Kişi ölüm gibi, geçicilik gibi, yaşlanmak, şefkatsizlik gibi temel varoluş ihtiyaçlarından kaçmak için bu ‘ilerleme’ düşüncesine yönelmiş olabilir.
‘İlerlemek’, bir kızıl elmadır, gözümüzü kendimizden ötelere kaçırır. Kendi gerçeğinden uzaklaşıp, şimdinin insanca yanlarımızı hatırlatan, ölümü, faniliği, yaşlanmayı, düşkünlüğü, yoksulluğu, sefaleti, toplumdaki adaletsizliği gözümüze sokan taraflarından kaçmak için ortaya sürülen bir pey akçesidir, ilerlemek. Hem bireyin hem de toplumun diri yanlarını, canlı duygularını, açık görüşünü, sorgulayan yanlarını söndürmek için ‘gaflet’le kolkola girmiş bir vaziyette gezinen bir eyyamcıdır, ilerlemek.
Hüzünlü Tolstoy, ‘İtiraflarım’ adlı eserinde kendi acıklı hayat sergüzeştini anlatırken, ruhunun çektiği acıların da bir resmini ortaya koyar. Ruhunu bir nefescik olsun avutmak için, kendini nelere ‘vurduğunu’ bir bir betimler. Savaşı görmüş, bir hiç uğruna sönen genç bedenleri görmüş, özenle dirhem dirhem büyüyen bir insan evladının küçücük bir kurşun parçasına nasıl mağlup olduğunu müşahede etmiş olan Tolstoy, varolmanın derin sorularına ve soruların yakıcı tedirginliğine uzunca bir vakit ‘ilerleme’ inancıyla karşı koymaya çalıştığını ibretle anlatır.
Bilim ilerlemekte, teknoloji ilerlemekte, insanlık ilerlemekte, toplumlar ilerlemekte ve Tolstoy da ilerlemektedir. Bu ilerleme daha da artarak hızlanacak, öyle ki insanın temel acılarına, kapanmaz yaralarına ilaç bulacaktır, ‘ilerleme gelecek dertler bitecek’tir. Fakat bu temennilerle uzun zaman kendini avutan Tostoy, bunun bir tür aldatmaca, kişinin kendi kendine oynadığı bir oyun olduğunu fark eder. Tek tek kişilerin veya toplumların bir susturulması, oyalanması, uyuşturulması için bir yalancı emzik olduğunu fark eder, kolektif gaflet diyebileceğimiz bir durum olduğunu hisseder. Vazgeçer…
‘İlerleme’ düşüncesinin iki türünden bahsedebiliriz: Bireysel ve toplumsal. Bir kişi, dünya nimetleri adına, ahireti ihmal ederek ya da ahiretin dünyaya içkin olduğu bilincinden uzakta, nicelik olarak çoğalmayı, okullar okumayı, kurslar görmeyi, kitapları karıştırmayı, mal-mülk edinmeyi, kariyer yapmayı, nüfuz ve makam sahibi olmayı, şöhrete ulaşmayı tek başına ‘ilerleme’ gibi düşünüp kendini avutuyor, aldatıyor olabilir. Kişi ölüm gibi, geçicilik gibi, yaşlanmak, şefkatsizlik gibi temel varoluş ihtiyaçlarından kaçmak için bu ‘ilerleme’ düşüncesine yönelmiş olabilir. Çünkü, Said Nursi’nin Mesnevi-i Nuriye’sinde gayet iyi belirttiği gibi, ‘Hidayet ve dalalette insanların dereceleri mütefavittir. Gafletin mertebeleri de muhteliftir. Herkes, her mertebede bu hakikatı tamamıyla hissedemez. Çünki gaflet, hissi ibtal ediyor.”
Gafletin değişik biçimlerde ortaya çıkmasıyla birlikte görünen en önemli yansıması, kişinin veya toplumun ‘dünyanın imarı’na yönelmeleridir. Gafletin hislerini iptal edip, hassasiyetlerini dumura uğratmasıyla birlikte kişi, hazcı anlamda şimdiyi yaşamaya ve bireysel dünyasını imar etmeye koyulur. Bu duruma zaman zaman ‘kişisel gelişim’ filan gibi isimler de koyabilir. Kişi kendi gelişimine adanmayı, kendi yetenek ve donanımını alabildiğine artırıp Rabbine daha geniş ve kapsamlı bir ayna olmak anlayışından uzakta, dünyanın fani yüzüne tutunmanın ve ruhunun çığlıklarını susturmanın bir aracı kılabilir.
Aynı durum, genel anlamda toplumlar için de geçerlidir. İlerleme, kitlelerin tamamen ekonomiye, teknolojiye ve yatay anlamda ilerlemeye endeksli bir şekilde, niceliklerin saltanatını yüceltmeye yönelik olarak sevkedildiği bir mecra durumundadır. Dünyanın bu nicel (kemmi) yönünden ve kafirlerin maddi iktidarlarından etkilenen müminler “ne yani biz hep paspas mı olacağız” diyerek hedef şaşırmakta ve itikadını bozmaktadır. Modern medeniyetin insanoğlunu varoluşun çölünde pusulasız bırakıp ve fakat sürekli ‘İlerleyelim beyler!’ demesi karşısında ‘Fakat nereye?’ sorusu bile sorulamamaktadır.
Haber7