İkinci Şua’ya doğru giden yolda “İsm-i Ferd” menziline gelmiş bulunuyoruz. Ferd ismi azamı, Vahid ve Ehad isimlerini içine alıyor.Yani tazammun ediyor.
Pek çok risalede olduğu gibi Ferd İsminin Birinci İşaretinde de insan, küre-i arz (biz bazen dünya da diyoruz ama aslında aynı manaları ifade etmiyorlar) ve kainat üzerinden misaller veriliyor. Bu yaklaşımdan anlıyoruz ki insansız kainatı ve kainatsız insanı anlamak mümkün değil. İnsan, üzerinde yaşadığı küre-i arz ile ve zahiren içinde bulunduğu fakat bâtınen kendisi içinde taşıdığı kainattan kopuk olarak değerlendirilemez.
Bunun yanı sıra, Allah’ı tanımak ve marifetine çalışmak noktasında parça bölük düşünmekten kurtulup bir bütünlüğe ulaşmanın çok önemi olduğunu da anlıyoruz. İnsana, kainata ve küre-i arza bütünleştirici bir nazarla bakamadıkça ulaştığımız her hangi bir bilgi Allah’ı bilmeye ait bit bilgi statüsünü elde edemeyecektir. Zira Allah’ın tarif edicileri cemi masnuatıdır. Yani tüm eserlerine birden bakmakla Sanî tanınabilir. İnsanın bir küçük kainat oluşundaki sanat anlaşılmadan sanatkarı tanımak mümkün müdür?
Tek başına bakabildiğimiz ne varsa, o şeye teklik manasını veren Ferd İsm-i Azamıdır. Kainatın birliği, küre-i arzın birliği ve insanın birliği hep Ferd ism-i Azamının tecellisi iledir. Elbette birlik kelimesi kısır bir kelimedir. Vahdeti de ehadiyyeti de vahdaniyyeti de biz birlik kelimesi ile ifade ediyoruz fakat bu kelimenin, birliği ifade eden üç kavramın yerini tutamayacağı açıktır. Bu yüzden orijinal metinden beslenmeden maksut manayı anlayabilmek mümkün değildir.
Bir olan, tek olan her şey Ferd ism-i Azamından gelen bir tecelli ile bir olmuştur. Kainat, küre-i arz ve insan Ferd ism-i Azamından gelen sikke-i vahdet, sikke-i vahdaniyyet ve sikke-i ehadiyyete mazhardırlar ve bu mazhariyet ile bir teklik içinde görünebilmektedirler.
Mesela kainat pek çok mevcudattan müteşekkil iken bu mevcudat ve nevler tabiri caiz ise öyle bir uyum ve ahenk içindedirler ki bir tekini kim idare ediyorsa umumunu da onun idare etmesi kaçınılmazdır.Burada geçen muntazam fabrika çarkları misalinin İhlas Risalesi’nde de kullanılması çok manidardır. Kainatın mevcudatı arasında muntazam fabrika çarkları gibi bir yardımlaşma, cevaplaşma, birbirinin vazifesini tekmil etme ve kucaklaşma vardır. Bu uyumun Kur’ana hizmet edenler arasında da bulunması adeta kainattaki bu kanunlara yani, Ferd İsm-i Azamı’nın azami bir tecelli ile vaz’ ettiği bu kanunlara, muvafık hareket etmenin neticesidir. Yani dağılıp parçalanmamak ve yek vücut olmak ve öyle kalmak içinyegane yol budur. Kainatın mevcudatının dizginleri melaike elinde olduğu ve onlar da isyansız itaat eden mükerrem abdler olduğu için kainatın mevcudatı bu kanunlara harfiyyen itaat etmekte ve düzen bozulmamaktadır. Pek çok parçalardan oluşmasına rağmen birlik içinde hareket etmekte ve tek bir mevcut gibi intizamını muhafaza etmektedir. İşte bu, ferd İsm-i Azamından gelen bir cilve ile kainat yüzüne koyulan sikke-i vahdettir.
Küre-i arza baktığımızda ise sadece bahar mevsiminde birden ve birbiri içinde icâd edilen dörtyüzbin hayvan ve bitki nevinin idaresini görüyoruz. Bu bitki ve hayvan nevlerinin şekilleri, iaşeleri, cihazları ayrı ayrı iken her hepsi birden, bir arada yaratılıp idare edilmeleri, dengenin bozulmaması Vahid-i Ehad bir tek Zattan başka hiçbir parmağın o icad ve idareye karışamadığını gösteriyor. Yalnız emr-i İlahî ile insanların suretâ bir hizmetleri var.
İnsanda ve insanın sadece yüzünde yani simasında Ehadiyyetinmuazzam bir sikkesi görülüyor. AdemAleyhisselam’dantaa kıyamete kadar ne kadar insan var ise, ki indi İlahide mahfuzdur, hiç birinin siması birbirine benzemiyor. Fakat bu benzememeklik içinde de bir birlik var. Göz, ağız, burun gibi azalar her fertte aynı ve bu aynılık vahdetin şahidi. Fakat bu aynılık içinde ayrılık da var. Hiçbir fert bir diğerine tıpa tıp benzemiyor. Her insanda bir alamet-i farika var yani onu diğerlerinden ayıran işaretler var. Bu, aynı zamanda insanın diğer nevlere olan üstünlüğünün de göstergesi. Her bir insanın bir ruhu var ve bir tek ferdi bir nev hükmünde. Sairnevlerde ekseriyetle fertler arasında böyle bir alamet-i farika yok. Mesela aynı cinsten olan balıkları birbirinden ayıracak alametleri yok. Ama Adem Aleyhisselam zamanından kıyamete kadar gelen tüm insanlarda ise her ferdinde alamet-i farika var. Ve her insan ismiyle, resmiyle, cismiyle haşredilecek. İşte bu alamet-i farika ise Ehadiyyetin bir sikkesi. Yani ancak Ehad olan Zata ait olabilir. Öyle ise bu simayı yapan Zat, herşeyi elinde tutmakla beraber bir tek şeyi elinde tutan Zat’tır (cc). Bütün fertlerin sahibi olmakla bir tek ferdin de sahibi olandır. Ve bir tek fert ile bunu ilan etmeye kâdirdir. Her bir fert ile tüm fertlerin sahibi olduğunu gösteriyor, bildiriyor.
Simaları bile birbirine benzemeyen insanların elbette fıtratları da ayrı ayrıdır ve bu insanları toptancı bir yaklaşımla eğitmek veya idare etmek açıkça zulüm olacaktır. Birine şifa olan diğerine zehirdir. Her bir insan farklı ve özeldir. İstibdat ve baskı ile bir tek kalıba bu şerefli mahluku mecbur tutmayı istemek ise açıkça fıtratına zıttır. Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın, kendisine aynı soruyu soran farklı fıtratlardaki insanlara verdiği cevapların farklı farklı olması ne kadar da hikmetli değil mi? Bununla beraber ferdin hukukunu muhafaza eden cemiyetlere her ferdin ihtiyacı vardır. Kendisini ümmet ile birleştiren ama kendi fıtratından kopartmadan bunu yapan birlikteliklere… Bu küçük not da tek başına bir fert olarak burada yerini aldı.
Ferd isminin azami tecellisi ile kainata koyduğu sikkeler Yirmiikinci Söz’de ve Otuzüçüncü Mektup (aynı zamanda Otuzüçüncü Söz) de tafsilatı ile izah edilmiş.
Demek ne ki birliği var ve tek başına bir bütün olarak nazarımıza görünüyor, işte o şey Ferd ismine mazhardır. Bir tek mevcut olmak, parçalardan da oluşsa bir bütünü temsil etmek, idare cihetinde tek bir elden idare edilmek gibi vahdet ve ehadiyyete ait manaları okutturan her mevcut Ferd ismine mazhardır. İnsan ve küre-i arz ve kainat ise bu manaları en açık ve net okutturan ayinelerdir. Okuyabilen ve tefekkürle bakabilen için belki her bir an, her bir dakika, her bir gün hatta her bir hadise de bir ayinedir. Muhatap olduğu her ferd bir ayinedir. Hele bir insanla muhatap olmak ve bir insanı okumak, onun ayinesinde görünen manalara bakabilmek derin ve nihayeti olmayan bir okyanusa dalmak gibidir.
Elbette bizim gibi “çok az bir yaşlık kalmış” zamanda yaşayan, imanın taze meyvelerine hasret kalınan zamanda olanlar için Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam hiç gözümüzü ayırmamamız gereken bir ayinedir. Allah’ı bilmek, birlemek, yaklaşmak isteyen kimse O’ndan gözünü ayırmamalı, adeta her hareketinde “doğru oldu mu?” dercesine Fahr-i Kainat (asm) a bakmalıdır. Her isim gibi, Ferd isminin dahi en azam mertebesine mazhar olan ve her mertebede bu isme ayinedarlık eden Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’dır. Kainat ve eflak O’nun gibi bir başka ferd görmemiş ve görmeyecektir. Zira O(asm) kainat ağacının çekirdeği ve aynı zamanda en kamil meyvesidir. İnşallah İsm-i Ferd bahsi içinde Efendimizin bahsi de gelecek.
Ferd isminin diğer işaretlerinde seyr-ü sefer etmek niyeti ile...