Kabul buyurursunuz ki “ vesilenin mahiyetine” değil, “neticesine bakılır.” Ve “ Bazen olur ki bir anahtar, bir hazineden değerli olur.” hikmetleri gereği, her mümini ” hakikata isal ( ulaştırıcı) edici” bir “mürşit” ya da “meslek” var; bunun meşruluğunu herkesten ziyade kabul ettiğiniz, hem hayatınız, hem de eserlerinizin tasdikinde…
Size ve eserlerinize olan üstünkörü yakınlığımın şu satırlarla başladığını söylersem herhalde bana gücenmez; himmet ve tecrübelerinizden mahrum etmezsiniz ümidindeyim.
“ Vatsan taraflarında bir avuç gönüllü ile, Said Nursi siperde, at sırtında ve eli tetikte geçirdiği korkunç demlere rağmen “İşarat-ül-İ’caz” isimli eserini kaleme almaktadır. (Eserin asıl adının İşarat’ül-İ’caz , Kur’an-ı Kerim’in Mucizelik İşaretleri olduğunu da hayretle görmüştüm.)
Anadolu doğusundan gelen Rus istilası Bitlis önlerinde her türlü mukavemeti kırdıktan sonra, o âna kadar üç beş talebesiyle harika çapında işler görmüş olan Bediüzzaman’ı da esir eder. ( Burada bir bilgi hatası var yanlız; Hazret’in şehid düşen talebesinin sayısı sadece 500’dür!)
Bediüzzaman esirler kampında.
Kampta bir telaş… Rus orduları Başkumandanı ve Çarın kardeşi Nikola Nikolayeviç kampı teftişe gelmiştir.
Herkes ayakta, Said Nursî bir köşede çömelmiş oturmakta… Rus başkumandanı önünden geçerken ayağa kalkmaz. Başkumandan önceden mimlediği Bediüzzaman’ın önünden birkaç defa geçerek, onun hürmet vazifesini yerine getirip getirmeyeceğine dikkat eder.
Yine bir hareket yok…
-Beni her halde tanımadın!
-Hemen tanıdım. Rus orduları başkumandanı ve Çarın kardeşi Nikola Nikolayeviç.
-Öyleyse niçin ayağa kalkmadın?
-Bağlı olduğum din, ona aykırı olan bir insana, kim olursa olsun, hürmet göstermekten beni meneder!
Said Nursi Hazretlerini Rus Başkumandanına hakaretten Harp Divanına veriyorlar, kurşuna dizilmeğe mahkûm ediliyor; fakat son dakikada bunun din gayret ve bağlılığından ileri geldiğini düşünecek kadar insaf gösterip kendisini bırakıyorlar. (N.Fazıl Kısakürek,Son Devrin Din Mazlumları, b.d. Yayınları,22. basım, Nisan 2002, s.205)
Hele Bediüzzaman’ın esir kampındaki bir hayat safhasını, “ Devr-i Sabık”ın tatbikatlarından bazılarıyla irtibatlandırıp, her iki anlayışı kıyasladığınız bölüm ne mânalıdır:
“Bir gün, çevresinde 80-90 Türk subayı, dini telkinlerde bulunurken birdenbire aralarına giren Rus kumandanı, toplantıyı siyasi zannedip dağıtmak istiyor. Fakat mevzuun din ve İslamiyet olduğunu öğrenince ses çıkarmıyor ve:
-Dininizde serbestsiniz! Özür dilerim! deyip çekiliyor.
Bir de, Said Nursi’ye karşı bir Moskof’un gösterdiği insafı esirgeyen devirleri ve müslüman isimli şahısları düşünelim de ürperelim!..” ( N. Fazıl Kısakürek,Son Devrin Din Mazlumları, b.d. Yayınları,22. basım, Nisan 2002, s.206)
Bediüzzaman’la ilgili tesbitleriniz devam ediyor:
“ Çocuktaki saffet hissinin bir anda gerçeği sezici kuvvetiyle, kendisini akıllı ve kuvvetli sananların zaafını belirten bu misal, Said Nursi Hazretleri’ne ait ferasetten, o devirde bile canlı bir örnektir. Bu delaleti, bozuk bir lisan ve çetrefil bir ifade içinde bile süzüyor ve batının müsbet ilimleriyle ruh boşluğu faciası arasında, 30 küsur yaşındaki Said Nursi’nin bile derin bir muhasebeye varmış olduğunu anlıyoruz. Muhakkak ki, o, zonklayan ve kanayan soylu bir kafaya sahiptir. Kendimizi ilk defa kanlı bir vicdan muhasebesi karşısında buluyoruz.” ( N. Fazıl Kısakürek,Son Devrin Din Mazlumları, b.d. Yayınları,22. basım, Nisan 2002, s.202)
Hele Bediüzzamanın “Eski Said” devresinde, yani II. Meşrutiyet yıllarında, çok kere “ Benim için fuzuli” dediği siyasi hayatın içinde bulunuşunu müdafaa eden izahınız hayran kalmamak mümkün değildir.
“ Henüz Milli Kurtuluş Hareketinden ortada eser yokken vatanın kapkaranlık hali, gittikçe içine çekilmeye başlayan Said Nursi Hazretleri’nin dış planda en işkenceli meselesidir. Onun gözünde bütün bunlar İslami temsil perdesinin üzerine yığılan karanlıklardır ve gayesi sadece gerçek dini karartmaktır. Bu vaziyette, kendisine iç kemal arayan bir Allah dostunun baş vazifesi, dış plana el atmak ve önce onu kurtarmaya çalışmak değil midir? ( N. Fazıl Kısakürek,Son Devrin Din Mazlumları, b.d. Yayınları,22. basım, Nisan 2002, s.211)
Bediüzzaman’ın İstanbul muhakemesi sırasında ben de, kendini yakından görmek ve İslam yolunda çırpınan bu muhterem mücahidi göz ve kulak plânında tanımak arzusu doğdu. Otel, kapısından itibaren Nur talebeleriyle doluydu. Kendimi haber verdim. Beni yukarı kata çıkardılar. O katta da, hizmetine bakan talebeler… Bu gençlerin yüzlerinde ziyaretimden memnunuluk duyduklarını ilân eden mânalar… Beni içinde dar ve tek kişilik bir karyola bulunan bir odaya aldılar ve:
- İşte Necip Fazıl! der gibi bir eda ile huzuruna çıkardılar.
Derinlerden bakan hummalı gözlerin hakim olduğu sakalsız bir çehrede, içine kapanık bir hal… Heybet hissinden ziyade, dâvasına teslim olmuş çilekeş bir insan intibaını aldım.
Beni “Büyük Doğu” faaliyetimle tanıyorlar ve o tarihte henüz başlarında olduğum hapislerimi biliyorlardı.
Bana iltifat ettiler ve aynen şu kelimeleri söylediler.
“- Seni Nur Risalesine 40 yıl hizmet etmiş (sene sayısını tam hatırlamıyorum; daha az veya daha çok olabilir) kabul ediyorum.”
Kendi kıymet hükümlerine göre bu gayet cömert iltifata teşekkürle mukabele edip huzurlarından ayrıldım ve ondan sonra kendilerini bir kere daha görmek fırsatına eremedim. “( N. Fazıl Kısakürek,Son Devrin Din Mazlumları, b.d. Yayınları,22. basım, Nisan 2002, s.244-245)
Bu ifadeleriniz sizi Nur Mesleği’nden oldukça uzak gören çevrelere bir cevap mahiyetinde değil midir? Hele, aynı eserinizin 256. sahifesindeki verdiğiniz kıymet hükmü, meseleye son noktayı koyacak kadar bedihidir.
“ 3- Said Nursi Hazretleri , kesbi olmaktan ziyade Vehbi bir ilim ve deha çapında bir zeka ile nimetlendirilmiş içi vecd dolu bir insan ve nihai çapta gayesine sadık bir mücahid olup, sürdüğü hayata nisbetle bir hal ve ruhani makam sahibi olması icap etse de, asıl kıymetinin tefekküri ve ahlaki sahada aranması gereken halis bir Müslüman ve örneklik bir mazlumdur.
Netice:
Eğer İslami kemâl mevzuunda;
Sığlığına sığ
Sığlığına derin
Derinliğine sığ
Derinliğine derin diye 4 derece kabul edecek olursak bunlardan Said Nursi Hazretlerini hangi derecede gördüğümüz kendi kendisine belli; onu, çocukluğundan beri kafası zonklayan ve beyni kanayan bir tahkikçi ve bu tahkik vecdiyle mücadele meydanına atılıcı bir kahraman olarak da üst derecede gördüğümüz açıktır.” “( N. Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, b.d. Yayınları,22. basım, Nisan 2002, s.256- 257)