İktisat eden kişi, nimetin kıymetini bilip, ona karşı güzel bir hürmetini sunan kişidir. Bilmeliyiz ki israf eden kişi, o nimeti hafife almış, hiçe saymış, demektir. Fakat günümüzdeki anlayış çok farklı. Sanki israf eden kişi; zengin, cömert bir insan, iktisat eden insan ise; cimri, haris, mala düşkün olarak damgalanıyor. Tabii burada iktisatlı bir insanla cimri bir insanı karıştırmamak gerektir. Cimri insan malına canından fazla değer verip, her zaman daha fazlasını isteyip, elindeki varlığı da rahat kullanamayan, zengin fakirlerdir. İktisatlı kişi ise nimetin değerini bilip gereksiz harcamaz, fakat gerektiği yerde bolca harcamadan sakınmaz, yani ölçüyü tutturmuş yerli yerinde harcamayı bilen insandır.
İsrafa gitmemek ve yol açmamak için üretim ve tüketimin her alan ve aşamasında akla, bilime, beceri ve maharete yer vermek gerekir. Toplumda bazı önemli iktisadi ve israf alanlarına bunların en başında şüphesiz tabii kaynakların israfı; en başta toprak olmak üzere, su kaynakları, madenler, tabii bitki örtüsü, tabii canlı varlıklar ve genel olarak çevre israfı gelir. Bütün bunları akılsızca, hor ve iktisadi olmayan biçimde kullanmak ve yok etmek en ileri boyutta bir israf olayıdır.
Bir kişi var ki iktisatlı; bize göre belki de cimri, ama bakıyoruz ki; hiçbir nimeti ziyan etmiyor. Ölçülü alıp, ölçülü pişiriyor, misafir geldiği zaman ise sofrası herkese açık. O insan nimeti verene hürmet ediyor, nimeti önemsiyor ve Allaha’ a şükrün manasını tam biliyor.
Evet şu anda yağmur yağıyor, havalar elverişli, toprak uyumlu, bu yüzden her yer güzel bitki ve meyveler ile dolu. Ya tersi olsa, kıtlık baş gösterse, bir damla suyun, bir başağın, bir elmanın kıymeti nedir, biliyor muyuz? Bu yüzden bir nimetin var olduğunu değil, yok olabileceğini düşünüp, o şekilde hareket etmek, zayi etmemek gerekir.
Müsrif kişi ise bolluk zamanında her şeyi zayi edip, israf eder, çevresindeki insanlara bol harcama ve yaşantısı ile kendini bu şekilde ifade etmeye çalışır. Böylelikle nefsani duygularını tatmin eder. Ama yokluk baş gösterip, maddi durumu bozulunca birden sarsıntıya uğrayıp, iktisatlı geçimden bihaber olduğu için isyankâr bir insan olur. Devamlı halinden şikâyetçi, mutsuz, umutsuz bir insan haline gelip, herkese durumunu arz eden muhtaç durumuna düşer.
İnsanlar kanaat eğitimine tabi tutulursa zararlı hırsları giderilmiş veya kendilerince denetim altına alınmış olur. Hırs, kısa sürede kişiyi yıpratıcı ve topluma zarar verici olmadığı zaman faydalıdır. Yaratılışta insanların mala karşı çok hırsları vardır.
Hırsın terbiye edilmesi açısından kanaat eğitiminin çok büyük faydaları vardır. İnsan çalışarak çok servet elde edebilir. Fakat edindiği serveti hırsı yüzünden çok az görüp harcayamaz. Böylece büyük bir servet içinde fakir gibi yaşar.
Kanaat ise insandaki yersiz korku ve tedirginlikleri bertaraf eder. Kanaat; yeme, içme ve diğer ihtiyaçları kullanmada az ile yetinip fazlasını istememektir. Kanaat çok basit bir hayat yaşamak anlamına gelmez. Ayrıca servet sahibi olmak da kanaate aykırı bir durum değildir. Servet edinmek bir haktır, ancak onun kötüye kullanımı doğru değildir.
Ticaret alanından kanaatkâr esnaf, halk ve müşteriler için büyük önem taşır. Çünkü kanaat; aşırı kar istememeye ve sun’i fiyat artışlarına engel olur. Kanaatsizlik, iç kaynakları kurutan bir ruh halidir. Manevi eğitimle bu olumsuz etkiden kurtuluruz ve mal varlığımızla mutluluğumuza mutluluk katarız.
Her şey kalbin sükuneti içindir. Kanaat mal kazanmamak değil, mevcut mal ile yetinmek, başkasının malına göz dikmemektir.
Hırs hasarettir diye bir söz vardır. Çevremizdeki hırsla çalışıp, para kazanan insanların bir şeyi üst üste koyamadıklarını görürüz. Etrafımızda bu tür örnekler çoktur. Bakıyorsunuz erkek üst düzey bir yönetici, ayrıca bir şirketi var. Bununla yetinmeyen hanımı bir iş yeri açıp, işletmeye çalışıyor. Hırsla çalışmaktan dünya tatlısı çocuklarına ayıracak vakitleri yoktur. Akşam geç vakitlere kadar annelerini bekleyen çocuklar, annesini, babasını sayıklayarak uykuya dalarlar. Yıllar geçer, bu tempoyla, ama değişen hiçbir şey yoktur (maddi açıdan). Solan yüzler, gergin sinirler ve tükenmiş bakışlardan başka...
Bir gün bir arkadaşla dertleşirken, geçmiş günlerinde eşinin uzun müddet işsiz kaldığını, ellerindeki birkaç kuruş para ile borçlanmadan nasıl yaşadıklarını şöyle anlatmıştı; “Köyden gelen unla ekmeğimi yapıp, ucuza getiriyordum. O günlerde ıspanak çok ucuzdu. Pazardan 4-5 kilo ıspanak alıp, her gün ıspanağın bir çeşidini, bir gün kavurmasını, bir gün suflesini, mücverinin bir gün başemal soslu pişiriyordum ki çocuklar hep aynı tattan bıkmasınlar. Her hafta pazardaki fiyatı en uygun yiyeceklerden alıp, çeşitli şeyler yapardım. Bir gün kurabiye yapacaktım. Evde malzeme olarak pek bir şey yok. Greyfurtun suyunu sıkıp biraz yağ ve şekerle hamur yoğurdum. Üzerine sürmeye yumurtam yoktu. Salça sürüp attım fırına. O sırada komşular oturmaya gelmişlerdi. Kurabiyemi çok beğenmişlerdi. Eşim iflas etmişti. Kirada oturuyorduk. Eşim bir yerden alacağını tahsil ettiği zaman hepsini 4-5 aylık kirayı yatırıyorduk. Ondan sonra elimizde olan az bir parayla geçinmenin programını yapıyorduk. Eşimin işsizliği 3-4 sene sürdüğü halde hiç borçlanmamıştık. Eşimiz, dostumuz bizim maddi sıkıntı çektiğimizi hissetmemişlerdi bile.”
Maddi durumumuz bizim aile sırrımız olmalıdır. Birçok kişinin daha ayın yarısı gelmeden maaşımız bitiyor, ondan sonra kredi kartına yükleniyoruz, diyerek yakındıklarına şahit olmuşuzdur. Aslında bu tür yakınmaların açık olarak söylenmesi pek hoş bir davranış değildir. Bu bir ev sırrıdır. Gerekirse kuru ekmeğimizi çayla ıslatırız, ama bunu bizden başka kimse bilmemeli. Çevremizdeki insanların bizim maddi durumumuzu iyi bilmeli. Zengininde, fakirinde ağzında ekonomik sıkıntı, para yetmiyor, geçinemiyoruz sözleri. Maddi sıkıntıdan en çok bahsedip, yanıp, yıkılan kişilerin çoğunluğunu da geliri yüksek, birkaç yerden maaş veya kira geliri olan kişilerin oluşturması da olayın bir başka boyutu.
Diğer taraftan asgari ücretle hayat mücadelesi veren bir aileyi incelediğinizde, gayet mütevekkil bir yaşantı içinde hayat pahalılığı ile mücadele edip, şikâyet dahi etmeden, ayakta durmaya çalıştıklarını görürsünüz. Kanaat eğitimi almış bir kişi asla ev halini belli etmez. Misafirine en güzel yiyeceğini ikram eder, kendi ne bulursa yer, şükreder. Bir evde para az, yetmiyor ve “yok” kelimeleri çokça kullanılıyorsa o ev yok olmaya mahkûmdur. Yok diyen yok olur. Velev ki o eve milyonlar girsin yine yok olur. Ama az gelirli olup da halini iyi gibi göstermeye çalışan, şükreden çok kişi hem çevresinde saygı gördüğünü hem de zamanla maddi durumunun daha iyi hale geldiğine şahit olmuşuzdur.
senlermebrure@gmail.com