrudan doğruya Zat-ı Akdes’e bakan meseleler izah edilmiş. Ve bir tek mesele hem eşyanın mahiyeti hem kudretin faaliyeti hem de Zat-ı Akdes’in mahiyetinin hususiyetleri vachinden izah edilmiş. Yani bu izahlar bizi öyle bir noktaya ulaştırabilir ki rahatlıkla deriz ve derk ederiz; evet kainatta gözümüzle gördüğümüz bu işler işte böyle işler çünkü eşyanın mahiyeti bu, melekutun hususiyeti bu ve Allah böyle bir Allah. Bu kadar delilleri bulunan bir işte daha şüphe ve evham karışamaz.
Yukarıdaki sıralamaya riayet ederek bu meseleleri anlamaya çalışalım.
1. Kudret zatîdir
Sözlerdeki ifadesi ile “Kudret-i Ezeliye, Zat-ı Akdes-i İlahiyenin lâzıme-i zaruriye-i zâtiyesidir” (Sözler 526 Envar N.) yani; Allah kudretsiz olmaz. Kudret O’nun eki, bölüğü, lahikası, parçası da değildir. Kudret O’nda zatîdir. Mesela; bir insan düşünelim ki, görüyor, işitiyor, yürüyor. Bunların hepsi de insanın sıfatlarındandır fakat görmek o insandan alınsa da o insan yine insandır. Yani işitmeyen, görmeyen, yürüyemeyen insan da olur. Çünkü bunların hepsi de insana verilmiş ve takılmıştır, zatî değildir. “Hayvanat içinde beni dahî menşeim olan bir katre sudan yaratan yaratmış, mucizane yapmış, kulağımı açıp gözümü takmış, kafama öyle bir dimağ, sineme öyle bir kalb, ağzıma öyle bir dil koymuş ki, o dimağ ve kalb ve dilde rahmetin umum hazinelerinde iddihar edilen bütün Rahmanî hediyeleri, atiyeleri tartacak, bilecek yüzer mizancıkları, ölçücükleri ve Esma-i Hüsnanınnihayetsia cilvelerinin definelerini açacak, anlayacak binler aletleri yaratmış, yapmış, yazmış; kokuların, tatların, renklerin adedince tarifeleri o âletlere yardımcı vermiş.” (Dördüncü Şua, Üçüncü Mertebe)
İnsanda zatî olan yalnız acz, fakr ve nakstır. Kusurdur, noksanlıktır. Mesela aczi olmayan bir insan olamaz; fakrı olmayan bir insan olamaz. Mahlukatta gördüğümüz kemalataait hususiyetlerin hiç biri yaratılmış olan için zatî değildir. Mesela yakmak ateş için zatî bir hususiyet değildir. Eğer zatî olsa asla ondan ayrılamazdı. Fakat ateş İbrahim Aleyhisselamı yakmadı. Ve yazın şiddetli sıcağında bitkiler kuruyup yanmıyorlar. Demek yakması da yakmaması da emir ile. Taş serttir, onu yarmak için kuvvet gerekir ama taş Bismillah diyen bir nazenin kök karşısında sertliğini sürdürmez. “En güvendiğin salabet ve hararet dahi emir tahtında hareket ediyorlar” (Birinci Söz)
İşte görmek , işitmek, konuşmak gibi kemal sıfatlar da insanda zatî değildir. Bize verilmiş ve takılmış. Kendimiz hiçbir kemal sıfata sahip olmadığımızdan Allah’ın kudretinin Allah için zatî oluşunu yine kendisi hakiki var olmayan, farazî bir hat olan “ene” ile anlayabiliriz. “Ben şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim. Öyle de, şu dünya hanesini birisi yapmış ve tanzim etmiş”(Otuzuncu Söz Birinci Maksat)
Mahlukatayinelerinde görünen kemal sufatların da kendilerine ait olmadığına değinmiş olduk ki bu konu İkinci Şua’nın anlaşılmasında büyük önem taşıyor. Şualardan önce Lem’alar geliyor ve Birinci Lem’a esbabı külliyen merciiyettenazl ediyor. Ve yine acz, fakr, şefkat, tefekkür yolunun dört mühim hatvesinden birinin esası da “mevcudatı kendileri hesabına hizmetten azlederek Fatır-ı Zülcelal hesabına istihdam edip Esma-i Hüsnasının mazhariyet ve ayinedarlık vazifesinde istimal ederek, manay-ı harfî nazarıyla onlara bakıp, mutlak gafletten kurtulup huzur-u daimiye girmektir; herşeyde Cenab-ı Hakka bir yol bulmaktır. Elhasıl; mevcudatı mevcudat hesabına hizmetten azlederek, manay-ı ismi ile bakmamaktır” (YirmialtıncıSöz’ün Hatimesi)
Biz bütün külliyata bu dörthatvenin açılımı, izahı, şerhi nazarıylada bakabiliriz. Esasen hangi risaleyi başa koysanız diğerleri onun izahı, isbatı ve şerhi gibidir ve lahikalarda geçtiği gibi her birinin kendi makamında riyaseti var. Yani; hepsi en birinci ve en öncelikli risaledir.
Allah’ı kemal sıfatları ile tanıdıkça mahlukatta görünen hüsnün Allah’ın hüsnünün çok perdelerden geçmiş gölgeleri ve cilveleri olduğunu anlayabiliriz.Görünen tüm kemalin Allah’a ait olduğu aşikar oldukça sebeplerde tesir tevehhüm etmekten ve kendimize bir kemal vasıf yakıştırmaktan kurtulabiliriz. Bu noktada İsm-i Kuddüs’e ait bir küçük noktayı da belirtelim ki o da şudur: Allah bütün mevcudatı kendisine ayine olarak yaratmıştır ve mahlukatın bundan başka bir vazifesi olmasından Allah münezzehtir. Yani öyle bir Zattır ki; yarattığı mahluku O’nun koyduğu gayeden gayrısını taşımaz ve taşıyamaz. Şeytan ve avaneleri dahî ebedî Cehennemde kalacak olmaları ile tam ayinedar olurlar ve yine O Zat’ın takdisine vesile olurlar. Yani tüm mevcudat kendisi için parlak ve tertemiz ayinelerdir. Bu ayinedarlığı görmek için dünya ve ahireti beraber nazara almak gerekir.
Kudretin Allah için zatî olması meselesine devam edelim. Zatî olan vasıflara zıddı müdahale edemez. Yani; madem kudret Allah’ın zatî hassasıdır. Ondan ayrılamaz ve ayrı düşünülemez. Öyle ise kudretin zıddı olan acz O’na müdahale edemez. Ve o kudrette mertebeler olmaz. Risalelerde çok yerde izah edilmiş ki; bir şeyin içine zıddı girmesi ile o şeyde mertebeler ortaya çıkıyor. Mesela güzelliğin içine onun zıddı olan çirkinlik girmesi ile güzelliğin mertebeleri ortaya çıkıyor. Mücerret “hüsün” bir iken o hüsnün mertebeleri oluyor. Güzel, daha güzel, az güzel gibi nihayetsiz mertebeler oluyor. Halbuki zatî olanda mertebeler yoktur. Mesela insan ne kadar acizdir? Hadsiz, nihayetsiz acizdir bunun mertebesi yok çünkü insan için acz zatî.
Kudrette mertebe olmadığından o kudret için bazı işler kolay bazı işler zor olmuyor. En büyük işi en küçük gibi kolaylıkla yapar. Bir baharı bir çiçek kolaylığında yaratır.
Bir dahaki seferimizde kudretin eşyanın melekutuna taalluk etmesi üzerinde tefekkür etmek temennisi ile.