M. Kemal'in hayata gözlerini yumduğu gün, o hayata açmış gözlerini: 10 Kasım 1948.
Hangi saikle bilinmez ama âilesi küçük kıza "Nur" ismini vermiş; Nur Serter. Babasının ismi "Muhammed-ül Emin"den bozma Mehmet Emin, annesininki Fahrünnisâ. İsimler âilenin dinî atmosfere yakınlığını fısıldıyor. Belki de sönmekte olan bir irfânın son izleri...
Nitekim Mehmet Emin Bey karşımıza 27 Mayıs melâneti vesilesiyle bir vatan kurtarıcısı(!) olarak çıkıyor: İstanbul Örfî İdâre Kurmay Başkanı... Sonra Talât Aydemir Cuntası ile irtibatı tespit edilip ordudan uzaklaştırılıyor. Kaynaklar Talât'la akraba olduklarını da kaydediyor.
Cuntacı babanın kızı Nur Hanım'ın hayatı da zikzak ve kırılmalarla dolu. Ülkücü câmiadan misyoner tarîkâtlara, sosyalizmden Kemalizme kadar devrin hemen bütün düşünce ve hareket mâbedlerinde arz-ı endâm etmiş. Bu ziyaretlerin gönüllüsü müydü, bir mihrakın temsilcisi mi; bilmiyoruz...
Onu bu memleketin yakın tarih hâfızasına nakşeden asıl icraatı İstanbul Üniversitesi'nde kurduğu "İkna Odaları"... Başörtülü okumak isteyen kızları soymak için kurduğu bu odalarda "ikna" adı altında bir "havârî" edâ ve coşkusu ile gösterdiği gayret, hasım da olsak, takdire şâyândı. Gencecik kızların hayat dolu gözlerinden sel gibi boşalan gözyaşlarına robotlaştırılmış bir işkenceci tavrı ile kayıtsız kalıp onları soymanın hazzıyla kasılan "Nur", hafızama keskin bıçak gibi saplanmış, olduğu yerde duruyor.
Zirâ, eşim bu zâlim zihniyet ve zorbalığın eseri olarak tahsilini yarıda bırakmış, kızım ise üniversitenin kapısından içeriye adımını atamamıştı. Suçları, başlarının örtülü olması.
İtiraf etmeliyim ki, çok az zulüm, çok az haksızlık Nur Serter'in "İkna Odaları"nı suret-i haktan görünerek ama küstah bir dudak bükme ile ekranlardan ballandıra ballandıra anlatması kadar canımı yakmıştır. Zulmün en can acıtıcısı küstah olanıdır; acınızla dalga geçeni, postal yalamanızı bekleyeni...
CHP milletvekili Serter'in başı nihâyet "İkna Odaları" zulmü ile derde girmeye başlamış, mutlaka da girecektir, girmeli... Zirâ, zulüm âbâd olursa, zâlimlerin sonu gelmez.
Öğreniyoruz ki, "İkna Odaları"nı bir de kayda geçirmiş Serter. İfâdelerinden de anlaşıldığı gibi, bunlar işine yarayacak kayıtlar: "Kendimi hukuk karşısında korumak için ikna odası kayıtlarını aldım." diyor. Belli ki, işine yaramayacakları ya kaydetmemiş ya da imha ile kurtulmuş onlardan.
Anlıyoruz ki Serter, "İkna Odaları" câniliğinde yalnız da değil kendisi gibi bir alay hoca kılıklı işkenceci ile birlikte hareket etmiş. İsimlerini söylemiyor ruh ikizlerinin, sebebi ise göz yaşartıcı: "O görüşmelere katılan öğretim üyelerinin bir kısmı hâlâ üniversitede. Kasetlerin açıklanması şimdi o insanları kamuoyunun, aslanların önüne atmak, kimliklerini ifşa etmek gibi bir sonuç da doğurur."
Zulümde had tanımayan Romalı muktedirler arenalara yarı çıplak vaziyette insanları atıp aç aslanlara parçalattırır ve bu şenaati çığlık çığlığa seyrederlermiş. Serter, "kamuoyu"nu arenanın aslanlarına, ekibini de Romalı çıplaklara benzetiyor. Ve bu isim milletvekili vasfı taşıyor, milleti arenadaki aslan gibi canavar gören bir vekil, üstelik de Prof. yaftalı...
Evet, zulüm âbâd olmaz, olmamalı... Nur Serter, on binlerin hayatını söndüren başörtüsü zulmünün mimarlarından en fütursuz ve en küstahı olarak mutlaka hukuk karşısına çıkarılmalı ve hesap vermelidir. Diğerleri de tabiî. Adalet dünyada tahakkuk etmese bile âhirette zâlimlerin hak ettiklerini mutlaka bulacaklarından emin olmanın huzuru içindeyiz.
Bugün