Birkaç yazıda bir yazıyı tartışacağım. Yazının kime ait olduğu önemli değil; çünkü bu fikirler bir yazara mahsus değil, İslamcılık ve İslamcılar üzerine konuşup yazan birçok kişi arasında ortak.
"Birincisi, bu ideolojinin temelinde yatan "ilahî sistem", "beşerî sistem" ayrımına dair. Bu ayrım bence hayalidir; çünkü İslamcıların "ilahî sistem" dedikleri şeyler de aslında "beşerî"dir. Çünkü, Kur'an'da ve Sünnet'te ne bir devlet yapısı ne de bir ekonomik sistem tarifi vardır; sadece bu alanlara bakan ilkeler vaz'edilir. İslamcıların yaptığı ise, bu ilkelerden türettikleri (ama aslında üstüne pek çok subjektif yorum kattıkları) kurguları "ilahî" sanıp kutsamaktır."
Burada İslamcılara atfedilen düşünce ve uygulama ictihad başladığı günden bugüne bütün Müslüman alimlere aittir. Ashab ve daha sonraki nesillerin alimleri (müctehidleri), yalnızca "ilklere" değil, konular ve meselelerle ilgili ayetlere ve hadislere da bakarak, bunları vazgeçilemez kaynak kabul ederek İslam'ı anlamaya, anlatmaya ve yaşamaya çalıştılar. İmam Şafi'î'nin deyişi ile önlerindeki nas (ayet ve hadis) gerekli şartları taşıyorsa (manası ve hükmünde ittifak varsa, ihtilaf yoksa), "zahirde ve batında hak ile hükmettik" dediler, eğer tek ravili bir hadise göre hükmedilmiş, din bilgisine ulaşılmış ise, alimlerin bu hükümde ittifakları yoksa "zahirde hak ile hükmettik; çünkü hadisi rivayet eden tek kişi yanılmış olabilir" dediler. Sonra icma ve kıyas yoluyla bilgi ve hükme vardılar, bunu ayet ve hadise dayalı olana nisbetle daha zayıf gördüler, ama hayatı dine göre yaşamak için başka çare olmadığından (her konuda ve meselede yukarıdaki nitelikte ayet ve hadis bulunmadığından) bu yöntemleri de kullandılar (Risale, fıkra nu. 599).
Müctehidler ve onlardan din bilgisi alanlar bu bilginin bir kısmının ilahi (zahirde ve batında hak) olduğuna inandılar, ictihad (yorum, tefsir...) yöntemi ile elde ettikleri bilgileri ise ilâhî sandılar (zahirde hak ile hükmettik dediler). Bir din bilgisinin ilahî olduğuna kesin inanmak veya sanmak (zannetmek) onu kutsamak ise, kelime bu manada kullanılıyorsa bütün müminlere göre bu bilgiler kutsaldır; kesin veya ictihada göre ilâhîdir, dînîdir, kaynağı itibariyle beşerî değildir, müminleri bağlayıcıdır. Bu konuda İslamcı mümin ile -eğer varsa İslamcı olmayan- mümin arasında bir fark yoktur.
"Çünkü, Kur'an'da ve Sünnet'te ne bir devlet yapısı ne de bir ekonomik sistem tarifi vardır..." deniyor.
Doğrudur; çünkü Kur'an yapılandırma ve tarif kitabı değildir; bağlayıcı bir irşad, hidayet, hüküm (emir, talimat) kitabıdır. Sayısız âyet müminlerin, "Allah'a ve Resulüne" itaat etmelerini emrediyor, bu iki kaynağın emirlerine ters düşen emir ve talimata ise uyulmasını yasaklıyor.
Buna göre bir devlet yapısı veya ekonomik sistem:
1. Kurulurken, tarif edilirken Kur'an ve Sünneti temel kaynak olarak kullanmamış ise (kullanmak şöyle dursun bunu sistemine aykırı da buluyorsa); yani laik ve seküler ise;
2. Sistem ve tariflerde İslam'ın temel kaynaklarına aykırılık varsa bu sistemler ve tanımlar İslamî değildir, zaruret hali dışında müminler bunları uygulamazlar.
Yeni Şafak