Fikir yelkenlerimizi açıp İkinci Şua’ya doğru yol almayalı hayli zaman oldu. İnşallah daim bu hakikatlerin peşinde olmakla Rabbimiz bizi rızıklandırır.
Bu yazılarımız bir anlamışlığın değil bir arayışın ifadesidir. Risale-i Nur’un hadsiz mana mertebeleri vardır ve her muhatap ile hususi konuşur. Anladığımız hiçbir mana nihaî mana değildir. Anladıklarımızı paylaşarak birbirimizin gözü ile bakmaya çalışıyoruz. Anladıklarımızla kâinata bakmayı bir meleke hâline getirebilmek ise bambaşka bir âlemde yaşamaya başlamak gibidir ki İnşallah Rabbimiz bizi bununla rızıklandırır ve hakikatimizi kâinatın hakikatine açar. Ancak bu vesile ile kendimizin ve kâinatın ne anlama geldiğini idrak edebiliriz. Yoksa sadece zahirimiz kâinatın zâhiri ile alışveriş içinde olur ki bu hayvanların da mazhar olduğu bir haldir ve bizi insaniyet mertebesine taşımaz. Biz insaniyet mertebesine çıkmak için bu îman hakikatlerini anlamaya gayret ediyoruz zira imân insanı insan eder.
Allah-u Ehad ism-i azamına dair olan İkinci Şua’da bu ismin altı ism-i azamın yedincisi olduğu bildiriliyor ve evvelindeki altı isim olan Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl ve Kuddüs isimleri Otuzuncu Lem’ada yer alıyor. Biz de bu yedinci ism-i azam olan Allah-u Ehad’e dair ikinci şuayı anlamak için evvelinde bulunan Otuzuncu Lema’yı anlamaya çalışıyorduk. Zikir makamında tadâd edilirken Ferdün Hayyun Kayyumun Hakemun Adlün Kuddusun sıralaması ile zikredilen bu isimler izah edileceği ve muhatap olunacağı vakitteki sıralama böyle oluyor: Kuddüs, Adl, Hakem, Ferd, Hayy, Kayyum. Biz Ferd isminin Yedinci işaretindeki delillerde kalmıştık.
Elbette en baştan okusak ve anlamaya çalışsak başka başka manalar, inciler verecektir Risale-i Nur bize. Risale-i Nur canlı ve ruhlu olduğundan manaları statik değildir. Aynı kâinat kitabı gibi daim tazelenir, tecdid eder. Bizler de her okuyuşta farklı manalar anlıyoruz ki ömür boyu okumaya niyet edişimiz bundandır. Yoksa ekser kitaplar gibi durağan ve bir tek manası olan olsa bir kere okunur ve rafa kaldırılır.
Bu uzunca girizgahtan sonra konumuza devam edelim. İkinci Şua’ya doğru düzenlediğimiz 37.seferimizde Ferd isminin 7.İşaretindeki delillere kadar gelmiştik. (linki budur: https://www.risalehaber.com/ikinci-suayi-anlamak-37-18042yy.htm ) Buradan devam edelim.
Ulaşacağımız neticeyi evvelden nazara vermek kabilinden bunu ifade edelim ki bu üç delil isbat ediyorlar ki; Ferd isminin cilve-i azamının ayinesi Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü vesselam’dır. Kâinatın manevi güneşi de Efendimiz Aleyhissalatü vesselam’dır. Kâinat denilen Kuran-ı kebirin âyet-i kübrası ve o Furkan-ı azamın ism-i azamı da Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü vesselamdır.
Kitaptaki orijinal metinde geçen bu fevkalade kelimelerin yerine geçebilecek bir kelime bulamadım. Bulunması muhtemel kelimeleri de hiç latif bulmadım. Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi mesela bir tıp talebesi günde kaç latince kelime ezberliyor ve manalarını öğreniyor, bizler de bu fevkalade külli ve latif ve fıtratımıza enis kelimelerin manalarını araştırıp öğrenmekte hantal davranmamalıyız kanaatindeyim.
Fazla uzun gitmemek için bu üç delili bir dahaki seferimize bırakalım. Bir dahaki seferimizde inşallah Zât-ı Ahmediyye, Zât-ı Muhammediye, Mahiyet-i Muhammediyye ve şahsiyet-i maneviyeyi Muhammediyye aleyhissalatü vesselam üzerinde de nasibse duracağız.
Saded harici olacak ama samimiyetimize binaen paylaşmak istedim. Bilmiyorum sizler de bu gibi hallere giriftar oluyor ve zaman zaman bu düşüncelerce istila ediliyor musunuz? Bu konuları okurken, düşünürken ve üzerinde çalışırken kendime sormadan edemiyorum; “bu hakikatler benim aklımda, kalbimde, vicdanımda, nefsimde musaddık buluyorlar mı? Ekmek gibi su gibi hava gibi değerli ve vazgeçilmez bir yerleri var mı?” İnşallah bu sorgulama hayra sevk eder.
İlmen bu hakikatlere ekmek gibi su gibi muhtaç olduğumuzu bilmek ayrı, bunu hissen yaşayarak nurlara çalışmadığımız gün havasızlıktan boğuluyor veya susuzluktan kuruyor gibi hissetmek ayrı. Çok da zevk almadığımız mecburî bir hizmeti yerine getiriyor gibi muhatap olmakla mâşukumuzla bir an daha geçirmek arzusuna benzer bir arzu ile muhatap olmak arasında elbette fark olacaktır.
Bediüzzaman’ın sebeb-i saadeti olan nurlarla irtibat bizi iki cihanda mesud eyleyecektir inşallah. Yakınımızdaki insanların Risale-i Nur okumamızın sadece ahirete yönelik bir faaliyet olduğunu düşünmeleri ne kadar acıdır, ne kadar can yakıcı bir durumdur. Biz de kendimize dönüp bir nefis muhasebesi yapmalıyız “neden Risale-i Nur’un dünyada dahî bir vesile-i saadet olduğunu en yakınlarımıza bile anlatamamışız ve neden bize bakıp da Risalelerden aldığı kuvvet ve imân olmasa idi bu kadar iyi bir halde olamazdı” demiyorlar? Ah ki ah…
Okuduğumuz hakikatlerin hayatımıza yön vermesi ve çekidüzen vermesi için acil ve ihtimamla çalışmalar yapmamız gerekiyor. Hem şahsî hem içtimai hayatımızda buna mâni olan pek çok hastalığa maruz kalmışız. Bir ızdırabın neticesi olarak biraz saded harici girdi kusura bakılmasın.