Saçıp savurmak, eldekileri hesapsızca harcamak ve sonra kınanmış bir halde kalmak elbette arzu edilen bir durum değil. Fakat iktisatlı davranmanın da cimrilik olarak anlaşılmaması önemli. Aslına iktisata riayet etmek yani muktesit olmak bir kalıp davranışı hayatımıza yerleştirmekle de özdeşleştirilemez. Yani muktesit demek her zaman az para harcayan insan demek değildir. Yerine ve zamanına göre, duruma ve şartlara muvafık olarak en uygun harcamayı yapmaktır muktesit olmak. Kısılmaması gereken yerde kısmak da cimrilik ve durumun gereğine uygun hareket etmemek olur.
Meşhur yedi Abdullah’tan Hz. Ömer Radiyallahu anhın oğlu Abdullah’ın Risale-i Nur’da zikredilen meşhur kıssası bu konuda ufuk açıcıdır. Bu mübarek zat çarşıda çok az bir para için sıkı pazarlık ediyor, evinin yanında da iki ayrı fakire iki altın veriyor. Bu davranışının hikmetini sorana da şu cevabı veriyor: “çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemal-i akıldan ve alışverişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadakatin muhafazasından gelmiş bir halettir, hısset değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemalinden gelmiş bir halettir. Ne o hıssettir ve ne de bu istaftır.”
Demek ki bir muhtaca bir altın vermek israf değil, çarşıda ise pazarlık etmemek geniş gönüllülüğün alameti değil.
Biz bir hakikati hayatımızda yaşamaya gayret gösterirken pek yanlış olarak kalıplar çiziyoruz. Mesela ben muktesit olacağım o zaman her zaman ve her koşulda az para harcamalıyım, ne olursa olsun minimum harcamayı yapacağım diyoruz. Bu ölçünün yanlış olduğunu da bize gösteriyor yukarıdaki kıssa. Bir hakikati yaşamak demek kendimizi bir kalıbın içine koymak demek değildir. Hakikat latiftir, her koşula ve duruma ve muhataba göre farklı görüntüleri vardır. Ramazanda oruç tutarız ama kafirle cihada gidilirken, seferde iken, hasta iken tehir edebiliriz.
Elbette bizim okullarda aldığımız eğitim kafamızda kalıplar ve bölmelere sebep olmuş. Ya siyah ya beyaz diyoruz, ya hep ya hiç yapıyoruz. Eğer muktesit isem asla çok para vermem hiçbir şeye diyoruz. Halbuki muhtaç bir kardeşime ihsanda bulunmak noktasında bunu ölçü alamam. Bu cimrilik olur.
Muktesit olmak yerine ve zamanına göre, muhatabına göre değişik davranmayı gerektiriyor demek ki.
Her fıtratın, her insanın da kendi fıtratına göre ayrı görünüş sergileyen bir iktisat anlayışı olabilir. Bazen aynı davranış bir kişi için iktisat iken diğeri için israf olabilir. Mesala bir hanım eşinin alacağı hediyenin maddi değerini kendisine verdiği değerin bir göstergesi gibi kabul ediyorsa (tabi bu tedavisi gereken bir hastalık olmakla beraber) bu beyefendi hanımına pahalı bir hediye alabilir bazen. Elbette bunlar çok görecelidir durmadan pahalı hediyeler alıp durmak da israf olur. Ne yazık ki bizler birbirimize gerçek değerimiz (Allah’ın kulu olmak) üzerinden muamele edemediğimizden ne kendimizi ne de muhatabımızı pahalı hediyelere boğmadıkça kıymetli hissedemiyoruz. Gerçek değerini hissetmek de önemli bir ihtiyaçtır zira arzın halifesi olan insanın kıymetsizlik hisleri taşıması vazifesini hakkıyla yerine getirmesine engel olabilir.
Bazı insanlar da iktisata riayet etmek adına kendilerini öyle bir sıkıntıya sokar ki harcamalarım az olsun derken ömrünü israf eder. Tüm gününü bir ürünün ucuz olduğu yeri araştırmakla geçiren amcalarımız vardır. Parası gitmez de ömür sermayesi gider iktisat uğruna.
Bir şirket kar mı ediyor zarar mı nereden anlaşılır? Girdi ile çıktıyı mukayese edersiniz. Yani gelirinizden yaptığınız tüm harcamaları çıkarınca geriye artı değer kalıyorsa işte o kardır. Bir işimde muktesit miyim değil miyim bunu anlamak için de benzer bir ölçü kullanabilirim. Bir arkadaşımı yemek ısmarlamak için lokantaya götürsem ve sırf iktisat edeyim diye ona ekmekle su ikram etsem bunun adı nedir? Benim orada takip edeceğim gaye arkadaşımın memnuniyeti ise iktisat adına bu tuhaflığı yapamam değil mi? Ama makul olmak noktasında da onu gücüm yetmeyecek bir lokantaya götürmem. Yani elde etmek istediğim gayeye göre harcama yapabilirim. Kaz gelecek yerden tavuğu esirgememek bunun ifadesimidir bilmem.
Öyle görünüyor ki muktesit olmak bir davranış kalıbını benimsemek değil bir hakikati hayatımıza yerleştirmektir. Muktezayı hale mutabık hareket etmektir. Elbette adaletli olmak da önem arz eder bir evladım lükse düşkün diğeri de mütevazi yaşamayı tercih ediyor diye tüm malımı lükse düşkün evladıma da veremem değil mi? aynı nefsimin her istediğini yerine getirmeyeceğim gibi.
Demek muktesit olmak demek her zaman ve her koşulda az para harcamak demek değildir. Eğer gücünüz varsa ve bir komşunuz evsiz ve işsiz kalsa ona bir dilenciye verdiğiniz parayı mı vereceksiniz?
Bazı insanlar da ben muktesit olamam der ya da düşünür ama aslında bu ölçüyü yani iktisatın ne olduğunu bilmedikleri ve iktisat içindeki lezzeti tatmadıkları içindir. Halbuki muktesit olmak gereksiz ve bizi boğan fazlalıklardan kurtulmak demektir ve insanın hayatını kolaylaştırır. Her şeye hakkı kadar değer vermeyi öğretir. Boş yere dünyanın kölesi olmaktan kurtarır. Dünya insana hizmet için vardır insan dünyaya hizmet için değildir. Aklımızı yitirmemişsek hizmetçimizin ayağını öpüp ona hizmetkarlık etmeyiz. Bana verilen sermayeyi dünya hayatım için tüketirsem karşılığında ne kalacak ki elimde? İster baklava yiyim ister peynir cesedim aynı kabre girecek. Baklava ile besleneyim ki beni yiyecek börtü böcek bayram etsin demeyeceğim her halde.
Çok dua etmeliyiz. Tüm ömrünü dünya malı için harcayan ve para kazanmak için kendini heder eden ve kazandığını da bir baskı ve cendere içinde harcayan ve kazandığı her kuruş kendisi için bir stres unsuruna dönüşen insanlar Allah’ın kendilerini ne için yarattığını fark etmezlerse sağlık harcamalarını karşılamak için çok daha fazla çalışmak zorunda kalacaklardır.
Helalinden kazanıp ferahla ve iktisatla harcamak, harcarken de kendimize ve ehlimize zulmetmemek duasıyla…