Kudretin nisbeti kanunidir
Zat-ı Ferd-i Ehad’in kudretine nisbeten en büyük şey en küçük şey kadar kolay olması, tüm efadıyla beraber bir nev’in, bir fert kadar rahat yaratılması ve en küçük şeyin de en büyük kadar san’atlı olması üzerinde düşünmeye devam ediyoruz. Yani; İsm-i Ferd’in Dördüncü İşareti’nin Birinci Noktası içindeki ilk meseleyi. Evvelki yazılarımızda kudretin zâtiyetive taallukunun eşyanın melekutuna oluşu hakkında düşünmüştük. Şimdi üçüncü bir madde olarak “kudretin nisbeti kanunidir” meselesi üzerinde duracağız. Bu meseleler üzerinde tefekkür etmek, İkinci Şua’nın İkinci Makamı’nı, hususen de İkinci Muktazîsi’ni ve en sonundaki ‘Uzunca Bir Hâşiye’yi anlamamızı kolaylaştıracak inşallah.
Malumunuz olduğu üzere, Risale-i Nur’da temsiller sıkça kullanılır. Bu temsiller külli bir hakikatin ucunu hususi bir maddede bize göstermek içindir. Böylece göz ile göremeyeceğimiz, hatta aklın dahi ihata etmekte zorlandığı bir hakikati göz ile görmüş gibi kanî oluruz. Bu temsiller mantık ilminde kat’î bürhan diye adlandırılan ve delilden de daha ileri olarak o hakikati gösteren bürhanlardan daha yakînîdir.Yani; biz hususi bir maddede, bir cüzde, bir fertte o kanunun ucunu görsek, işlediğine şahit olsak, o kanundan şüphemiz kalmaz ve umum zaman ve mekânda cari olan o kanunun eserine aşina oluruz, artık onu nerede görsek tanırız. Fertlere bakarken de bu kanun cihetinden bakabiliriz. Bu kanunu bir matematik formülü gibi, farklı meselelerde ve alanlarda uygulayarak uzak kaldığımız hakikatlere ulaşmak için bir asansör gibi kullanabiliriz.
İşte, kudretin nisbetinin kanunî oluşu da bize bazı sırları gösteren temsiller vasıtasıyla izah edilmiş. Fakat bu izahın hemen ardından kudretin, bu sırların küçük ölçüleri ile tartılamayacağı ve münasebete girmeyeceği, sadece kudretin faaliyetini akıldan uzak görmememiz için ve cüz’i anlayışımızı bu külli hakikate yakınlaştırmak için zikredildiği uyarısında bulunulmuş. Yani; kudretin faaliyetini tamamen anladım, Allah kudreti ile bu kainatınasıl çekip çeviriyormuş tam anlamı ile derk ettim diyebilmemiz için değil de “nasıl olur da Allah kudreti ile bunca işleri bir anda, intizamla, karıştırmadan yapabilir aklım almıyor, akıl bunu nasıl kabul etsin” gibi şüpheleri tardetmek için bu temsiller yolu ile bu sırlar izah edilmiş. Yoksa elbette akıllar kudretin azametini idrakten acizdir. Ancak kalb ile beraber yol alıp kalbden nurunu almak ile bir derece geniş bir nazarla bakabilir. Ve kendi ruhunda kudretin tasarrufuna şahit olmak ile koca kainattaki işlerin nasıl olduğunu, kabiliyeti nisbetinde, anlayabilir. Yoksa afaki tefekkürde tafsilli giderse boğulma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Şimdi kudretin nisbetinin kanunî oluşunu izah eden sırlara ve o sırlara bizi taşıyan temsillere bakalım:
- Nuraniyet sırrı
- Şeffafiyet sırrı
- Mukabele sırrı
- Muvazene sırrı
- İntizam sırrı
- İtaat veya İmtisal sırrı
- Tecerrüd sırrı
Bu sırlar On Beşinci Şua’da kudretin delillerinin anlatıldığı kısımda da hem tafsilli hem de temsili hakikatle birleştirerek izah edilmiş. Belki de bu Şua Otuzuncu Lem’adan yaklaşık on dokuz sene sonra yazıldığından ve belki de makam itibari ile daha yüksek olmasından burada (İsm-i Ferd’in Dördüncü İşaretinde) o risaleye atıf yapılmamış. Onuncu Söz, Yirmi Dokuzuncu Söz ve YirminciMektub ise Otuzuncu Lem’adan daha evvel telif edilmiş. Yine Mesnevi-i NuriyeninHubab Risalesinde bu sırlara işaret eden temsiller yerini almış.
Nuraniyet sırrını bize yakinen gösteren temsil şu ki; eğer güneş kendi ihtiyarı ile ziyasını veriyor olsa, koca bir denizin yüzüne ziyasını vermek ile bir tek küçük su damlasına ziyasını vermek arasında güneş için fark olmaz. Yani; bir tek katreye ziyasını vermek kolaylığında bir okyanusun yüzüne de ziyasını verir. Güneş için, damlaya ziyasını vermek daha kolay, denize vermek daha zor değildir, arada bir fark yoktur. Aynen bir cihette latif ve nurani olan bir kelime için bir kulak ile binler kulak bir olması gibi.
Nuranî olan şeylerde öyle bir özellik var ki bir anda pek çok işi yapabilir, pek çok yerde bulunabilir, binler işi bir iş kolaylığında görebilirler. On Altıncı Söz’de akla kabul ettirecek îzahlar var bu konuda. Mesela, nurdan yaratılmış mahluklar olan melekler de bir anda hadsiz yerlerde bulunup çok işleri bir anda görebilirler, Azrail Aleyhisselam’ın binler ruhları aynı anda kabzetmesi veya Cebrail Aleyhisselam’ın aynı anda hem İlahî huzurda hem Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın meclisinde hem başka yerlerde de bulunması gibi. Güneşi inkar eden kimse olmadığından (sofestailer müstesna) bu sırrı güneş üzerinden îzah etmek elbette daha kuşatıcı olacaktır. Zaten Külliyat’ta da güneş üzerinden misal verilmiş. Zira melaikeyi inkar eden birine Allah’ın kudretini melaike üzerinden misallendirmek akıl kârı değildir. Melaikeye imanı olsa da akılların gözlere indiği, maddiyyunluk vebasının kol gezdiği asrında göz ile görünen üzerinden izah etmek tam da mutabık-ı muktezayı haldir.
Madem maddi, hâdis (sonradan yaratılmış), mümkin bir mahluk olan güneş, nuranî olması hasebi ile,böyle bir işe mazhar olabiliyor; nurların nuru, nurların yaratıcısı, nurları tedbir eden ve bütün nurların menba’ı olan Zat’ın ezelî kudreti, bir zerreyi ve bir sineği yaratmak ve tedbir etmek kolaylığında gökleri ve yıldızları yaratıp tedbir etmesi akıldan uzak görülebilir mi? Güneş gibi, maddi nuranî bir mahluka böyle bir hasiyeti veren Zat için nuranî kudretine ağır gelen bir şey olabilir mi?
Şeffafiyet kanununu gösteren temsil:güneşin aksini almak ve yansıtmak konusunda, şeffaf bir zerre ile denizin geniş yüzü denktir. Yani; güneşin aksi her ikisinde de aynı şekilde görünür. Nuraniyet kanunu, kudretin bir özelliğini anlamamıza yardımcı olurken, şeffefiyet kanunu da makduratın (kudretin yarattıklarının) bir özelliğini ve o kudretin karşısında hiçbir şeyin nazlanamayacağını anlamamıza yardımcı oluyor. Eşyanın melekutunun şeffaf olması iledir ki, küçük ile büyük, az ile çok arasında bir fark olmuyor. Bir tek zerre nasıl kudretten gelen emirlere anında inkiyad ediyor ise, kainat da aynı şekilde inkıyad ediyor. Şeffaf zerrede görünen güneş ile deniz yüzünde görünen güneş aynı mahiyet ve hüvviyette görünmesi gibi, zerre ile kainataynı kudretin eseri olmak noktasında birbirinden farklı değil. Yani; zerredeki kudret az bir kudret, kainattaki kudret çok bir kudret değil. Kudretin zatiyeti konusunda da değindiğimiz gibi kudretin zıddı olmadığından azlık çokluk söz konusu olamaz. Fakat burada başka noktadan bakıyoruz.Makduratın kudret karşısındaki durumu noktasından.
Mukabele sırrını gösteren temsil:ellerinde ayine bulunan fertlerden oluşan bir dairenin merkezinde elinde bir mum veya lamba tutan bir fert olsa, merkezdeki mum, kolaylıkla tüm ayinelerde akseder.Bu sırrı müstakil bir yazıda misalleri ile işlemek üzere şimdilik üzerinde durmayacağız.
Muvazene sırrını gösteren temsil: bir fevkalade terazi bulunsa, öyle bir terazi ki iki kefesine iki dağ konulsa veya iki zerre, onları tartar. Hem çok hassas hem de büyük bir terazi. Bu terazi ister birbirine denk iki dağ, isterse birbirine denk iki zerre ile dengede iken bir kefesine küçük bir ceviz ilave edilmek ile terazinin bir gözü dağ başına çıkar, diğer gözü dere dibine iner. Aynı kuvvetin sarfı ile o iki dağın veya iki zerrenin dengesi bozulur. Terazinin gözlerinde ne bulunursa bulunsun aynı kuvvet bu şekilde dengeyi bozabilir.
İşte yaratılmadan evvel tüm mahkulatınadem ile vücutları da böyle birbirine denktir. Eğer bir vücud (varlık) vacib değilse yani; yokluğu asla söz konusu olamayan, varlığı zarurî olan değilse. Ve de mümtenî yani; var olması söz konusu olmayan, varlığı mümkün olmayan değil ise buna mümkinvücud diyoruz. Mümkin vücutların varlığı ile yokluğu, bir sebep bulunmazsa denktir yani; varlıklarını zarurî kılacak ya da var olmalarına mani olacak bir şey yoktur. İşte ister bütün fertleri ile kainat olsun, ister ise bir tek sinek olsun mümkindir, adem ile vücudu muvazenededir. Kurdeti ezeliye bu muvazeneyi kolayca bozup ademden vücuda çıkartır.
Bir sonraki seferimizde intizam sırrı ile devam etmek temennisi ile…