İkinci şuayı anlamak - 32

Afife ARTIK

İntizam ve insicam

Üzerinde çalıştığımız sual bu idi: “Kainatta ne var ki intizamın ve insicamın delili olsunlar?”

İntizam ve insicamı ise, Hâkimiyetin kainattaki delilleri olduğu cihet ile inceliyorduk. Hâkimiyeti de Ferdiyetin bir ifadesi olmak cihetiyle ele alıyoruz. Zira konumuz Ferd İsminin Otuzuncu Lem’adaki Beşinci İşaretidir.

İntizam ve insicamı anlamak için “cüz-küll ve cüz’i-küllî” kavramlarını kullanacağız.

Bu konu mantık ilminin önemli konularındandır ki mantık kitaplarında tafsilatı vardır. Biz kainattaki bütünlüğü, intizamı ve birbirine bağlılığı anlamak için bu kavramları kullanacağız. Konunun detaylı îzahı mantık kitaplarında mevcuttur.

Kainatta bulunan her bir şey, kainatın bir parçasıdır. Ya cüzüdür ya da cüzîsidir. Eğer kainatın bütününe ait manayı tamamiyle kendinde gösterebiliyor ise cüzîsi, sadece bir vecih ile gösterebiliyor ise cüz’üdür.

Mesela; hâmid bir insan kainatın cüzîsidir. Çünkü; hem gayb hem şehadet alemlerine bir fihristedir. Onsekiz bin âlemi içine alan kainatta her ne tecelli ediyor ve ondan her ne tezahür ediyor ise, hâmid bir insanda da aynısı tecelli ve tezahür etmektedir. [i]

Başta İmam-ı Ali Radiyallahu Anh olmak üzere ehl-i ilim zâtlar, insanın küçük bir kainat olduğunu pek çok sözleri ile ifade etmişlerdir. Risale-i Nur’da bu konunun işlendiği çok cüzler vardır. Bediüzzaman, insanın kendi yanında hazır ayinesinde bütün kainatı kolayca temaşa edebileceğini ve böylelikle uzun ve meşakkatli bir fikrî seyahata muhtaç olmadan kolaylıkla tahkiki imanı elde edebileceğini vurgulamıştır. [ii] Vicdanî, hissî ve şuhûdî olan bu yol ile, hiçbir vesvesenin eli yetişemeyecek kuvvetli ve hakkalyakîn derecesinde bir imana ulaşılabilmektedir.

İnsanın kendi ayinesinde bütün kainatı seyretmesi, insanın kainatın bir cüzîsi olması sebebiyledir. İntizam-ı ekmel ve insicam-ı ecmelin en harika ve her insanın kendini kullanarak ulaşabileceği enfüsî ve şüphesiz delili budur.

Hâmid insanların derecelerine yetişememiş olan insanlar bile bir küçük deneme ile küre-i arzdaki her şeyin adeta içlerinde mevcut olduğuna şahit olabilirler. Hangi insan olursa olsun isterse imanı da olmasa, gözlerini kapatıp dünyanın dağlarını ovalarını denizlerini gezebilir. İslam’ı olan insan ise şehadet alemi gibi gayb alemlerini de gezebilir, tahkiki imanı olan ise ahireti de gezebilir, marifette ve muhabbette ileri giden ise vücub âlemlerini ve Esma-i İlahiyye âlemlerini hamd-ü sena ile gezebilir.

Demek intizam o kadar şediddir ki, bütün âlemleri bir tek insanda toplamıştır. Bu ise, kainatta şirke yer olmadığının en açık delilidir. Çünkü; bir tek insanın sahibi kim olabilir? Ancak bütün o âlemlerin sahibi olabilir. Neden? Çünkü kainat insanda derç edilmiştir. Kainatta başka başka ilahlar olsa ve her bir şey başka rablerin tedbirinde olsa nasıl olacak da bütün kainat bir tek şahısta muntazaman derç edilecektir?

İnsanın kainata bir takvim ve ruzname olması iç alemimizde temaşa edebileceğimiz enfüsî bir delildir. Enfüsümüzde şahit olduklarımız ise her zaman dışarıdan edindiğimiz bilgilerden çok daha ikna edicidir. Bizde neler olup bitiğini seyretmek ise elbette ciddi bir çalışma gerektirir. İşte sürekli olarak Risale-i Nurların okunması bu ciddi çabanın bir adımıdır.

Şimdi de kainatta yani insanın afakında intizam ve insicamın delilerine kısaca bakalım:

Kainattaki her bir ferd, kendi nevine bir ayinedir. Nevine ait hususiyetleri kendinde taşır ve gösterir. Bir tek papatya, papatyalığa dair bütün hasseleri gösterirken bir kedi de kediliğin tüm hasselerini taşır. Bununla beraber papatya tam bir bitkidir ve nebatat taifesinin özelliklerini gösterir ve kedi de hayvanat taifesinin hasselerini taşır ve gösterir.

Böylelikle her bir ferd, bir nevîn cüzîsidir. Ona dair ne var ise gösterir, bildirir. Güneşimiz de yıldızlardan bir yıldızdır, ayımız da peyklerden bir peyktir ve dünyamız da seyyarelerden bir seyyaredir. [iii]

Her nevin incelenmesi için ayrı bir bilim dalının teşekkül etmiş olması ve nevlerdeki işleyişe dair külli kaideler ortaya konması şahittir ki, bu nevlerde hârika bir intizam vardır. Bu intizam kainat kuruldu kurulalı devam etmektedir. Aynı zaman da daimî bir güzelleştirme içinde bu faaliyet yürütülmektedir.

İntizamın bir başka delili de nevler arasındaki uyum, iletişim, yardımlaşma, kucaklaşma, birbirinin işlerini tekmil etme hâlidir. Esasen bu ifadelerin orijinal kelimeleri bunlardır: tesanüd, teavün, tecavüb ve teanuk. Yani; birbirine istinad etmek, birbiri ile yardımlaşmak, birbirinin sualine cevap vermek ve birbiri ile kucaklaşmak. Hepsi de işteşlilik ifade eden yani; karşılıklı olan fiillerdir ve “uyum” kelimesi bunların yanında pek yüzeysel kalmaktadır.

Bu dört fiil kainatın simasında görünen, yani; kainatın vücudunun temeli olan fiillerdir. Bir hakikat izah ve isbat edilirken kainat, küre-i arz ve insan kullanılmaktadır. Aynı hakikatin kainat, küre-i arz ve insan simasındaki farklı görüntülerini gördüğümüzde katî kanaatimiz gelir ki; bu üçünün de sahibi birdir. Madem ki bu üçünde hükmeden bir tek hakikat vardır öyle ise üçünün de sahibi birdir ve o malik de bütün bu hakikatlerin istinad ettiği efal-i İlahiyyenin, Esma-i İlahiyyenin ve sıfat-ı İlahiyyenin ve şuunat-ı İlahiyyenin sahibidir. Bu konuya hem Hayy hem Kayyum isimlerinde hem de ulaşmayı temenni ettiğimiz Allah-u Ehad ism-i A’zamında tekrar tekrar geleceğiz inşallah.

İnsana, küre-i arza ve kainata bakmak demek esere bakmak demektir. Bunların hepsi de eserdirler. Elbette kainatın içinde onsekiz bin alem derç edilmiştir de böylelikle bir tek kitap gibi olan kainat; melekler âlemi, ruhlar âlemi, berzah âlemi, beka âlemleri gibi çok âlemleri içine almıştır.

Eserdeki bu intizam ve insicam bu eserleri ortaya çıkaran yani; yoktan var eden fiillerin “vahdânî fiil” olmasıyladır. Her bir fiil, sair fiillerle beraber iş görmesine rağmen sanki bir tek fiil gibi intizamla iş görmektedir. Âdetâ bir fiil diğer tüm fiiller manasına da gelmektedir ki buna tevhid mertebelerinde “tevhid–i ef’al” diyoruz. Yani; Fiilin tekliği, birliği[iv].

Fiillerin bu denli muntazam olması, birbiri içinde iş görmesi, biri birine mâni olmaması bu fiillerin faili bir tek Zât olmasındandır. Fiillerin dayandığı isimler de birbiri ile âdeta daimî bir kutsî istişarede imişler gibi tecelli ederler ki “tevhid-i Esma” tabir ediyoruz.

İsimlerin menşeleri olan sıfatlar da bir bütünlük içindedir ve buna da “tevhid-i sıfat” tesmiye edilir. Sıfatların mevsufu olan Zâtın, sıfatlarına menşe’ olan ise şuunattır ki bu şe’nlerin ayrı ayrı olmakla beraber birliğini ve birbiri içindeliğini ifade eden kavram da “tavhid-i şuunat” kavramıdır. [v]

Nihayet fiilleri, isimleri, sıfatları ve şuunatı ile tek olan ve bu tekliğin mühürlerini her bir tabaka mahlukatta gösteren Zâtın birliği de “tevhid-i Zât” kavramı ile ifade edilmektedir.

Eseri incelememizdeki amaç fiili bilmektir, fiili anlamak ise isimleri anlamak içindir, isimler sıfatları, sıfatlar şuunatı ve şuunat da zâtı bilmek ve bulmak içindir.

Miraç da, mahlukâtın tabakalarında seyahat ederek[vi] bütün bunların sahibine hayatımızın hediyesini arz etmek ve “ben ve her şey yalnız ve ancak Sana aitiz Ya Rabbii” diyebilmek içindir. Elbette buna yapılan şahitlik bizim dünyaya gönderiliş amacımızın tahakkuku manasına gelir.

İnşallah İkinci Şua’yı anlayarak okumaya muvaffak olur isek, o şuanın nihayetinde beyan edildiği gibi, kainatın bütün hakikatleri ile bağırarak bunu söylediğini işiteceğiz:

 

[i] İşarat-ül İ’caz Tefsiri – Fatiha Suresi – Elhamdülillah kelimesi. (Hamdin en meşhur manası)

[ii] Risale-i Nur Külliyatından Emirdağ Lahikası -1 s.146 (Envar N. İstanbul -1996)

[iii] Üçüncü Şua’da her bir mevcud ve dahil olduğu külliyet daireleri ve bunların gösterdiği sekiz netice beyan edilmiştir. Kainatın dilleri ile Rabbine yalvarmak isteyen için harika bir münacattır. Bununla beraber her bir ferd kendisi, Kur’an ve Kur’nın muallimleri vasıtası ile kainat okumaları neticesinde kendine has bir münacata muvafak olabilir ki, bu onun hakiki münacaatı olur. Her şey gibi Rabbimize iltica ve münacaat etmeyi de evvela takliden öğrenebiliriz fakat bunu tahkike çıkartmak Risale-i Nur mesleğinin gereğidir ki “tahkik” mesleğidir.  

[iv] Teklik ve birlik kavramlarının “tevhid” kavramını tam karşılamadığı da vakıadır.

[v] Yirmidördüncü Söz’ün Birinci Dal’ında konuun izahı vardır.

[vi] Yedinci Şua, Üçüncü Şua, Pencelerer vbg risalelerde gösterildiği gibi. 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.