İlahiyatçılar, metodolojinin ve akademinin sisli atmosferi içinde İslam’ın bilgi edinme ve asli kaynaklarından hüküm çıkarma usulünü bir kenara bırakıp akademik metodu mümkün olan tek güvenilir ve kabul edilebilir yöntem olarak görmeye başladılar. Buna paralel olarak kullandıkları “üst dil” seküler bir dil oldu. Batı Hıristiyanlığı’nın temel sorunları (tarihsellik, hermenötik gibi) İslam’ın içine taşınarak İslam içinde de bu türden yapay sorun alanları icat edilmeye çalışıldı. İlahiyatçılar veya daha bilimsel adıyla ‘teologlar’ son tahlilde birer “teknik eleman”dır. Alim, arif, veli, müçtehit olmak için böyle bir eğitim şart olmadığı gibi gerekli de değil. Kaldı ki alim, arif, veli, müçtehit gibi sıfatlar çoğunlukla kazanılmaz, ehil ve liyakatli olanlara doğal bir şekilde halk tarafından verilir. Modernliğin kurbanları ve iflah olmaz savunucuları olan bazı ilahiyatçıların içine düştüğü şu garip hale bakar mısınız?
Biri çıktı, Kurandaki Kıssaların çoğunun mecazi/sembolik/metaforik kısacası masal olduğunu söyledi. (M. Halefullah) Bu eğilimin bizdeki en ateşin savunucusu Mustafa Öztürk.
Biri çıktı Ehl-i Kitabın da mevcut itikatlarıyla cennete gidebileceğini söyledi. (S.Ateş)
Biri çıktı, “Hz. İsa’nın da bir babası vardır” dedi. (M. Ali Lahuri)
Biri çıktı, 19. sözde mucizesine uymadığı gerekçesiyle Tevbe Suresi’nin son iki ayetini Kur’an’dan çıkarmaya teşebbüs etti. Ve ilk mealini öyle yayınladı. (E.Yüksel)
Biri çıktı, namazın beş vakit değil üç vakit olduğunu söyledi. (Y.N. Öztürk)
Biri çıktı, İslam da bildiğimiz anlamda “namaz” diye bir şeyin olmadığını söyledi. (İ. Eliaçık)
Biri çıktı, cinsel ilişki ile iftar açılabileceğini söyledi. (Z.Beyaz)
Biri çıktı, “Allah gaybı bilmez” dedi. (A.Bayındır)
Biri çıktı, “Kabir azabı yoktur” dedi. Ve bu iddiasını kanıtlamak için yaklaşık beş yüz sayfalık bir kitap yazdı. (M. Okuyan)
Biri çıktı, Kur’andaki ahkam ayetlerin değil sadece bütün Kur’an’ın tarihsel olduğunu dolayısıyla ahkamın bizi bağlamadığını söyledi. (M. Öztürk)
Biri çıktı, Hz. Adem’in (a.s) bir anne ve babasının olduğunu ve üstelik Evrim Teorisi’nin de nispeten gerçek olduğunu söyledi. (M. İslamoğlu)
Hz. İsa’nın (a.s) nüzulü, Mehdi’nin zuhuru, kıyamet alametleri gibi Ehl-i Sünnetçe “müsellem” olan hususları söylemiyorum, bu camia mabeyninde bunlara inanmamak bir itikat haline gelmiş çünkü. Bunları yazdığımızda veya söylediğimizde: “Maksadımızı anlamıyorsunuz”, “öyle demek istememiştik”, “yazdıklarımızın tümümü bağlamı içinde okuyun”, “bize iftira atılıyor” şeklinde bazı tepkisel eleştirilere muhatap kalıyoruz. Vaktiyle Allah Tasavvuru ve Kur’an Kıssalarının Tarihsel Gerçekliği gibi konularda meşhur ve tele-vaiz bir ilahiyatçı ile aramızda geçen bir tartışmadan dolayı: “sözleri mi çarpıtıyorsun, tetikçilik yapıyorsun, o ifadeleri kullandım ama muradım öyle değildi” gibi suçlamalarda bulunmuştu bana.
Aynı ilahiyatçı, Said Nursi merhumun “bana yazdırıldı” ifadesini “saçmalamak” olarak yorumlarken; Rudi Paret gibi İslam düşmanı bir oryantalistin Kur’an aleyhindeki açıkça iftira olan ifadelerini tekellüflü tevillerle aklamaya çalışıyordu.
Bunları niye yazıyorum? Şunun için: Kendi yazdıklarını mezkur gerekçeleri göstererek meşrulaştırmaya çalışan ilahiyatçıların nedense Said Nursi’nin “bana yazdırıldı” ifadeleri konusunda selefi, lafzi ve sathi bir tavır sergileyerek hemen öteleştirmeye ve yaftalamaya çalışıyorlar. Bu söz niye söylenmiş? Said Nursi’nin muradı ne? Bu sözle neyi kastediyor acaba? gibi anlamaya, kavramaya ve ön-kabulsüz davranmaya yönelik zerre miskal bir çabaya rastlamıyoruz.
Size ait nakıs kelamın arkasında bir muradınız olur da; hayatını, maddi/manevi bütün varlığını Kuran’a ve İslam’a vakfetmiş bir zatın ulvi kelamının arkasında bir muradı olmaz mı? İslam’ın azılı düşmanları oryantalistlere gösterdiğiniz yumuşak, müşfik ve özür dileyici tavrı İslam kahramanı bir zattan neden esirgiyorsunuz? Onların İslam aleyhinde yazdıklarına karşı bile bu kadar ön-yargılı ve müsamahasız değilsiniz -tam aksine- anlamaya çalışarak ve empati yaparak okuyorsunuz? Bu ikircikli tavrın sebebi ne?
Hasılı, kendileri ve oryantalistler için istedikleri ilmi dürüstlüğün yüzde birini Said Nursi ve Risale-i Nurlar için samimice isteselerdi inanın, hiçbir sorun kalmazdı ortada. Ama bu ilmi dürüstlük onların yamacında teğet bile geçmiyor.