Her siyasi hareket iktidar talep eder ve bunu elde etmesinin yolu olarak sandığa gider. İktidarı kullanır ama kullanma biçimiyle ilgili olarak bedel ödeyeceğini, çıktığı sandığa gömülme ihtimalinin olduğunu bilir. Bu bilgi onun vaatlerini, performansını ve sınır aşımlarını denetleyen en mühim sınır çizgisini oluşturur.
İnanç merkezli olsun olmasın, her sosyal, sivil toplum hareketi de siyasetçiden bir şey talep eder; ister kadına şiddete dur demek için, isterse askeri vesayetin tasfiyesi için, isterse inanç özgürlüğü için, iktidardan taleplerde bulunur. Kendisini enterese eden toplumsal sorunları dile getirmek, gidişatını takip etmek en doğal hakkıdır. Cemaatin de hakkıdır. Hatta bu yapının uzak ve yakın tarihte kendisine en çok eziyet eden kurumlarda yoğunlaşması, misal emniyette ve yargıda bulunmak istemesi, yahut o makamlardaki dostlarını desteklemesi de normal, doğal bir savunma refleksidir.
Peki ne oldu da, "cemaat" aynı dünya görüşünü paylaştığı hükümet partisi tarafından "paralel yapı" ifadeleriyle anılır hale geldi?
Sorun, cemaatin, meşruiyetini sandıktan alan siyasi otoritenin yetkisini, kendi yetkisiymiş gibi kullandığı algısının yaygınlaşmasıdır.
Son krizde buna bir de Emniyet nezdinde, siyasi iradenin yetkisini, siyasi iradenin aleyhine kullanma görüngüsü eklendi.
Doğası gereği "yönetmek"le ilgilenen hükümet ile doğası gereği "nüfuz etmek" ile ilgilenen camianın yol haritaları burada çatıştı. Ancak hoşumuza gitsin ya da gitmesin, hiçbir hükümet, milletin oy vererek meşruiyet sağladığı yetki şemsiyesinin altında kamu hizmetinden başka saiklerle hareket edebileceği ihtimali olan bir olguya hoş bakmaz.
Tabii buradan şu dersler çıkıyor: AK Parti düne kadar devlet refleksi diye bir şey var, kurucu ideoloji var, devlet felsefesi var diyen insanları "ayrı dünyaların insanları" olmanın verdiği kolaylıkla hemen "statükocu", "İttihatçı" vs. ilan ediyordu. Şimdi AK Parti, dün Ergenekoncu, İttihatçı kafası diye eleştirdiği isimlerle aynı şeyleri söylerken buluyor kendisini. Burada alınması gereken ibretler var.
Cemaat mensubiyeti bilinenler ise yıllarca köşelerinden mikrofonlardan "sivil siyasete müdahale" gibi görünen en küçük girişimleri, basit asker reflekslerini bile darbecilikle itham ettiler, "Sivil vesayet tehlikesi var" diyenlere "nüfuz ajanları" gibi karşı kavramlar türettiler, milli iradeyi hafife alanların nasıl tasfiye olacaklarına dair satırlar döşendiler.
Oysa günlerdir tartıştığımız, destekledikleri kurumların bal gibi "sivil siyasete müdahalesi". Ve şimdi, "kurucu ideolojisini" oluşturdukları "ileri demokrasi"den mustarip durumdalar. Burada da alınması gereken ibretler var.
Testereyi yaladıkça ağzı kanayan ve kendi kanının tadıyla sarhoş olan kedinin iş işten geçmeden aymasını, geriye dönüp "haklılığın ihtirasıyla" atılmış adımlarını tadil etmesi lazım. Umarım yaşananlar toptan bir sorgulamaya ve hatalarla, aşırılıklarla yüzleşmeye vesile olur.
Öte yandan siyasi iktidarın, gücünü tahkim etmek adına yapacağı her tasfiyenin, fişlemenin kendi dilini çiğneyip yutmaya yeltenmek olacağını bilmesi lazım. Neden mi?
Şundan: Uzun yıllar boyunca dünyaya sadece iki tür Müslüman tipolojisi servis edildi. İlki sömürgeci, işgalci Batılı ülkelere karşı direnişe geçen, şehit olmayı dileyen, haklı isyanına rağmen çarpık ilişkiler ağı içinde zaman zaman kullanılan ve dünyaya "terörist!" diye lanse edilen İslamcı tipi. Diğeri şişman, üç karılı, petrol zengini Arap tiplemesi.
Said-i Nursi olmasaydı bu ülke "iman bahsinden" sınıfta kalabilirdi ve denilebilir ki Fethullah Gülen olmasaydı, Türkiye'nin dünyaya sunduğu "3. alternatif" diye bir şey olmayabilirdi. O alternatif, tebliğ ve temsil esaslı bir duygu, düşünce, davranış bütünlüğüne sahip olan yeni Müslüman tipolojisiydi. Bu, "proje" değil, sadece adanmışlıkla mümkün olabilecek bir idrak düzeyi idi ve bahsi geçen fedakârlığın kıymeti ancak aynı duygu düşünce hattının bir benzeri tarafından anlaşılabilir.
Benzeriyle konuşmayı, uzlaşmayı beceremeyen bir siyaset tarzının ileri demokrasi iddiası akim kalır. Zira demokratik siyaset için her şeyden önce, hiç değilse, benzeriyle geçinebilme kabiliyeti gerekir.
Haber Türk