Gerek ilim dünyasında gerekse insanlık aleminde ‘ilk yaratılan şeyin ne olduğu ve nasıl gerçekleştiği’ konusu her daim merak konusu olmuştur. Bu konuda farklı görüş ve düşünceler ortaya çıkmış ve farklı açıklamalar yapılmıştır.
Her şeyin bir hikmete binaen yaratıldığı sebepler dünyasında yaşıyoruz. Bitkilerin tohumdan, ağaçların çekirdekten, hayvanların bir damla sudan yani sperm denilen bir çeşit tohumdan yaratıldığını hepimiz az çok biliyoruz. Peki, içinde yaşadığımız ve sürekli görmekte olduğumuz şu kainat ve evren neden ve nasıl yaratıldı?
Şimdi bu sorunun cevabına birlikte bakalım:
Cenab-ı Hak her çekirdekte ilâhî bir sanat ve hikmet gizlemiştir. Koca ağacın bütün programını o küçücük âlemde kader kâlemiyle çizmiş ve o koca ağacı, onun üzerine bina etmiştir. Çekirdek ile ağaçtaki aynı kanun, kainatın yaratılışı için de geçerlidir. Big Bang denilen (büyük patlama), evrenin en eski 13,8 milyar yıl önce tekillik noktası denilen bir noktadan yani çekirdek denilen bir noktadan itibaren genişlediğini ileri süren kozmolojik modelin de[1] bunu doğruladığını görmekteyiz.
Risale-i Nurda bu konuyla ilgili getirilen şu açıklamaları beraber mütalaa edelim:
Sâni-i Zülcelâlin (herşeyi san'atlı yaratan Sonsuz haşmet sahibi olan yüce Allah) ağaçlar hakkında câri (geçerli) olan bir kanunu, elbette şu şecere-i âzamda da câridir (şu kâinat denilen büyük ağaçta da geçerlidir). Öyle ise, mukteza-yı Hikmet (hikmetin gereği), şu şecere-i hilkatin de (şu yaratılış ağacının da) bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem öyle bir çekirdek ki, âlem-i cismanîden (görünen bu alemden) başka, sair âlemlerin nümunesini ve esasatını câmi' olsun (esas ve özelliklerini içinde bulundursun). Çünkü, binler muhtelif âlemleri tazammun eden (içinde barındıran) kainatın çekirdek-i aslisi (kainat asıl çekirdeği) ve menşei (kaynağı ve çıkışyeri), kuru bir madde olamaz.
Madem şu şecere-i kâinattan (kainat ağacından) daha evvel, o neviden başka şecere (o türden başka ağaç) yok. Öyle ise ona menşe (kaynak) ve çekirdek hükmünde olan mânâ ve nur, elbette yine şecere-i kâinatta (kainat ağacında) bir meyve libasının giydirilmesi, yine Hakîm isminin muktezasıdır (gereğidir). Çünkü çekirdek daima çıplak olamaz Madem evvel-i fıtratta (yaratılışın ilk başlangıcında) meyve libasını (elbisesini) giymemiş. Elbette âhirde o libası (sonunda o elbiseyi) giyecektir.[2]
Madem o meyve insandır. Ve madem insan içinde, sabıkan (yukarıda) ispat edildiği üzere, en meşhur meyve ve en muhteşem semere (meyve) ve umumun nazar-ı dikkatini celb eden ve arzın nısfını (dünyanın yarısını) ve beşerin humsunun (insanlığın beşte birini) nazarını kendine hasreden ve mehâsin-i mâneviyesiyle (manevi güzellikleriyle) âlemi ya nazar-ı muhabbet veya hayretle kendine baktıran meyve ise, zât-ı Muhammed’i Aleyhissalâtü Vesselamdır. Elbette, kâinatın teşekkülüne çekirdek olan nur, onun zâtında cismini giyerek en âhir (en son) bir meyve suretinde görünecektir.[3]
“İnsanlardan bir çekirdek var ki, Cenâb-ı Hak şecere-i hilkati (yaratılış ağacını) o çekirdekten inbat etmiştir (çıkarıp büyütümüştür). O çekirdek de ancak ve ancak bütün ehl-i kemâlin (kemal sahibi olgun kimseler) ve belki nev'-i beşerin nısfının (insanlığın yarısının) ittifakıyla efdal-ül halk (yaratımışların en faziletlisi), seyyid-ül enâm (herkesin efendisi) Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır.[4]
“Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebîr (büyük âlem) bir şecere tahayyül (ağaç hayal) edilirse, nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi (meyvesi) olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat (büyük bir canlı) farz edilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur.” [5]
“Hazreti Muhammed'in (a.s.m.) getirdiği nur ile kâinatın mâhiyeti, kıymeti, kemâlâtı ve içindeki mevcudatın vazifeleri ve neticeleri ve kıymetleri bilinir, tahakkuk eder. Bu hakikate binaen, Kâinatın kemâlâtı (mükemmellikleri) ve hikmetli tahavvülâtı (değişimeleri) ve sermedî (daimî) mânâları, kuvvetli bir tarzda onunla tezahür eder, ortaya çıkar.” [6]
“İlk yaratılan Hz. Peygamberin (a.s.m.) temsil ettiği nübüvvet nurudur. Kâinat onun nurundan yaratılmıştır. Varlığın mebde ve müntehası (başlangıç ve sonucu) Hz. Muhammed (a.s.m.) dır. "Çünkü küllî hakikat-ı Muhammediye (a.s.m.) hem hayatın hayatı, hem kâinatın hayatı, hem İsm-i Âzam’ın tecellî-i azamının mazharı ve bütün ziruhların (ruh sahiplerin) nuru ve kâinatın çekirdek-i aslisi (asıl çekirdeği) ve gaye-i hilkati (yaratılış gayesi) ve meyve-i ekmelidir (en mükemmel meyvesidir). 'O zâta şu kâinatın Hâlıkı bakmış, kâinatı halk etmiştir (yaratmıştır). Eğer onu icad etmeseydi, kâinatı dahi icad etmezdi” denilebilir.’ ifadelerinde Hz. Peygamber’in (sav) risâlet ve nübüvveti, temelde diğer bütün peygamberlerden önce” olduğu belirtilmektedir.
Bu nedenle yaratılış sıralamasında Hz. Muhammed’in (a.s.m.) “Ben yaratıklar içinde insanların ilkiyim.” Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur”[7] “Ben, Âdem henüz su ile balçık arasındayken peygamber idim sözleri, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) kâinat yaratılmadan önce var olduğunun sonucuna varılmaktadır.
İbnü’l-Arabî ise, “Hakîkat-i Muhammediye’nin nur olması bakımından âlemin ilk mayası ve aslı ve varlık şeklinde zâhir olan ilâhî tecellinin ilk mertebesi.” olduğunu ifade eder.
Kenan-er Rifai, Efendimiz (asm) için: “Ben idim ferzende-i âlem/âlemin çocuğu, ama babamdan evvel oldum ben!” beytiyle; Hz. Muhammed’in (a.s.m.) nurunun kainatın yaratılışından önce var olduğunu, kâinatın yaratılışı ona bir hazırlıktan ibaret olduğunu söyler. Bilindiği gibi, ağacın dikilmesi, dalı, budağı, yaprağı, çiçeği meyveden önce gelir fakat o dal, budak ve yapraktan maksat meyvedir. İşte Resulullah’tan evvel meydana gelmiş şu varlıklardan da murad Ruh-i Muhammedî’dir. Çünkü herşeyin tohumu kendi meyvesidir. Yahut herşeyin meyvesi kendi tohumudur. Bütün peygamberler de aynı nûrun tecellileri[8] ve meyveleridir.
Çünkü Efendimizin ruhu her şeyden önce yaratıldı. Bunların hepsi onun (a.s.m.) ruhundan nur aldılar. Efendimizin nâm-ı şerifi bütün enbiyanın nâmıdır yani onun ism-i şerifi anıldığında bütün enbiyanın / nebîlerin ve evliyanın ve asfiyanın / sâfiyete ermişlerin isimleri anılmış gibi olur. Çünkü bütün peygamberlerin getirdiği şeriat onun şeriatından kemâlini bulmuş ve Kur’an’daki yüce ifadesine varmıştır.
O ilâhi Hakikat-i Muhammediye şimşeğinin ışığı, bütün nurları doğurdu. Bu nur; Hz. Âdem ile başlayarak, Şit, Nuh, İbrahim, İsmail aleyhimüsselâm ile devam ederek, bütün peygamberlere intikal etti. Böylece hepsi İlahî isimlerin marifetini o nûr-u sâfîden, o hakikat-i Muhammedî’den aldı ve buldu.
Sonuç
Ruhun beden ile olan ilişkisi ne ise, Peygamber Efendimizin de (a.s.m.) kâinat ile olan ilişkisi öyledir. Kâinatı büyük bir insan olarak telakki ettiğimizde ve düşündüğümüzde, Risalet-i Muhammediye’nin (a.s.m.) nuru onun ruhu olur. Ruhun bedenden ayrılmasıyla ölüm olayı gerçekleştiği gibi “Eğer, kâinâttan Risalet-i Muhammediye'inin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinât da vefât edecektir.” [9]
Efendimiz Alehssalatü Vesselamının nuruyla âlemin şekli değişti, insanlığın ve kâinatın hakiki mahiyeti o nur, o ziya ile inkişaf etti, göründü. Her şeyin kemâli, mükemmelliği göründü. Her varlığın kıymeti tezahür edip bir mana kazandı. Herbir varlığa Rableri tarafından verilmiş görevleri müşahede edildi. Yüce Allah’ın yaratmış olduğu herbir masnu ve sanattaki İlahi maksat ve gayeler tecelli etti, göründü. [10]
Eğer o nur olmasa idi, bütün varlıklar sonsuz yokluğa mahkûm, kıymetsiz, manasız, faydasız, abes, karmakarışık, tesadüf oyuncağı bir vehim ve kuruntuların karanlığı içinde boğulur kalırdı!..
Cenab-ı Hak bizi onun nurundan ve şefaatinden mahrum eylemesin!..
[1] Vikipedi model Büyük Patlama." Encyclopædia Britannica. Encyclopædia Britannica Online. Encyclopædia Britannica Inc.
[2] Nursi, Sözler, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s: 788)
[4] Mesnevî-i Nuriye, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s:243)
[5] Mesnevî-i Nuriye Mesnevî-i Nuriye, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s:154)
[6] Şuâlar, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s:775)
[7] Bkz. Tirmizi, Sünen, Tefsîru's-sureti, 68; Hâkim, el-Müstedrek, 2, 492
[8] Sadık Yalsızuçanlar, Hakikat- Muhammediyye
[9] Sözler, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, s: 110
[10] Lem'alar, 2012, Söz Basım yayın İstanbul, (s:435)