İkinci Şuayı Anlamak - 35

Afife ARTIK

Kâinatın yaratılış amacının menşei olarak Ferdiyet ve Vahdet

Ferdiyet-i Rabbaniye ve Vahdet-i İlahiye, kâinatın hilkatindeki hikmetlerin ve maksatların menşei ve esasıdır.

Kâinatın yaratılışındaki hikmetler çoktur. Yaratıcısının nazar-ı şuhuduna görünmek bu hikmetlerin büyüklerindendir. Basar sıfatı bütün isimleri kuşattığından her bir ismin bir nazar-ı şuhudu vardır. Her mevcudun en önemli işi; kendisine verilen donanım ile kendini o nazar-ı şuhuda arz etmektir.

Bir parantez olarak belirtelim ki; ihlas da bir manada Cenab-ı Hakk’ın nazar-ı şuhudundan başka olan gayr nazarlara görünmek isteğini terk etmektir. İnsan haricindeki mahlukât müekkel melaikeleri ile bu manayı daim tahakkuk ettirmektedir. İnsan ise irade-i külliyenin bir cilvesi olan cüz-i ihtiyarisi ile bunu yapıp yapmamayı tercih etmektedir. Hem de bulunduğu her an ve halinde bu tercihi yapar.

Hikmet elbette bir hakikatten ruhunu, hayatını almaktadır. Kâinatın yaratılışındaki hakikat ise yaratanını tanıttırıp bildirmektir ki bunun nakzeden tezler, adına hikmet dense de, abesiyete gider.

Bediüzzaman Yirmidördüncü Mektub’da hikmet-i beşeriyenin masnuatın gayelerine dair gösterdiği faydaların nazarında çok ehemmiyetsiz göründüğünü hatta o hikmetlerin abesiyete gittiğini ifadeden sonra hakikate dayanan hikmetleri sıralar.

Kainat fabrikasında her ne hareket var ise hepsi bir konuşmaktır. Hatta her mahluk her bir cihazı ile ayrı bir tesbihat yapar. Kendisini binbir Esmasının tecelliyatının nakşı olarak yaratan Halıkının nazarına görünmekten başka, her zîşuur için bir mütalaagâh olur ve ebede bakan levhalarda manaları nakşolur.

Kainattaki daimi faaliyetin arkasında bu hareketi tahrik eden ise Cenab-ı Hakk’ın şuunatını ifade eden Şefkat-i Mukaddese, Muhabbet-i Münezzehe, Şevk-i Mukaddes, Sürur-u Mukaddes, Lezzet-i Mukaddese, Memnuniyet-i Mukaddese ve İftihâr-ı Mukaddes gibi manalardır ki bunlar her bir mevcudu daim tazelenen bir mektub hükmüne getirip bir tek mevcudda hadsiz manalar dokurlar.

Bu bağlamda bir mahlukun kendisine bakan cüz’i manasının çok ötesinde manaları vardır. Cenab-ı Hakk’ın her bir ismine bakan manaları o ismin dairesinde kaydedilir, hıfzedilir. Geçirdiği her hal ve tavır Esmaya ait bir tesbihattır.

Kâinatın mevcudatını inceleyen her bir ilim dalı da bir isimden ruhunu, hayatını alır ve almalıdır. Kâinat, müsemmaları bir olan bütün isimlerin tecellisinin nakşı olarak bir bütünlük içindedir. Muavenet üzere hareket eder. İlimlerin ise sanki birbirinden kopuk ilkeleri varmış gibi ve birbirini nakzeden yanları varmış gibi görülmeleri hakikate elbette uymuyor. Bediüzzaman bir zaman “ya bunların bütününü birden biliyorum ya da hiç birini bilmiyorum” demesinde de belki buna işaret vardır.

Kâinattaki tasarrufu bir bütün olarak ele almamak, fazlaca bölüp parçalamak insanı hakikatten uzaklaştırır. Zira bütün isimleri ve o isimlerden gelen vahdanî fiiller ile bir tek Rabbin çekip çevirmesi ile kâinat muntazam hareket etmektedir. Bununla beraber elbette alt konu başlıkları açmak, alt dallara indirgemek tetkikât-ı âmika için gereklidir. An şart ki her parçanın bütünün anlamı içinde bir yeri olduğu gözden kaçırılmasın. Bütündeki hüsnü yansıtmaktan uzaklaşılmasın. Ana gaye gözden kaçırılmasın.

Risale-i Nur her bir Risalesi ile bize bunu ders vermektedir. Zira her birinin konuları ayrıdır fakat her biri aynı noktaya işaret etmektedir. Her bir Risale farklı açıdan konuya yaklaşmakta ve aynı konuyu pekiştirmektedir. Kâinatın yaratıcısı vardır ve birdir. Tevhid ve vahdet. Bununla beraber Yedinci İşarette de göreceğimiz gibi hemen her konu Nübüvvetle hassaten Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın nübüvveti ile taçlandırılmıştır. Çünkü kâinattaki bütün hakaiki tek başı ile taşımakta ve göstermektedir.

İsm-i Ferd’in altıncı işaretinde kainatın hilkatindeki hikmetlerin ancak Ferdiyet-i Rabbaniye ve Vahdet-i İlahiye ile tahakkuk edeceği ifade edilmiş. Bu hikmetlerin ekserisi Yedinci Şua, Üçüncü Şua, Yirmi Dokuzuncu Lem’a gibi çok risalelerde uzun uzun zikredilmiştir. Her bir mevcudun hizmet ettiği hakikat izah edilmiştir. Bu hakikatlerin menşei de Esma-ül Hüsna ve fiillerdir.

Bu noktada inayet delilinden de bahsetmek gerekir ki Mesnevi-i Nuriye, İşârât-ül İ’caz ve Muhakemat’ta izah edilen bir delildir. Kainattaki her şeyde hikmet ve maslahatlara uyulmuş olması, sapasağlam bir san’at ve tam bir intizam bulunmasıdır ki bu; kainatın Saniinin kast ve hikmetine delalet eder.

Tabiat Risalesi’nde ise kainatın, ehl-i dalaletin tevehhüm ettikleri gibi olamayacağı da harika mantık delilleri ile izah edilmiştir.

İsm-i Kayyum bahsinde hem insanın hem kainatın hilkatindeki pek çok sır izah edilecektir. Bir dahaki seferimizin konusu; zîşuur, zîakıl ve hususen insanın metalib ve arzularının Ferdiyet-i Rabbaniye ve Vahdet-i İlahiye ile bağlı oluşu olacak inşallah.

 

 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.